Beste Serim Erbak: Elazığ (Gakgoş)- Harput

ELAZIĞ (GAKGOŞ)- HARPUT (2013 Eylül)
Sabah kahvaltıdan sonra ilk işimiz Malatya’dan kalkan minibüslere koşturmak oldu. Her yarım saatte bir yola çıkıyorlar. Elazığ aşağı yukarı bir saat 20 dakika sürüyor. Kişi başı gidiş-dönüş 20 Lira veriyorsunuz. Araçlar çok yeni. Konforlu bir yolculuktan sonra Elazığ’a varır varmaz dönüş biletimizi ayırtıyoruz.

Gelip giden fazla olduğu için öyle istediğiniz zaman yer bulmak zor. Dönüş için en son araba saat 20.00’de.Ayrıca Doğu Anadolu’da hava batıdan daha erken kararıyor, bunu da hesaplamalı. Malatya, Elazığ yolu çok düzgün. Zaman zaman Fırat Nehri’ni izleyerek yol alıyoruz. Sarı yeşil ve mavinin tonları bize eşlik ediyor.

Karakaya Baraj Gölünden geçiyoruz. Yolda yolcular inip biniyor. Dikkatimi çeken her yolcunun inerken şoföre teşekkür etmesi. Son durakta bir taksi ile anlaştık. Bizi Harput’a götürecek. Merkezden yedi kilometre mesafede.
Elazığ sakin bir şehir. Girişte binaların düzeni fark ediliyor. Anlaşılan yeni şehir bir plan dâhilinde inşa edilmiş. Elazığ aşağıda bir ovada yayılırken Harput ise yüksekte. Zaten Elazığ uzun yıllar Harput diye anılmış. Şehrin ilk kuruluş yeri Harput. Kıvrımlı yolu izleyerek tepeye ulaşıyoruz.

Tabi ilk önce gözümüze çarpan Harput kalesi. Diğer adıyla Süt Kalesi. Beyaz renkte kale tüm heybetiyle yükseliyor. Anlatılanlara göre kale yapılırken su olmadığı için harcına süt konmuş. Onun için beyazmış. Urartular zamanında yapılmış. Tüm ovaya hâkim. Bu bölgede çok fazla evliya, yatır bulunuyor. Bir tanesi benim ilgimi çekti. Arap Baba
Türbesi. İlk önce burayı görmek istedim. Türbeye bakan imam burayı kilitleyip ezan okumaya gittiği için ziyaretçiler kapıda kuyruk olmuş. Arap Baba adlı kişinin cesedi 700 yıldır çürümeden duruyormuş. Bir cam sanduka içinde bulunan kişi ziyaretçilere gösteriliyormuş. Merakla bekliyorum. Kafası vücudundan ayrıymış. Başımı eğerek küçük bir kapıdan giriyorum. Ceset yeşil bir örtü ile örtülü. Ne yazık ki açmıyorlar. Ve ben göremiyorum. Anlatılanlara göre derisi bile duruyormuş. Bu tıbben mümkün değilmiş. Kim bilir belki de bir çeşit mumyalama işlemi yapılmıştır diye düşünüyorum.
Şoför daha sonradan gelip bizi alacaktı ama burası o kadar yokuş ki bir yerden bir yere gidebilmek için -en azından bizim için diyelim- araba şart.
Taksiyi bırakmıyoruz. Kaleden önce Meryem Ana Kilisesine gidiyoruz. Sadece bahçesine giriyoruz. Süryani kilisesi çok eskilerden kalma.. Kalenin içi ise bakımsız tahrip olmuş. Şoförün dediğine göre herkes burada altın aramış. Her yeri kazmışlar. Üzüldük. Böyle bir eser bu halde. Bazı yerleri restore edilmiş ama… Ne yazılar doğru dürüst ne de çevresi. Taksi ile vedalaşıp dolmuş ile dönmeyi planlıyoruz. Zira her on beş dakikada bir dolmuş varmış. Tam tepede bir kafe var.

Balak Gazi’nin devasa heykelinin bulunduğu yerde kahve içmenin keyfini yaşıyoruz. Manzara harika. Keban Baraj Gölü’nü seyrediyorsunuz. Bugün tatil günü olduğu için Elazığlılar buraya gelip mangal yakarak piknik yapıyorlar. Hatta o kadar abartmışlar ki cami duvarının dibinde bile mangal yakmışlar.
Kalenin içindeki zindanlar şu an kapalı durumda. Aslında bu zindanlar oldukça önemliymiş. Elazığlılara Gakgoş deniliyormuş. Bu adın yazıldığı masa örtüleri var. İlgimi çekti. Kaleye yakın yamuk ve tombul minaresi ile Ulu Camiye gidiyoruz. Anadolu’nun en eski yapılarındanmış. İçi de dışı da çok değişik. Bahçesindeki dut ağacı da tıpkı minare gibi eğilmiş.

Yol üzerinde kendi işledikleri örtüleri satan satıcılar var. Ayrıca yöresel hatıralık eşyaların bulunduğu dükkânlar sıralanmış. Aşağıya doğru ilerleyince restore edilmiş evler hoş görünüyor. Bir tanesi Butik Otel. Oldukça güzel. Bir o kadar da pahalı.

Meydana doğru bir heykel ilgimi çekiyor ama altında hiçbir yazı yok.
Sanırım buradaki evliyaları simgeliyor. Bir de Dabakhane Suyu denilen şifalı suyun bulunduğu tesisler var. Birçok hastalıklara iyi geliyormuş. Bana çok ta bakımlı görünmedi.

Akşam yemeğini Elazığ’da yemeğe karar verdik. Bindiğimiz dolmuş ağzına kadar dolu. İnsanlar ayakta gidiyor. Elazığ’a varınca yöresel yemeklerin yapıldığı bir lokanta soruyoruz. İçli köfteyi sulu yapıyorlar. Bir de Gömbe denilen bir tür börekleri var ki leziz mi leziz.

Çedene Kahvesi, Orcik şekeri, Ağın Leblebisi alıyoruz.
Leblebiden az aldığım için üzülüyorum. Muhteşem bir tadı var. Sekiz köşeli kasket arıyorum ama geç olduğu için dükkânlar kapanmış. Daha sonra bu kasketlerden Adıyaman’da buldum. Hava iyice kararıyor. Sekiz arabasına yetişiyoruz. Şehir merkezden otogara servis var. Yolda polis arabayı durdurup kimlik kontrolü yapıyor. Malatya’ya dönüyoruz.
Harput beni etkiledi. Burada zaman yetmedi. Kesinlikle arabayla gelip çevreyi dolaşmalı. Gizemlerle dolu…