Beste Serim Erbak: Bangkok

28-Ocak 2010 Cuma sabahı eşim ile İzmir’den yola çıktık. İstanbul Atatürk havalimanına vardığımızda saat 09.45 ti. Emirades Havayolları ile 15.35 te yolculuğumuzun ilk etabı olan Dubai’ye hareket ettik. Yerel saat ile 24.00 de Doha havalimanına vardık. Bu havalimanı oldukça büyük, her taraf yapay palmiye ağaçları ile dolu. Belli ki yapılırken epeyce para harcanmış. Değişik bir mimarisi var. Dubai bizden iki saat ileri. Emirades uçakları oldukça konforlu. Hosteslerinin başlarını tam da örtmeyen keplerinin altına estetik bir şekilde iliştirdikleri beyaz bir örtüleri var. Uçak hareket ettikten sonra başlarını açıyorlar. Uçağın gidişi koltukların arkasında bulunan panelden Kâbe’nin bulunduğu yöne göre gösteriliyor. Yerel saat ile 23.30 da Bangkok’a hareket ediyoruz. Sabah saat 08.30 da Bangkok, Suvarnabhumi havaalanına varıyoruz. Muhteşem mimari ve estetik aynı anda göze çarpıyor. Tayland saati Türkiye saatinden beş saat daha ileri. Örneğin Türkiye’de saat 21.10 iken Tayland’da gece yarısı 02.10.Her yerde kral Bhumibol Adulyadej ve kraliçe Sirikit’in resimleri var. Kral ve kraliçelerini çok seviyorlar. Altmış yıldan fazla Tayland’ı yönetiyorlar.

Daha önceden yer ayırttığımız Veronica Otele bir taksi ile gidiyoruz.

Otel “ Sutthisan”Bölgesinde. Mutlaka taksimetre açıyorlar. Ama şehirde doğru dürüst yer yön bilen bir taksiye rastlamanız zor. Şoförler dolaştırıp duruyorlar. Birde hemen tüm şoförlerin görmekte zorlandıklarını, artık okuma yazma sorunundan mı yoksa başka bir şeyden mi bilmem uzattığımız şehir planlarını görebilmek için neredeyse gözlerinin içine dayadıklarını fark ettik. Elimizde otelin krokisi olduğu halde bir türlü bulunamıyorlar.

Otel temiz ve düzenli. Resepsiyondaki kızlar çok güler yüzlü. Hemen ellerini göğüslerinin önünde birleştirip başlarını öne eğerek “Sawadi Ka” (Selam) diyorlar. Taylandlılar böyle selamlaşıyor. Bizdeki gibi sarılıp öpmek yok. Grip ya da diğer hastalıkların bulaşmaması için hasta kişiler mutlaka koruma maskesi takıyorlar. Uzun süren yolculuk bizi bir hayli yorduğu için iki saat dinleniyoruz.

Otel metro istasyonuna çok yakın. Son durağa kadar gidiyoruz. Modern bir metro ağı var. İki kişi için 56 Bat ödüyoruz. Metroda dikkatimi çeken ve çok beğendiğim bir şey de, peronlar ile trenin geçtiği bölümün camla ayrılmış olması, trenin yanaşmasıyla bunların açılıp doğrudan trene girilmesi. İnsanların düşme tehlikesi ortadan kalkmış. Ayrıca trende bulunan televizyondan bir sonraki durak yazı ve söz ile belirtiliyor. İngilizce ve Tai dilinde söyleniyor. Yazı karakterleri tamamen farklı. Dil genellikle tek hecelerden oluşuşan sözcüklerle dolu ve vurgu bir hayli fazla.

En son durak olan “Hua-lumpong” ta iniyoruz. Burası Bangkok’un büyük tren istasyonu. Çıkışta “tuk-tuk” denen araçlar bekliyor. Hindistan’da da bunlara “rikşa” diyorlardı. Ancak buradakiler daha yeni ve daha düzenli. Şoför nereye gitmek istediğimizi soruyor. Biz de yatan buda heykelinin bulunduğu Wat Pho’ya gitmek istediğimizi söylüyoruz. Ama o önce bizi illaki bir giyim mağazasına götürüyor. Götürdükleri dükkânlardan kendilerine benzin kuponu veriliyormuş. Mağazada doğru dürüst bir şey yok ama kendisine yararımız olsun diye ufak tefek bir şeyler alıyoruz. Sonradan anlıyoruz ki, eğer bir tuk-tuk’a binerseniz sizi mutlaka bir alışveriş yerine götürüyorlar. Ama eğer bir Taylandlı size bir tuk-tuk çevirir de nereye gitmek istediğinizi ona tayca söylerse o zaman doğrudan gitmek istediğiniz yere varabiliyorsunuz. Bu konuda taksiler daha iyi. Tapınaktan sonra nehir kıyısına geliyoruz. “Chao Phraya “nehri. Bu nehir Bangkok’un ortasından geçiyor. Üzerinde bir yığın kayık var. .Oldukça hareketli. Bizim körfez vapurlarının daha küçükleri düzenli olarak çalışıyor. Biz de bilet alıp Bangkok’u seyrederek dolaşıyoruz. Binenler inenler sürekli bir hareketlilik var. Bangkok, modern bina ve gökdelenlerin olduğu canlı bir şehir. İki saatten fazla geziyoruz. Dönüşte nehir kıyısında bir restorana oturup deniz mahsullerinin tadını çıkarıyoruz. .Bangkok gece vakti ışıl, ışıl. Herkes sokakta yemek yiyor. Bir el arabasına konan ürünler, kurulmuş tezgâhta pişip ya da kızarıp müşterilere sunuluyorlar. Sanki halk sokakta yaşıyor.

Ertesi gün bir tuk-tuk ile Çin mahallesine gidiyoruz. .Taylandlılar Çinlileri çok seviyorlar.4 Şubat Çin yeni yılı olduğu için her yer süslenmiş. Kırmızı fenerler evlerin üzerlerini kaplamış. .Her yerde kırmızı ton hâkim. Burada Altın Buda Heykelinin bulunduğu “ Wat Traimit”( Wat tapınak demek) tapınağını geziyoruz. Muhteşem bir yapı. Tekrar taksi ile nehir kıyısına geldik.

Yolda rastladığımız bir polis memuru bize “Wat Prayoorawong”a gitmemizi tavsiye etti. Bu tapınakta 500 yıllık buda heykeli var. En eski Buda heykeli olduğunu söyledi.”Khao Mor”.Bu tapınağın yanında en eski kabristanlardan biri. Harika bir bahçe. Ölülerin resimlerinin yer aldığı yuvarlak küçük çerçeveler, minik evler, Buda heykelleri, ufak tapınaklar ve bin bir çeşit bitki. Orada rastladığımız Çinli bir adam kendisinin Amerika’da oturduğunu karısının Taylandlı olduğunu anlatıyor. O da her zaman buraya gelirmiş. Buranın özelliği kaplumbağaların yaşaması. Adam 25 sene önce üzerine ismini yazdığı kaplumbağayı bugün yeniden görmüş. Çok heyecanlıydı. Bizim burayı bulmamıza da hem çok şaşırdı hem de çok sevindi. “Burayı turistler bilmez” dedi. Gerçekten de turist yoktu. Ayrıca heyecanla Tayland’ın en önemli değerli taşının yakut olduğunu söyledi. Her yerden alınmaz deyip bir kuyumcu adını verdi. Kuyumcuda bu değerli taşların bulunuşunu ve oluşumunu anlatan bir video izledik.

Daha sonra hafta sonu pazarına gittik.”CHATUCKAK”(çatucak) Burada girdiğimiz pasajda her çeşit ürün olduğu gibi masaj yapılan yerler de vardı. Bu konuda çok gelişmişler her yerde masaj yapılıyor. Oldukça da eğitimliler.

Akşam gece pazarına gittik. Sonra da “Kaeng Khao Wan Kai” yeşil köri yapraklarında tavuk yedim. Ertesi gün sabah sarayı görmeye gittik ama senede bir kez yapılan ayine rastladığımız için giremeyip Wat Arun’a gitmeye karar verdik. Şehrin diğer yakasına geçtik. Burası gördüğüm en muhteşem yapılardan biri. .Bir sanat harikası. Tepeye tırmandım. Tüm Bangkok’u kuşbakışı seyrettik. Tapınakların bir bölümünde Rahip elindeki suyla beni takdir ederek şans diledi. Burada tüm birgün geçirebilirdik. Güzelliğini anlatmaya sözcükler yetmez. Öğle yemeğimizi otelde yedik. Tai birası “Chang” içtik. Birkaç çeşit biraları var. Ben “Tom yam kung” acılı karides yedim. Garsondan tayca öğrenmeye çalıştık. “Nam dın” içme suyu, “Caphunka “ teşekkür,”Tauray?” Kaç para?

Bu arada dikkatimizi çeken bir başka nokta da benzin fiyatları.1litre benzin(95 oktan) 35.14 bat,(91oktan) 39 bat. Bizden çok ucuz. Trafik de İngiltere’deki gibi. Bize ters. Sürücüler kurallara uyuyorlar. Trafik ışıkları çok uzun sürede değişiyor. Sabırlı insanlar, bekliyorlar.

Taylandlı öğretmen arkadaşımız Pe’ (asıl adı Charad. Buralarda isimlerin söylenmesi zor olduğundan herkesin böyle kısa bir adı var.) bizi almaya geldi. Pe, Bangkok’a bir buçuk saat mesafede başka bir şehirde oturuyor.

Kanchanaburi’de.”Buri “şehir demekmiş. Pe’nin arabasının içi pek süslü. Zaten tüm arabaların içi böyle süslenmiş. Dikiz aynasına maskot bir balık takılı. Annesi uğur getirmesi için hediye etmiş. Ayrıca balık oturduğu şehrin simgesiymiş.

Ellili yıllarda çevrilen “The Bridge on the River Kwai” filmine konu olan Kwai nehri ve köprüsü burada. Kaldığımız otelin adı da “River Kwai Hotel”. Şehir tam bir Tayland şehri özelliklerini taşıyor. Akşam arkadaşımızla Kwai nehri kıyısında bir restorana gidiyoruz. “Taraburi Restaurant” Yaş günümü burada kutluyorum. Ne güzel, bu gece pastam bile var. Sahnedeki grup tayca şarkılar söylüyor. Arkadaşımız “Kwai” sözcüğünün Tayca’ da “manda” anlamına geldiğini anlatıyor. “ Soslu kızarmış balık” yiyorum, lezzetli. Bize Kwai Köprüsünün hikâyesinden bahsediyor: Olay II. Dünya Savaşı sırasında bu bölgede bulunan bir Japon esir kampında geçmiş. Japonlar Tayland’la savaşmak istememişler. Japon komutan kampta bulunan esir bir İngiliz mühendise bir köprü yapmasını emreder. Bu köprüden geçecek olan tren Burma’yı Hindistan’a bağlayacakmış,. Mühendis ve diğer esirler trenin geçeceği bu köprüyü inşa ederler. Ama daha sonra bunun kendi vatandaşları aleyhine kullanılacağını düşünerek köprüyü yok ederler. Sonradan buraya aynı şekilde bir köprü yapılır.

Sohbet ederken konu Budizm’e geliyor. Buda’nın üç temel öğretisi şöyleymiş:

1-En iyi şeyi yapmaya çalış

2- Kötü şey yapma

3- Kalbini boşalt, pozitif yap.

Hoşumuza gidiyor. Ne kadar doğru. Budist rahiplere “Moek-Mank” deniliyormuş. Bunlar kavuniçi renginde tek omuzlarından dolaşan bir kumaşa sarınıyorlar. Çıplak ayak dolaşıyorlar. Her sabah da ellerinde kova ile esnaftan yiyecek alıyorlar. Halk onlara yiyecek vermekten gurur duyuyor. Hindistan, Nepal, Sri Lanka, Tayland ve Burma’da bu rahipler var.