Beste Serim Erbak: İzmir- Kütahya

I.Gün: İzmir- Kütahya (334) km.

İzmir’den 07.00’de yola çıktıktan sonra ilk molamızı Salihli / Alkent tesislerinde, ikinci molamızı Uşak’a 30 km kala verdik. Uşak’a vardığımızda saat 11.15’ti ve çok açıkmıştık.(İzmir-Uşak: 211km) Uşak’ın en iyi lokantasını sorduğumuzda herkes ağız birliği etmişçesine “Ezo Gelin Kebapçısı” yanıtını verdi.

Her ne kadar kebapçıda yemek fikrine sıcak bakmasak da, ısrarla verilen bu adrese gitmeye karar verdik. Yemeğe oturur oturmaz güler yüzüyle bizleri buyur eden garson,bir anda masamızı karanfil yapraklarıyla süsledi. Daha siparişlerimizi bile vermeden masamız lokantanın ikramlarıyla dolmuştu. Çiğ köfte, salata, keşkek, tereyağı, bal, fındık lahmacun ve sıcak lavaşla ana yemek öncesi doymuştuk bile. Hakkında çok reklam yapılan ünlü tarhanayı havanın çok sıcak olması nedeniyle tatmak istemedik.Tarhana bilmem neden ama hep soğuk kış günlerini hatırlatır. Ben kaşarlı köfte, eşimse Ali Nazik kebabı istedik. Yemek bittiğinde masadan kalkacak halimiz kalmamıştı. (Merak edenlere, bu muhteşem ziyafet için ödediğimiz tutar :40TL)

Uşak merkezinde gördüğümüz Atatürk Heykeli son derece ilgimizi çekti. Hakkında çok şeyler duyduğumuz Karun Hazinelerini görmek için gittiğimiz müze, pazartesi olması nedeniyle kapalıydı. Ancak görevli yine de bazı fotoğrafların bulunduğu giriş bölümüne kadar girmemize izin verdi. Müze hakkında son derece basit hazırlanmış broşürden bir tane aldıktan sonra oradan ayrıldık. Bin bir zorlukla bulduğumuz turizm bürosunda, istediğimiz broşürler tozlu raflar arasından çıkartıldı. (İngilizce metin tam bir felaket; yabancı bir turistin ülkemizde ne zorluklar çektiğini bir kez daha anladık.)

Uşak’ta gezdiğimiz yerler arasında günümüzde butik otel olarak kullanılan Dülgeroğlu Konağı ve Hacı Gedik Hanı ilgimizi çekti.

Gezilecek diğer yerler arasında, eski tren garı ve tarihi Uşak evleri var. Arizona’daki Büyük Kanyondan sonra dünyanın en uzun ikinci kanyonu olduğu söylenen Ulubey Kanyonu’nun, (Uşak merkeze 29 km.) içinden geçen Dokuzsele Deresi’nin aşırı kirlenmesi nedeniyle turizme açılamamış olduğunu öğrendik. Üzücü.
Uşak’tan ayrıldığımızda saat 14.00’tü.

Bundan sonraki rotamız Kütahya’ya 52 km uzaklıktaki Çavdarhisar. (Aizonoi) Burasının gezimiz boyunca bizi etkileyen en güzel yerlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmelerinden olma Azan tarafından kurulan kent, Frigler’e bağlı Aizanitis kavminin ana yerleşim merkeziymiş. Sonraları Bergama Krallığına bağlanan kent MÖ 133 yılında Romalıların eline geçince, tahıl ekimi, şarapçılık ve yün üretimi sayesinde zenginleşmiş. Bu devirde kentte 80.000 kişinin yaşadığı tahmin edilmekte. Roma İmparatoru Hadrian tarafından MS II. Yüzyılda, yaptırılan Zeus tapınağı İon tarzında ve Anadolu’nun en iyi korunmuş tapınağı olmasıyla ünlenmiş.Çavdarhisar’da görülmesi gereken yerler arasında tiyatroya bitişik yapılmış 13.500 kişi kapasiteli stadyum, iki hamam, sütunlu cadde ve dünyanın en eski ticaret borsası olarak bilinen yuvarlak yapıyı sayabiliriz.

Ayrıca, 1970 yılında meydana gelen Gediz depreminden sonra terk edildiğini düşündüğümüz eski köy evleri bizi çok etkiledi.
Çavdarhisar’ı gezdikten sonra saat 18.20 de Kütahya’ya vardık. Bir gece konakladığımız Kütahya Öğretmen Evi basit, ancak temiz bir konaklama tesisi. Kütahya’da bize ilginç gelen şeylerden biri de, bir kez ödenen park ücreti karşılığında kentin her yerinde 24 saat boyunca nerede park ederseniz edin bir daha ücret ödemiyor olmanız. Belediyenin güzel bir uygulaması.
Akşam yemeği için antik çağda yapılmış, Bizans, Selçuklu, Germiyanoğlu ve Osmanlılar tarafından restore ettirilmiş Hisar içindeki “Kale İçi Döner Gazino”yu seçtik. Kütahya’yı kuşbakışı seyredebiliyorsunuz.

Bira içmek istediğimde, garson sitemli bir şekilde burada alkollü içki satılmadığını, kendisinin her gün mesai sonrasında evde iki duble rakı içtiğini anlattı. (Alkollü içki tüm gezimiz boyunca, en zor bulunan maddeler arasında ilk sırada olma özelliğini korudu.)

II. Gün: Kütahya- Eskişehir(78 km.)

Tarih boyunca Neolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyan Oğulları ve Osmanlı dönemlerinde adı geçen Kütahya, Cumhuriyet Devrinde de, Ege Bölgesinin önemli kentlerinden biri olarak kalmayı başarmış. (Nüfus: 565.000)
Gezginler için, Evliya Çelebi’nin burada yaşadığını öğrenmek, Kütahya’ya özel bir önem kazandırıyor.

Bu nedenle şehir gezimize Evliya Çelebi’nin eviyle başlamak istedik. Doğrusunu söylemek gerekirse, pek de kolay olmadı. Oldukça yeni bir tarihte müze haline getirilmiş ev Kütahya halkı tarafından pek bilinmiyor, belki de biz yanlış kişilere danıştık. Gezilecek yerler arasında adı geçen Çinili Cami’ye giderken tesadüfen önünden geçtik.
Evliya Çelebi 1610-1682 yılları arasında yaşamış ünlü Türk gezgini, bu yıl Unesco tarafından 400. Yıl kutlamaları varmış;ancak Kütahya’da böyle bir hava sezinlemedik. Oldukça üzüntü duyduğumuzu söyleyelim. Oradaki yetkili,Mustafa Elgin Bey, bir yandan evi gezdirirken diğer yandan da Evliya Çelebi’nin hayatı hakkında bilgi veriyor. Evin bulunduğu semtin adı “Zeryen”miş. Zeryen, zer:altından geliyormuş. Bu semtte gümüşçüler otururmuş. Evliya Çelebi’nin babası Mehmet Efendi,IV.Murat’ın sarayında Kuyumcu başıymış. Evliya Çelebi 21 yaşına kadar burada yaşamış. Daha sonra kız kardeşini Manisa valisi kaçırınca, aile İstanbul’a göçmüş. Kütahya’yı terk etmiş.Rivayete göre Evliya Çelebi rüyasında Peygamberi görür. Ona “Şefaat ya resulallah” diyeceğine dili sürçer ve “Seyahat ya resulallah” der. Böylece tam 50 yıl seyahat eder.70 yaşında ölür.

Çinili Camii, neyzen, ressam Ahmet Yakupoğlu tarafından 1973 yılında inşa edilmiş. Yapı tarzı ve süslemeleriyle Orta Asya Türk mimarisin izlerini taşıyor. Germiyanoğlu ve Osmanlı dönemine ait güzel eserlerin bulunduğu Kütahya’da, niçin Orta Asya mimarisi tercih edilmiş? Doğrusu anlayamadık. Uzun çabalar sonucu Ulu Caminin yakınlarında bir park yeri bulduk.

Karşımıza ilk çıkan levhayı takip ederek, önce XVIII. Yüzyıldan kalma, Macar Evi olarak tanınan Lajos Kossuth Müzesi’ni ziyaret ediyoruz. Macar özgürlük savaşının önderlerinden Kossuth 1850-51 yıllarında ailesiyle beraber burada kalmış. Macar anayasasının bu evde hazırlandığı söyleniyor, şirin bir müze. Her yıl Macarlar müzeyi ziyaret ediyorlarmış.

Daha sonra ziyaret ettiğimiz Ulu Camii Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmış, önce Mimar Sinan, daha sonra da II. Abdülhamit tarafından restore edilmiş. Dikdörtgen planlı avlusu bulunmayan camiinin içindeki sütunlar Aizonoi antik kentinden getirtilmiş. Ziyaretimiz sırasında caminin içinde bağırarak oyun oynayan, çoğunluğu kız, çocuklar Kuran kursunun başlamasını bekliyorlardı. Hocanın Kuran eğitiminden önce çocuklara caminin kutsal bir mekân olduğunu anlatması gerektiği konusunda eşimle aynı düşünceleri paylaştık.

Öğle yemeğimizi tarihi Kütahya Konağında yedik. Muhteşem yöresel yemekler içinde Sıkıcık çorbası, tavuk tiridi,cimcik, ev yapımı mantı ve sütlü incir tatlısı mutlaka denenmesi gereken özel damak zevkleri. Bahçedeki armut ağacı oldukça emektar. Sadece bu yöreye mahsus Hüsnü Yusuf Armutu veriyor.Çok lezzetli. Yemek sırasında burayı işleten bayan, özel yapım Kütahya porselenleri için mutlaka Mehmet Gürsoy atölyesini ziyaret etmemizi söylüyor. Mehmet Gürsoy’un kendisi yurt dışında bir sergide olduğu için bizi oğlu karşılıyor. Birbirinden güzel çinileri gezdiriyor. Mehmet Bey 2009 yılında Unesco tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi ” seçilmiş. Usta çinici dünyanın pek çok yerinde tanınıyor.

Eski bir konakta,(Deftardar Konağı) tarihi doku içindeki Gürsoy Atölyesinde çini yapımı konusunda bilgi aldık, genç yaşta aramızdan ayrılan çini sanatçısı büyük usta Sıtkı Hoca’yı andık.
Bir sonraki durağımız tarihi Kütahya Evlerinin bulunduğu Germiyan Sokağı oldu. “Kütahya Kent Müzesi” de gezilmeli. Gezdiğim en güzel , düzenli müzelerden biri diyebilirim. Buradaki müzelerin bir özelliği de ücret alınmaması. Kütahya’ya gelinir de Çini alınmaz mı? Çini üzerine gümüş işlemeli takılar deyince ” Aysel Yükselener Sanat ve Tasarım evi”inde çok değişik şeyler bulmanız mümkün. Eski konaklardan birinde çayımızı yudumlarken, burada yaşamış kişilerin nasıl bir yaşam sürdüklerini düşündük.
Kütahya’dan ayrıldığımızda saat 16.00ya yaklaşıyordu. Görmeyi çok arzu ettiğimiz, Eskişehir yolu üzerinde olduğu söylenen Evliya Çelebi heykelinin nerede olduğunu tüm çabalarımıza rağmen öğrenemedik.

Anadolu’da karşılaştığımız ender BP istasyonlarının birinde durduğumuzda yolumuz üzerindeki Harlek Kaplıcalarını görmemizi önerdiler. Ana yoldan aniden ayrılıveren kaplıca sapağını fark edemedik. Sapağı geçtiğimizi, belki bir şeyler buluruz diye durduğumuz seramik satan bir mağazada tesadüfen öğrendik. (Kütahya’da da Çin malı seramik eşyaların satılması bize oldukça ilginç geldi.) Geri dönüp, yapım çalışmaları nedeniyle tarlayı andıran yolda 5km boyunca bolca toz yuttuktan sonra, Güral Harlak Termal Otel’e vardık. Tepede oldukça güzel bir yapı.Doluluğundan anladığımıza göre çok rağbet gören bir tesis. Birçok yerde olduğu gibi burada da güler yüzlü bir karşılamadan sonra çay ikram edildi. Sıcak bir yaz gününde termal havuza girme fikrinin bize pek de cazip gelmemesi nedeniyle buradaki konaklamayı kışa bıraktık.

Eskişehir’e doğru yola koyulduk. Aynı tozlu yoldan geri dönerek, ana yola ulaştık.( Sürekli yol yapım çalışmaları var ) Az sonra karşımıza çıkan “Frig Vadisi 7 km.” levhasını görünce, birazda çekinerek, broşürlerde adı geçen vadiye doğru yol aldık. Az sonra ikinci bir levha hedefe vardığımızı bildiriyordu. Kapadokya’daki volkanik oluşumlara sahip vadiye yaklaşabilmek için epey bir yol yürümek gerekiyor. Geldiğimiz yer bizi çok da fazla etkilemediği için, uzaktan birkaç fotoğraf çekmekle yetiniyoruz.