Beste Serim Erbak: Dinar-Burdur-Sagalassos-Yeşilbaşköy

Bir Güzel Rota 2016 Bölüm 1
Dinar – Burdur
Sagalassos-Yeşilbaşköy

Akşam Burdur’da olmayı hedefliyoruz. Acelemiz yok. Öğlen yemeğini İzmir’de yedikten sonra yola koyulduk.
Önce Dinar’a uğrayacağız. Yaklaşık dört saat sürecek bir yolculuk. İzmir Aydın arası otoban olduğu için yol rahat.
Selçuk’ta verdiğimiz çay molası iyi geldi. Daha sonraki yollar da oldukça iyi durumda. Denizli civarında sıklıkla tekstil ürünleri satan yerler var. Kilo ile çarşaf, havlu, yastık kılıfı gibi ürünler…Biz de almadık değil.
Eh buralara kadar gelip de alışveriş yapmamak olmaz.Dinar’a vardığımızda hava kararmıştı. Sora sora bir lokanta bulduk.

Buranın en iyi lokantası olduğunu söylediler. “Mevlana Restorant”.İlgimi çeken şey bir Bakkal Hanımın güzel bir Türkçe ile bize restoranın yolunu tarif etmesiydi.
Gerçekten de güzel bir mekân. Güler yüzlü personel kusursuz bir hizmet ve leziz yemekler. Üstelik çok ucuz.
Afyon sucuklarıyla ünlü olduğundan biz de onlara sucuk almak istediğimizi söyleyince “Hemen yakınlarda kasap var. Sucuklarını kendisi yapar.” deyip bizi oraya kadar götürdüler.
Yemekten sonra biraz daha gayret edip Burdur’a vardık.Burdur güzel bir şehir. Gece pek göremedik. Öğretmenevini aradık. Yolda gelirken bugüne kadar, bunca yıldır neden buralara gelmediğimizi düşündük. Sohbet sırasında eşim ilginç bir anısından söz etti. İstanbul Erkek Lisesinde okurken yatılı kalırmış. Burdurlu çok yakın bir arkadaşı varmış, yıllardır görüşmemişler. Adını ve soyadını hiç unutmamış. Aradan yıllar geçmiş kim bilir nerededir diye konuştuk. Neyse Öğretmenevine vardık. Temiz düzgün bir yer.(Kişi başı oda, kahvaltı 40 TL)Valizlerimizi arabadan almak için indik. Bir baktım eşim hemen Öğretmenevinin ( Mehmet Akif Ersoy Öğretmenevi) yan binasının önünde durmuş hayretler içinde binanın ismine bakıyor. Yandaki spor salonuna arkadaşının ismi verilmiş, şok olduk. Hemen yaşlı birilerinden arkadaşının nerede olduğunu öğrenmek istedik maalesef vefat etmiş. Ailesi halen Burdur’da bir fabrika işletiyormuş. Heyecanla aradık, mesaj bıraktık,ama dönen olmadı. Hem hüzün hem sevinç yaşadık. Dünya.

Şöyle biraz cadde boyunca yürüdük. Çok yorgun olduğumuz için erken döndük. Ertesi gün sabah Burdur Arkeoloji Müzesine gitmek üzere çıktık. Resepsiyondaki bayan bize yolu tarif etti. Öğretmenevine yakın olduğu için yürüyelim şehri görürüz diye düşündük. Güzel bir cadde. Halk güler yüzlü, aydın. Artık Anadolu’da böyle bir şehir kalmadı diye düşünüyorduk ama Burdur ile karşılaşınca çok şükür yanılmışız, hala böyle bir şehir varmış dedik. Sağlı sollu dükkânlar, lokantalar, mağazalar. Turizm Bürosunu görünce şehir hakkında bilgi almak istedik. Buradaki ören yerlerini ve şehrin önemli eserlerini işaret eden bir maket ile karşılaştık. Biraz daha ilerleyince Atatürk Anıtı, Mete(Oğuz Han)M.Ö 224-174 Hun İmparatorluğunun Hakanının bir heykeline rastladık. Yine Türk Tarihinin ilk yazılı abidesi olan Orhun Abidesini gösteren bir heykel ilgimizi çekti.
Burdur’da diğer şehirlerden farklı olarak İlk Türk büyükleri ve yapıtlarına ilgi fazla. Otobüs durakları çok güzel. Burası genelde soğuk bir şehir olduğundan duraklar kapalı ve düzgün. Burdur şekerlemeleriyle ünlü. Ceviz ezmesi çok leziz. Eşe dosta mutlaka almalı.

1969 yılında açılan Arkeoloji Müzesi sizi sevimli minik bir bahçe ile karşılıyor. 67.bine yakın eser barındırıyor. Daha sonra gezmeyi planladığımız ören yerlerinden önce burayı görmemizin bize iyi bir fikir vereceğini biliyorduk. Bugün gideceğimiz Sagalassos ve Kybra Antik kentlerinden çıkarılan eserler bu müzede sergileniyor. Çok iyi kurgulanmış güzel bir müze. Fazla büyük değil ama kent hakkında oldukça iyi bilgi veriyor.
Burayı gezdikten sonra bir an önce Sagalassos’a gitmek istiyoruz. Çok fazla zamanımız olmadığı için bugün Burdur’u gezmeliyiz. Yolumuzun üzerinde çiçekler içinde harika bir park bulunuyor. Bir çay molası vererek Ulu Camii yanındaki Burdur Saat kulesini görebilmek için hafif bir yokuş tırmanıyoruz. Kule kesme taştan ve tepesindeki saatini çevreleyen bir balkon ile hoş gözüküyor. Şehirlerin saat kuleleri her zaman ilgimi çekmiştir. Nedendir bilmem. Şehrin buradan muhteşem manzarasını seyrediyoruz. Her taraf yeşil. Eskiden kalma ahşap evler fevkalade bir görünüm oluşturmuş. Evlerin üzerinden geçen kablolar kötü olsa da bu büyüleyici manzarayı bozamıyor. Burdur şehrinde insanlar bir film setinde gibiler. Her şey sakin olması gerektiği yerde.

Yavaş yavaş dar sokaklardan dolana dolana aşağıya iniyoruz. Öğle yemeğini yedikten sonra Antik Kent gezilerine başlayacağız. Yemeği tavsiye üzerine gittiğimiz Özsarı Kebap ve Pide Salonunda yiyoruz. Et yemekleri servis mükemmel. Ayrıca sahibinin güler yüzlüğü, efendi konuşmaları ve lokantanın sevimliliğini görünce bize neden buranın önerildiğini anlıyoruz.
Burdur her an insanı şaşırtabiliyor. Şehirden çıkıp yine yollara düştük. Yollar gayet güzel. Yaklaşık 30 km sonra Ağlasun ilçesine vardık. Burdur’dan sonra burası hiç gelişememiş bir yer. Her şey keşmekeş.
Meydanda bir anıt çınar ağacı yükseliyor. Dallarına betondan destek yapılmış. Yaşının binin üzerinde olduğu tahmin ediliyormuş. Doğru dürüst ağacı tanıtan bir yazı yok. Öyle kendi haline bırakılmış. Buradan Sagalassos Antik Kenti çok yakın. Yol pekiyi olmasa da fena değil. Sagalassos dağların tepesinde bir Antik Kent.

Ovaya bakıyor. Manzara olağanüstü. Dağlardakar, havagüneşli. Pek sıcak olmasa da çok soğuk değil. Kentin ilk tarihinin M.Ö 10.000 yıllarına dayandığı düşünülüyor. Kentte seramik eşya yapımı oldukça fazlaymış. Zaten birçok örneğini müzede görmüştük. Burada yaşayan Luviler hakkında bilgiler son derece kısıtlı. Kent adını bu dilden almış. Sagalassos tarihinde en adı geçen isim Roma’nın ilk İmparatoru Augustos. Kent birinci yüzyılda altın çağını yaşamış. Daha sonra on üçüncü yüzyılda halk veba ve deprem yüzünden kenti terk etmek zorunda kalmış. Bu sıralarda buraya gelen Selçuklular Ağlasun’a yerleşmişler. Kentin ilk keşfi XIV. Louis’nin görevlendirdiği Fransız bir diplomat tarafından gerçekleşmiş. Arkeolojik araştırmalar çeşitli aralıklarla yabancılar tarafından sürdürülmüş. Şimdilerde Burdur Üniversitesi Öğretim Görevlileri tarafından çalışmaydevam ediyormuş. Ama yine Belçika Leuven Üniversitesi görevlileri önderliğinde. İnsan ister istemez kendi kendine soruyor. XIV. Louis’nin ne alakası var. O kadar güzel bir Kent ki; sözcükler yetersiz. Görevli bize yeni açılan bir yer mozaiğini gösteriyor. İnanılmaz. Kütüphane binasının tabanıymış. Anadolu sen neleri saklıyorsun?

Kaya mezarları, agorası, Heroon’u, AntikTiyatrosu, AntoninlerÇeşmesi, NeonKütüphanesi, metal ve kireç eritme fırınları, Cladios kapısı, Roma hamamı ile belli ki çok güzel bir şehirmiş. Epeyce tırmanıyorsunuz. O zamanlar birçok nedenlerle yükseklere yapılan bu şehirler şimdilerde bizlerin çıkmakta zorlandığı yerler. Sanki insan nesli çağlar boyunca eskiyor. Yıpranıyor. Bu kenti gezmek için en az üç saat ayırmalısınız. Her bölümde şöyle bir soluklanıp ovayı, yüksek dağları, kısacası manzarayı seyredip halkın nasıl yaşadığını düşünmek beni fazlasıyla mutlu etti.. Girişte yine buraları seyredebileceğiniz bir teras kafe bulunuyor. Bir çay içelim istedik. Ama üzülerek söylüyorum temizlik diye bir şey yok. Neden hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyoruz diye yine üzülmek düştü bana. Bekçi çok güler yüzlü yardım sever ama iyi niyet ne yazık ki desteklenmedikçe hiçbir şeyi çözmüyor.
Kıvrıla kıvrıla Ağlasun’a inen dağ yolunun üzerinde ağaçlar içinde bir otel görünce içeri girip bilgi almak istiyoruz.

SagalassosLodge&Spa broşüründe “Toroslarda huzurlu ve sağlıklı bir mola.” yazıyor. Gerçekten de öyle.Çok zevkli tabloların bulunduğu giriş, en ufak detayına kadar düşünülmüş dekor.Eminim kalsak bizi fazlasıyla mutlu edebilecek bir yer. Buradan Yeşilbaşköy’deki tarihi değirmeni görmek amacıyla aşağıya doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Değirmen 300 yıllık bir geçmişe sahip. Çalışır durumda ve tescilli bir su değirmeni. “300 yıllık Taşınmaz Kültür Varlığı” .Doğal bir müze. Kapısını kapalı görüp üzüldüğümüz esnada biri gelip kapıyı açıyor. Ey nazlı kaynak suyu gürül gürül akıyor. Bahçe muhteşem. Burası Torosların eteğinde 1300 metrelik bir rakımda. Mis gibi bir hava. Yeşilbaş Köyü kirazı ve alabalık tesisleriyle ünlü. Ayrıca bu değirmenin bahçesinde tamamı organik ürünlerden oluşan kahvaltı da yapılıyormuş. Suyun kenarında hoş olur. Değirmenin içi müze gibi. Bizi gezdiren kişi unun mısır, buğday ve çavdardan nasıl elde edildiğini anlatıyor. Değirmen Antalya’ya bir saatlik mesafede olduğu için buradan gelen gezginlerin uğrak yeriymiş. Ne güzel, bir tarihi esere sahip çıkılmış. Yıkıp yerine başka bir şey yapılmamış. Antalyalılar özellikle un almak için geliyorlarmış. Biz de mısır unu aldık. Pek leziz ve doğal. Yavaş yavaş akşam karanlığı çöküyor. Güzergâh yeniden Burdur’dan geçiyor ama içine girmiyor ve biz Burdur Gölü kıyısı boyunca ilerliyoruz. Göl kıyısına güzel evler sıralanmış. Herhalde Burdurluların yazlıkları. Aynı zamanda çadırlarda restoranlar. Biraz Arap esintileri. Biz de böyle bir yere giriyoruz. Burası bir aile işletmesi. Pek güler yüzlü insanlar. Büyük bir çadır. İçerde bir sultan tahtı, halılar kilimler, yer masaları, çoluk çocuk yemek yiyenler. Servis pek güzel. Ama fiyat öyle az değil. Kim bilir, belki turistiz diye. Yemekten sonra Gölhisar’a doğru yol alıyoruz. Akşamı orada geçireceğiz.