Neo-Empresyonist Théo Van Rysselberghe (1862-1926) | Münire Yurdayüksel

Gent’de burjuvaya mensup bir ailenin çocuğu olarak 1862’de dünyaya gelen Neo-Empresyonizm hareketinin öncülerinden Belçikalı Théo Van Rysselberghe, sanatıyla ülkesinin sınırları dışında uzun yıllar boyunca büyük çapta ün yapmış ve oldukça prestij kazanmış büyük bir ressamdır.
1880 yılında Jean-François Portaels tarafından yönetilen Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Rysselberghe’in burada öğrendiği geleneksel akademi teknikleriyle edindiği tecrübeler genellikle dönemin ağır fırça darbeleri, tekrarlayan dokular ve alışılagelmiş koyu tonlardaki renkler paletiyle sınırlıydı.
1882 yılında kazandığı bursla ilk defa Fas’a doğru çıktığı seyahatinden dönüşte yanında getirdiği eserlerini Brüksel’de sergiledi. Tuvalleri sıcak, ışıklı fakat henüz yeterli nüanstan yoksundular. Her biri konularını günlük yaşamdan almış, hemen hemen hepsi açık havada resmedilmiş sokak ve çarşı görüntüleriydiler.
1883 yılının yaz aylarını, Belçika’nın kuzeyindeki sahil kenti Knokke’da; 1920’li yılların gelecekteki sanatçı adaylarıyla birlikte resim yaparak geçirdiği günlerde kuzey denizinin devamlı değişen ışıklarını keşfeder. Yavaş yavaş geleneksel Felemenk resim sanatından uzaklaşarak kendi cömert renklerini bulmaya başlar.
Buradaki sanatçılar, yaşadıkları yere bağlı olarak realizm mirasından yola çıkarak kendilerine has empresyonizmi böylece geliştirmişlerdir. Fırça darbeleri fazlalaşmış ve işin içine değişken ışık oyunları da eklenmiştir. Renk paletleri büyümüş, tuvallerindeki doğa görüntüsü kendini resmeden sanatçının duygularıyla bütünleşerek daha da renklenmiştir.
Théo, daha sonra Frans Hals’in eserlerini yakından görmek ve incelemek üzere Harlem’e gider. Hemen ardından 1883 senesinde renk paletini daha da geliştirmiş olarak Fas’a geri döner. Yaptığı portrelerin renkleri daha da koyulaşmıştır ve aynı zamanda birçok fırça darbesi ve nüanslar da içermektedir (“Octave Maus’un Portresi”, 1885).
Bu dönemde empresyonist sanatın öncülerinden Claude Monet ve Auguste Renoir yeni sanat anlayışlarıyla açtıkları sergilerde büyük sansasyonlar
yaratmaktaydılar.Flaman geleneğine tamamen aykırı olarak tuvallerinde daha özgür anlatım ve açık renk tonları hakimdi.
İlk empresyonist şokun ardından Théo Van Rysselberghe, ilk defa 1887’de yaptığı çalışmalarında Claude Monet ve Auguste Renoir’in tekniğini denemiştir.
Fas’a yaptığı üçüncü yolculuğu esnasında bu ülkede diplomatik görevlerde bulunan Edmond Picard’a katılır.Bu seferki gidişinde daha önceki gezilerinde Tanger’de gördüğü manzaralardan daha vahşi ve etkileyici olanlarıyla karşılaşır. Afrika doğasının yoğun ışığının etkisi altında kısa zamanda Neo-Empresyonizm’e yönelir.İlk puantilist (noktacılık) deneyimlerini 1887 – 1888 yılları arasındaki Fas seyahatinde gerçekleştirir.
Bu Afrika ülkesinin değişik renkleri, atmosferi, gizemi, doğasının saflığı ve havasının temizliği sanatçıyı bütünüyle etkilemiş olmalı ki, Théo Van Rysselberghe ülkesine geri döndükten sonra da sadece Neo-Empresyonist etkisinde çalışmalar yapmıştır.
1890 – 1895 tarihleri arasında Ardenler, Hollanda ve İngiltere’de yaptığı tatilleri esnasında portrelerinin yanı sıra, yeni tekniğiyle birçok doğa ve deniz konulu manzaralar resmeder.
Bu dönem yaratmış olduğu eserlerinde kullandığı renkler son derece açık ve aydınlıktır. Işık mükemmel bir şekilde dekompoze olmuştur. Sanatçının Fransız Neo-Empresyonistlerin çalışmalarındaki durgun atmosferlerinin büyüsüne kapıldığı da görülmektedir. Yalnız bilinen gerçek şu ki, Belçikalı ressamların eserleri Fransız ressamlardan her zaman daha realistdir.
1890’lı yılların sonuna doğru Théo Van Rysselberghe’in Neo-Empresyonist sanatı doruğa çıkmıştır ve noktalama tekniğini giderek bırakmaya başlar. Eserlerine hareket ve hacim vermeyi daha geniş dokunuşlarla başarmış ve böylece ana renklerle çalışmayı bırakarak, kullandığı renkler arasındaki kontrastın azalmasına olanak sağlamıştır.
Sanatçı portre çalışmalarına devam etmiş olmasına karşın, aynı zamanda grup ve aile resimleri de yapmıştır. Bunlar daha çok sıradan kişiliklerdir. Genellikle bahçede, terasta veya iç mekanda resmedilmişlerdir. Sanatçının portreleri ise daha sıcak ve insancıl görünümdedirler.
1905 – 1910 tarihleri arasında noktacılığı bırakarak daha akıcı, realist ve renkli bir üslupla çalışmaya başlar ve böylece tekniğini de daha geliştirir.
Ancak eserlerinde kullandığı renkler, sanatçının yakın arkadaşları olan Henri Matisse, André Derain ve Albert Marquet tarafından zaman zaman eleştirilere ve tartışmalara da neden olmuştur.
1920 senesinde Belçika’dan ayrılarak Lüksembourg’da inşa ettirdiği evine ve atölyesine taşınır.
Yaşamının son yıllarını geçirdiği Saint–Clair’deki çalışmalarında, özellikle karısı ve kızı Elisabeth’in portreleri, Akdeniz manzaraları ve çıplak modeller üzerinde yoğunlaşır.
1926 yılında ardında birçok eser bırakarak hayata veda eden Belçikalı ressam Théo Van Rysselberghe’in eserleri, dönemini yansıtması bakımından Neo-Empresyonizm konulu bütün önemli organizasyonlarda daima yer almaktadir.
Théo Van Rysselberghe, 20. yüzyıl Belçika kültürünün ve Avrupası’nın vazgeçilmez sanatçılarından biri olmasına karşın, her nedense çok sayıdaki eseri kendi ulkesi olan Belçika dışındaki ülkelerde, bir çok önemli müzelerde ve koleksiyonlarda yer almaktadır.
Münire Yurdayüksel – Brüksel

Leave a Reply

Your email address will not be published.