Beste Serim Erbak: France – Pays de la Loire Nantes, “LU” Petit-Beurre Bisküvi, Düşes Anne, 2017

5 Nisan 2017 sabahın erken saatlerinde İzmir Adnan Menderes Havalimanındayız. Yine Fransa, yine Fransızca. Sevgili öğrencilerimle Fransa Uluslararası Tiyatro Festivalinde Ülkemizi temsil edeceğiz. THY ile önce İstanbul, oradan da Paris Charles De Gaulle Havaalanına iniyoruz. Uzun bir yolculuk sonunda yerel saat ile 17.00’de Paris’e varıyoruz.

Her zaman güzel yemekleriyle ünlü THY ne yazık ki bu sefer bizi hüsrana uğratıyor. Hem miktarlar az hem de hiç lezzet yok. Beklediğimiz gibi bir hizmet alamıyoruz. Alanda bizi karşılayan otobüsümüz ile Nantes şehrine doğru yeniden yola çıkıyoruz. Şoförümüz uzun yıllardır Paris’te yaşayan bir Türk. Sohbet ederek yol alıyoruz. Seyahatimiz devam ediyor. Yaklaşık 400 km’lik bir mesafeyi daha aşmak zorundayız. ” Coeur de Blé” ‘de akşam yemeğimizi yiyoruz. Güzel bir kafeterya zinciri. Bu arada saati 21.00 oluyor.

Paris – Nantes oldukça uzun bir etap. Ancak saat 22.30’da Nantes şehrine girebildik. Gece şehri şöyle bir gördük ama daha sonraki izlenimlerimi de katarak söyleyebilirim ki Nantes tam da yaşanabilecek bir yer. Çevre dostu bir şehir. Çok sayıda park ve yeşil alan, bisiklet yolu barındırıyor. Plaja araba ile bir saat mesafede.

Öğrencilerimizi Fransız ailelere teslim ettikten sonra Nantes merkezinde eski bir apartmanın bir katında yorgun bir gece geçiriyoruz. Apartmanın baktığı caddedeki tüm tarihi evler restorasyon görmüş. Giriş kapısı oldukça ağır. Eski İstanbul evlerine benziyor. Tavanlar yüksek. Evin önündeki cadde trafiğe kapalı. Çiçekler içinde yemyeşil. Taş binalar, ferforje balkonlar.

Burası le cours Franklin-Roosevelt caddesi.1930 ve 1940 yılları arasında yapılmış yapılar hoş bir görünüm oluşturuyorlar.

Evin önünden geçen tramvay 1879’da hizmete girmiş. Avrupa’nın ve Fransa’nın en eski tramvay hattı olduğu söyleniyor.

Nantes Fransa’nın batısında Atlantik kıyısına 50 km mesafede bir şehir. Pays de la Loire bölgesinin başşehri. Tarihte Kelt işgalinden sonra Nantes, Galyalı bir halk olan Namnètes’lilerin başkenti olmuş. Loire ve Erdre nehirlerinin birleşim noktasında. Yeşilin her tonunu barındırıyor.  Rengârenk çiçekler ile çevrili.

Sabah tramvay ile Nelson Mandela Lisesine gidiyoruz. Lise binası Fransa’nın ve bölgenin en modern, en yeni yapılarından biri.

2014 yılında eğitim öğretime başlamış. Uluslararası bir lise. Fransız, Alman, İngiliz ve İspanyol öğrenciler öğrenim görüyor. Türk öğrenciler, sayıları az da olsa, bu uluslara dâhil. Onlardan bir tanesi ve ailesi bizim tüm grubumuzu ağırladı. Ülkemin insanları her yerde misafirperver. Lise aynı zamanda yatılı bir okul. Öğle yemeğimizi okulun yemekhanesinde yiyoruz. Öğrencilerimiz derslere katılarak, Fransa’da eğitim konusunda bilgi alıyorlar.

Okulun hemen yakınında bulunan bahçe ve park “Le Jardin des Cinq Sens” , 1984 yılında yapılmış. Bölge sakinlerinin ve özellikle de engellilerin farklı algı biçimlerini teşvik etmek amacıyla açılmış. Farklılaştırılmış zeminlerin doğası, kabartmalı pişmiş toprak, bitki ve çiçek kokularının yanı sıra sanatçı Orélio Vignando’nun iki heykeli, müzikli bir çeşme ve dokunuşla okunabilen bir güneş saatinin yer aldığı park Loire-Atlantique CAUE mimarlık, şehir planlama ve geliştirme bölümü ödülünü almış. Gerçekten çok değişik. Alışık olmadığımız bir tarz.

Okul çıkışı yürüyerek şehrin merkezine gitmeyi planlıyoruz. Okulun karşı çaprazında büyük bir alışveriş merkezi dikkat çekiyor.”Beaulieu- Nantes”.Uzun metalik yapraklarla süslü değişik, modern bir yapı.

Loire nehri üzerinde, Rotonde köprüsü kıyısında tarihi bisküvi fabrikası “LU” mavi, beyaz, mor, kırmızı süslemeleri ve çok değişik mimarisiyle hemen fark ediliyor. Fabrikanın hikâyesine göre 1846’da iki pastacı Pauline-Isabelle Utile ve Jean-Romain Lefèvre, Nantes yakınlarında bir pastane kuruyorlar. 1882’de en küçük oğulları Louis Lefèvre-Utile aile şirketini satın alıp ,yaptıkları bisküvi üretimini sanayileştirmeye karar veriyor. 1886’da ünlü Petit – Beurre’ü yaratarak 1887’de LU şirketini (Lefèvre-Utile’nin baş harfleri) kuruyor. O zamandan beri, hala Loire-Atlantique’deki Haye-Fuassière’deki “LU” fabrikasında yapılan bu bisküvi hiç şekil değiştirmemiş. Kalitesi yüksek bisküviler ile Nantes’ın adını tüm dünyaya duyurmuş. Bizim de çok iyi bildiğimiz “Petit-Beurre” bisküvi ilk defa burada yapılmış. Petit – Beurre-LU-Nantes unvanı 1886’dan kalma. Petit-Beurre, köşelerinde dört büyük “kulağı” , üzerinde 24 deliği olan bir tür dişli bardakaltlığı peçete gibi görünüyor. Bu tabii ki bir tesadüf değil. LU bisküvisinin şeklinin gizli bir anlamı var.  Üzerinde çay servisi yapılan Amerikan servislerinden esinlenilmiş gibi görünse de dişleri ve delikleri, Utile’in kendi açıklamasıyla “Zamanın bir alegorisi”. Petit-Beurre, yılın 52 haftasını temsil eden 52 dişe sahip. (Dört büyük köşe dâhil). Dört “kulak” dört mevsimi simgeliyor. Ve onu delen 24 nokta günün 24 saatini çağrıştırıyor.  Un, tereyağı, şeker ve sütten, sır gibi saklanan bir formül ile yapılan LU’nun Petit-Beurre’ü şeklinin gizli anlamıyla “Küçük Tereyağı Adası” (İsminin Türkçe anlamı)tüm yıl boyunca ve günün herhangi bir saatinde yenebileceğini ispatlıyor. Şimdilerde bina sanat merkezi olarak kullanılıyormuş.

Köprüyü geçerken poz vermeyi ihmal etmiyorum. Nantes tarihi köprüler şehri.

“Malakoff” tan düz devam ederseniz şehrin merkezine ulaşıyorsunuz. Oldukça modern binalar ile çevrili bir yoldan geçiyoruz. Merkezde büyük bir ortaçağ kalesi yer alıyor. Burası Nantes’ın simgesi. “Château des Ducs de Bretagne” “Brittany Düklerinin Şatosu”. Girişinin karşı tarafında Nantes Turizm Bürosundan şehri ve çevreyi tanıtan birçok hediyelik eşya almak mümkün. Buradan bir rehber bize kaleyi ve eski şehri gezdirecek. Şatonun yapımına XIII. yüzyılda başlanmış. Bretagne Bölgesinin son dükü olan II. François tarafından yaptırılmış. François’nın kızı Anne iki kez Fransa Kraliçesi olmuş. Nedeni ise Fransa kralları VIII. Charles ve XII. Louis ile yaptığı evliliklermiş. Şatonun mimarisinde çeşitli stiller kullanılmış. Özellikle de İtalyan Rönesans’ının mimarisinden yararlanılmış.

1532’de Bretagne’nın tam olarak Fransa’ya bağlanmasıyla birlikte burası XVI. ve XVII. yüzyıllarda Fransa krallarının yazlık ikametgâhı olarak kullanılmış. Daha sonraları askeri karargâh ve hapishane olarak hizmet vermiş. Aynı zamanda müze ve bir kütüphane barındırıyor. Bahçesindeki kuyunun üzerinde ferforjeden kondurulmuş taç oldukça güzel.

Şato beş asırlık tarihi barındırıyor. Açılıp kapanan bir köprü ile şatonun avlusuna giriyorsunuz. Âdeta bir Ortaçağ masalının kahramanı oluveriyorsunuz. Kalede kraliyet ikametgâhı büyük bir avlu ve kuyu bulunuyor. Kalenin etrafını çevreleyen surların üzerinde yürünebiliyor böylece şehrin çeşitli yönlerden manzara seyretmek, Nantes’ı görmek mümkün oluyor. Kalenin avlusunda konser, Breton baloları gibi birçok etkinlik düzenleniyormuş.

Etrafı çimenler ve suyla çevrili. Halk çimlerde piknik yapıyor. Muazzam bir dinginlik,  çok güzel bir ortam.

Çıkışta hemen sağa döndüğünüzde sizi sokakta doğduğu şatoya doğru yürüyen Kral II. François’nın büyük kızı Anne karşılıyor. Anne, Nantes’lılar için oldukça önemli tarihi bir kişilik.11 yaşında düşeş unvanını alıyor ve daha önce de söz ettiğim gibi iki defa Fransa Kraliçesi oluyor. 1491-1498 ve 1499-1514 yılları arasında. Bronz heykel, sanatçı Jean Fréour tarafından yapılmış. Heykellerin kaideler üzerinde yükselmesine alıştığımız için böyle bizimle aynı hizada yürüyen kraliçe çok hoş bir görüntü oluşturuyor.

Dar sokaklarda ilerlemeye devam ediyoruz. Kolaylık olsun diye turistlerin izlemesi gereken yollar yerlerde sarı çizgi ile belirtilmiş. İyi bir fikir.

Rehberimiz en eski bölgelerden en yeni bölgelere doğru bizi götürüyor. Bir sokaktan çıktığımızda Nantes Katedrali ile karşılaşıyoruz.(Saint-Pierre ve Saint Paul) Katedrali. Gotik tarzda yapılmış, beyaz taşların kullanıldığı bir yapı. Ön yüzünde iki kulesi var. Mimarisi Paris’teki Notre-Dame katedraline benziyor. İçerisinde II. François ve onun ikinci hanımı olan Marguerite de Foix’nın mezarları bulunuyor. Katedralin inşaatı 450 yıldan fazla sürmüş. Bu mezarlar binanın altında mahzen mezarlar olarak gezilebiliyor. Orada birçok değerli eşya var. Katedral II. Dünya savaşı bombardımanı ve yangına maruz kalmış. Daha sonra uğraşılarak yeniden eski haline getirilmiş. Fransa’da yapılan yenileme çalışmalarının en iyi örneklerinden biri olarak bu katedral gösteriliyor.

II. François ve hanımının yattığı yerde onları simgeleyen heykeller var. Başlarının altına yastık koyan melekler. Ve etraflarında Kardinalin dört erdemini temsil eden heykeller. Bir tanesi çok ilginç. Baş, ön ve arka kısmında başka bir yüz taşıyor. Yaşlı yüz geçmişin gücünü, genç yüz ise bilgeliği simgeliyor. Heykeller adalet, güçlü bir ahlak, özen ve bilgelik erdemlerini ifade ediyorlar. Neden bilmem ama bu heykeller beni çok etkiledi.

Ayrıca renkli ışık demetlerinin süzülerek içeri girmesini sağlayan devasa pencerelerin vitrayları muhteşem. Güç simgesi aslan heykeli pençelerinin arasında krallığın bayrağını taşıyor.

Katedralde oldukça büyük sayılacak bir de org var. Oradan çıktıktan sonra eski şehirde dolaşıyoruz. Bouffay semtinde Ortaçağdan kalma evler tahta kirişleriyle pek hoş gözüküyor. Eski evlerin çoğu sahipleri tarafından modern binalar yapmak adına yıkılarak yenilenmiş. Onun için tarihi evler tek tük aralarda sıkışmışlar.

Juiverie sokağına girdiğimizde restorasyon çalışmalarının olduğu “Sainte Croix” kilisesinin üst kısmını görüyoruz. XVII. yüzyılın sonlarına doğru yapılmış. Kiliseye daha sonra 1860 yılında ağırlığı sekiz ton olan bir çan ilave edilmiş. Bu dar sokaklarda oldukça fazla restoran var.

Change meydanında siyah taşlardan yapılmış orijinal bir bina hoşuma gidiyor. Yarı ahşap ev: Eczacılar evi “Maison des apothicaires”.

Marne sokağında daha yeni binaları görüyoruz. Ünlü romancı Jules Verne’nin doğduğu şehir Nantes. Clisson caddesinde doğduğu evi görünce heyecanlanıyorum. Çocukluğumda tüm eserlerini heyecanla okumuş ve çok etkilenmiştim.

Nantes’ın ilk kurulduğu yer Loire nehrinin kollarıyla çevrili  “Feydeau” adında küçük bir adacıkmış. Daha sonra ana kara ile birleşmiş. Nantes nehirlerden etkilenerek başkalaşım geçirmiş bir şehir. XVIII. yüzyılda zengin armatör ev sahipleri özellikle köle ticareti sayesinde servetlerine servet katmış kişiler evlerinin giriş kapılarının en üst kısmına mermerden kendi masklarını yaptırmışlar. Bunlar kurnaz bakışlı ve genelde pek ruhu olmayan suratlar. Kervégan sokağındaki yüzler gerçekten çok ürkütücü.

Bu sokaktan çıkınca La Villestreux Otelini görüyoruz. Neo-klasik tarzda XVIII. yüzyılda yapılmış tarihi otel. “La Petite-Hollande” Meydanında. Bir armatör tarafından yaptırılmış. Buradan Nantes’ın ünlü Pommeraye Pasajına gidiyoruz. Burası mimari bir şaheser olarak kabul ediliyor.1843 yılında yapılmış. Adını genç bir noter olan Louis Pommeraye’dan almış. Noterin tüm servetini burayı yapabilmek için harcadığı söyleniyormuş. Gerçekten muhteşem bir yer. Noter Paris’te çokça olan pasajlara benzer bir yer yaptırmak istemiş. İnşaat üç yıl sürmüş. Pasajın içinde altmıştan fazla lüks mağaza bulunuyor. Neo-klasik stilde yapılmış. Bolca merdiveni olan muhteşem bir bina.

On altı tane melek çocuk heykeli ile süslü. Pasaj, Commerce  semti ile Graslin semtini birbirine bağlıyor. Alçaktan yükseğe doğru kot farkı ile yapıldığı için çok ilginç bir yer. Yapının mimarları Jean-Baptiste Buron ve Hippolyte Durand Gasselin. Güzel bir duvar saati göze çarpıyor. Gerçekten Nantes’a gelindiğinde görülmezse olmaz yerlerden.

Graslin Meydanında Opera binasının hemen karşısında 1895’ten beri hizmet veren tarihi “La Cigale” (Ağustos Böceği ) restoranı inanılmaz güzel. André Breton, Jacques Prévert gibi ünlü edebiyatçılar burada buluşurlarmış. Biz de bu tarihi yaşayalım, soluyalım istedik. İçerisi 1900 ‘lü yıllardan kalma dekorlar, resimler, seramiklerle süslü. Uzun önlükleriyle nazik garsonlar, beyaz masa örtüleri kısacası her nokta bir başka güzelliği yansıtıyor. Yemek için gelirseniz mutlaka yer ayırtmalısınız. Restoranın önünde masaların bulunduğu bir bölüm de var ama içerde olmak daha güzel.

Cigale’in hemen yanında Cambronne parkında, Pierre Jacques Etienne Cambronne adlı bir imparatorluk generalinin heykeli yükseliyor. Burada biraz oturup doğayı dinliyoruz. Akşam “Cours des- 50- Otages”da “Le Break “adlı restorandaki enfes tatlar eşliğinde sakin bir yemeğin ardından evimize dönüyoruz. Yarın Le Mont Saint-Michel’e gideceğiz.