Beste Serim Erbak: Girit Adası – “Ευχαριστώ!” Atina I.Bölüm

Girit Adası
“Ευχαριστώ!”
Atina 2016 I. Bölüm

Yunanistan’ın, Ana kara ve adalarına birçok kez gittiğim halde, Girit Adasına gitmek bir türlü nasip olmamıştı.Seyahate kızım ve ailesi ile birlikte çıkmaya karar verdik.
Girit’ten Türkiye’ye Mübadele ile atalarının geldiği bazı kişilerden bu adanın güzelliğini dinlemiştim. Gerçekten de haklıymışlar. Yunanistan’dan çok farklı. Ayrı bir yer.8303 km2’lik yüzölçümüyle Yunanistan’ın en büyük adası.
MÖ 2600’lere dayanan bir geçmişi barındırıyor. Adaya ilk yerleşen halk hakkında tam bir bilgi bulunmasa da Giritlilerin denizcilik ve ticaret ile uğraştıkları ve bu alanlarda oldukça ilerleyerek zenginleştikleri bir gerçek.

MÖ 75’te Girit, Romalılar tarafından işkâl edilmiş. Ve bir Roma eyaleti olmuş. MS 824’e kadar ada Arapların eline geçmiş.1212’de Venedikliler tarafından kuşatılan ada 1603 yılına kadar onlar tarafından yönetilmiş. Böylece 400 yıl adanın sahipleri Venedikliler olmuş.1717’de ise Girit tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmiş. Ancak 1913 yılında Yunanistan ile birleşerek onun topraklarına katılmış.

1923 yılında yapılan Lozan Konferansında Türk-Yunan Hükümetleri arasında imzalanan Mübadele Antlaşması ile Yunanistan’daki Müslüman ve Türkiye’deki Ortodoks nüfusun karşılıklı olarak yer değiştirilmesi kararı alınmış. Bu karar Girit adasını da kapsamış. Adada yaşayan yaklaşık 25-30 bin civarındaki Müslüman Türk nüfusun göçü gerçekleşmiş. Ada şehirlerinden Kandiye, Resmo ve Hanya en fazla göçün yaşandığı yerler olmuş. Bu muhacirler Edremit, Ayvalık, Darıca, Gemlik, Mudanya, Bodrum gibi genellikle zeytin yetiştiriciliğinin ağırlıkta olduğu yerlere yerleştirilmişlerdir. Seyahate çıkmadan yaptığımız araştırmalara göre Girit’e en kolay ulaşımın, adaya Atina’dan uçakla geçmek olduğu kanısına vardık.

Zira gemi yolculuğu hem çok uzun sürüyor hem de pahalı. Okuduğum seyahat yazılarında bu konu ile ilgili tam bir bilgi alamadım. Hemen hemen her gezgin bir turla adaya gittiği için gemi ulaşımını kullanmış.
“Aegean Havayolları” ile 2016 yılının 13 Temmuzunda İzmir’den direk Atina’ya uçtuk. Uçağı görünce biraz ürkmedik değil. Çok küçük, eski bir model. Ama pilotlar usta, bir sıkıntı yaşamadık. Bu uçaklarda bir de valiz sıkıntısı oluyor. İki kişi tek bir valiz almak zorunda kaldık.

Sabah erken saatte Atina Eleftherios Venizelos Havalimanına vardık.Çok büyük değil ama düzenli.Havaalanı içinden Syntagma metro tren istasyonunda indik. Metroya varmak için yürürken duvarlarda harika fotoğraf sanatı çalışmaları gördük. Metro ile ulaşım rahat ve ekonomik. Otelimize varabilmek için biraz yürüdük.

Atina sokakları İstanbul sokaklarına benziyor. Eski taş binalar. Ana caddede yürüyoruz. Binalar çok bakımlı değil. Bazı duvarlara grafitiler çizilmiş.”Dua eden eller”Grafitisi, Enerji Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve Atina Güzel Sanatlar Okulu işbirliği ile yapılmış.

“Snowblind” Yunan halkını Hepatit B ve C ‘ye karşı uyarmak amacıyla yapılmış.Grafiti sanatçıları muhteşem eserler ortaya koymuşlar. Oldukça detaylı çizilmiş. Sanatçılar halkı uyarma, dünyada ya da ülkelerinde olan bir olguya dikkat çekmek amacıyla büyük bir duvarı tual olarak kullanıyorlar. Aslında çok başarılı. Günlük yaşam karmaşasında insan önünde yükselen büyük bir resmi görmemezlikten gelemiyor. Otelimizi sora sora buluyoruz.

“Best Western My Athens Hotel”.Keramikou caddesinde. Oteli seçerken merkeze yakın olsun istemiştik. Burası gerçekten her yere yürüyüş mesafesinde. Ayrıca oldukça güler yüzlü bir personel var ve Türklere alışıklar. Anlaşılan bu otel yeri dolayısıyla bayağı tercih ediliyor. Erken olduğu için bavullarımızı bırakıp kahvaltıya iniyoruz. Odalar dar ama temiz. Fiyatı da oldukça iyi.
Artık Atina’yı gezmek üzere yola koyulma vakti. Yunanistan’a özgü simitlerin satıldığı ufak tezgâhlar. Her yerde bir yazı. Sokaklarda bir karmaşa hâkim.
Yol bizi Klathmonos Meydanına götürüyor. Burada Yunanlı heykeltıraş VassilisDoropoulos’un 1987 yılında yaptığı “Ulusal Barış” adlı üç kadın figüründen oluşan modern heykeli çok hoşuma gitti.

Kolokotroni Meydanında, şimdi “Ulusal Tarih Müzesi ” olan eski Parlamento Binasının önünde,heykeltıraş LazarosSochos tarafından yapılan Yunan bağımsızlık savaş lideri TheódorosKolokotrónis’in heykeli bulunuyor.
Yunanistan’a 1875-1895 yılları arasında başbakanlık yapmış olan politikacı HarilaosTrikupis’in heykeli altındaki melek figürüyle yeşillikler arasından yükseliyor. Bu arada dikkatimi çeken hemen hemen her yapının her eserin çizgilerle yazılarla doldurulmuş olması. Buüzücü. İnsan turist gözüyle gezdiğinde bunların farkına varıyor. Hava oldukça sıcak. Biraz serinlemek için dondurma almak istiyoruz. Hemen cadde üzerinde bulunan Konstantinidis Pastanesine giriyoruz.1920’den beri çalışıyormuş. Çok güzel tatlılar ve dondurma var. Ayrıca satıcılar güler yüzlü. Burası oldukça hoşuma gitti. Yunanistan’ın en iyi pastanelerinden olduğu söyleniyor.

Çıkışta bir kafeye oturup bir şeyleriçiyoruz. AzzurroCafe.Bu sırada karşımızda duran bir balon satıcısından torunuma balon almak isteyince satıcı bizimle Türkçe konuşmaya başlıyor. Gürcü’ymüş ve Türkçe biliyormuş. Daha sonra böyle birçok satıcıya rastladık. Anlaşılan Yunanistan da bayağı göç almış.XI. yüzyıldan kalma bir Ortodoks kilisesi ortada duruyor. PanaghiaKapnikarea kilisesi, Ermou sokağında yaya yolunun bitiminde Plaka bölgesinin modern binaların arasında kalmış. Sanki yıkılmış da öylesine toparlanmış bir hali var. Bir sokaktan tepedeki Parthenon gözüküyor. Bir kez gezmiştim ama yarın daha detaylı bir gezi yapacağız.
Karnımız acıkınca tipik Yunan lokantalarının bulunduğu bir sokağa geliyor ve birine oturuyoruz. “Bairaktaris” Aslında ismini görünce hoşumuza gidiyor. Nitekim başka Türkler de geliyor. Duvarlarda birçok fotoğraf var. Yemekler fena değil. Dışarıda da bir kahve içtik. Canlı müzik hoş. Yunan havaları çalıyor.
Yeşillikler arasında güzel ve keyifli bir ortam. Ama aslında gezdiğimiz her yerde o eski Yunanistan yok. Belli ki halk mali sıkıntı yaşıyor.

Monastraki Meydanına ismini veren Yüzyılda yapılmış PanaghiaPantanassaManastırı. Dikkatimi çeken bu küçük kilise ve şapellerin şehir meydanlarında aralarda kalması. Bu da hoş bir hava veriyor. Modern binaların mağazaların arasında birdenbire karşınıza çıkıveren tarih. Minik ve zarif. Bumanastıra küçük olması nedeniyle Monastraki demişler ve meydanın adı da öyle kalmış. Biraz ilerde bizim usulseyyar meyve ve sebze satıcılarını görüyoruz. İki halkın yaşamı birbirine çok benziyor.
Monastraki Meydanında 1759 yılında Osmanlı Valisi tarafından yaptırılan Tzisdarakis Camii.Şimdi Yunan Halk Müzesi olarak kullanılıyor. Bu arada antika pazarında oldukça güzel değerli parçaları bulabilirsiniz. Mobilyalardan tutun eski objelere cam eşyalara müzik aletlerine kadar aklınıza ne gelirse Abyssinie Meydanında. İlgi alanı antikalar olan biri için gerçekten zengin bir yer. Buradan bir taksiye atlayıp otele dönüyoruz. Biraz dinlenip akşam yemeği için dışarı çıkacağız. Sabahın erken saatlerinden beri yollarda olduğumuz için bir hayli yorgunuz. Atina’yı gece de göreceğiz. Bu arada Sintagma’da uğradığım Ermou caddesindeki Parabita adlı bir mağazada tam da benim zevkime göre giysiler buluyorum. Yazmadan edemedim. Çok değişik tasarımlar.

Şöyle Pantheon’u gören bir terasta yemek istedik.Ama bazı restoranlar çocuk almıyorlar. Bu konuda biraz zorlandık. Ayrıca önceden rezervasyon yaptırmak şart. Zira tüm turistlerin bizim düşündüğümüz şekilde bir akşam yemeği yemek gibi amaçları var. Otelimizin resepsiyonundaki görevliler bize her konuda olduğu gibi bu konuda da yardımcı olup bir yer ayırtıyorlar. Herakleidon’da “Sin Athina” Teras-Bar-Restoran. Epeyce bir basamak yukarıya çıktıktan sonra güzel bir yere ulaşıyoruz. Hakikaten karşımızda Parthenon. Ormanlık bir tepede yükseliyor. Yemekler ve servis muhteşem.
Yavaş yavaş güneş batıyor. Güzel bir manzarada nefis bir yemek. Çıktıktan sonra ana cadde boyunca yürüyoruz. Bizim incik boncuk satıcıları burada da var. Gece pazarı kurulmuş. Türkçe konuştuğumuzu duyan bir antika satıcısı uzun yıllar İstanbul’da yaşadığını anlatıyor. Vatanıymış gibi bahsediyor. Özlem dolu.
İnsanların değişik hikâyelerini dinlemek hem güzel hem de bazen çok hüzünlü oluyor. Hayat gece devam ediyor. Atina çok büyük bir şehir değil. Dönüp dolaşıp aynı yere varıyorsunuz. Geze geze otelimize dönüyoruz.

Ertesi günün sabahı taksi ile Akropolis’in kapısına giderek kuyruğa girdik. Şoför bizi ana kapının oradan değil de yan kapıya bırakmış. Güney yamacı kapısı. Bu arada Avrupa Birliği vatandaşı 65 yaş üzerindekilere bir indirim söz konusu iken,siz eğer birlik üyesi değilseniz bu haktan yaralanmanız imkânsız. Ayrımcılığın bir başka versiyonu. Neyse epeyce bekledikten sonra biletlerimizi alabildik. Fakat oradaki yetkili yanımıza gelerek bebek arabasını bırakacak yerin ana kapıda olduğunu söyleyince kızmadık değil. Düzgün bir organizasyon yok.
Böylece biz de ana giriş kapısına yürümeye başladık. Bu caddede AkrapolMüzesi, satıcılar, faytonlar, bir şekilde girişi hedeflemiş turistler, hızlı adımlarla yürüyorlar.
Hava çok sıcak. Biz de sularımızı alıp yürümeye başladık. Daha tepeye tırmanacağız. Ana giriş kapısı kalabalık. Bebek arabası bayağı sorun oldu.
Yerleştirmek vakit aldı. Bu kadar dünya tarafından tanınan ve bilinen bu yerde bence ona yakışır bir düzenlemeye rastlamak mümkün olmuyor. Girişten sonra hafif basamaklarla yukarıya doğru tırmanıyorsunuz. Demir kapılar ve turnikelerden sonra birdenbire serbest kalıverince biraz sersemledik. Neyse başladık tırmanmaya. Akropol 2005 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesine alınmış.

Aslında Helenistik şehirlerde, şehrin en yüksek yerine verilen ad Akropol. Atina da bu şehirlerin en önemlisi olduğu için tepedeki tapınaklar, bu tür yapılar en bilinenleri. Şehrin önceleri tepe bölümüne yerleşen halkın, daha sonra nüfus artması sonucu buradan aşağıya inmesiyle tepedeki yapılaşma sadece dini bir merkez olarak kalmış. Tarihi M.Ö 448 yıllarına dayanıyor.
Herode Atticus Odeonu, M.S 161’de varlıklı Herode’un kendi adını verdiği ve ölen hanımı için yaptırttığı bir eser. İlk yapıldığında çeşitli tiyatroların oynandığı ve müzik çalgılarının dinlendiği bir anfitiyatro.5000 kişi alabiliyor. Akustiği gayet iyi.Herodot’un ölümünden sonra kimse sahip çıkmadığı için odeon harabeye dönüşmüş. Sadece sahnenin arkasında bulunan duvarı kalmış. Bugün yenilenen anfi tiyatroda birçok konser, opera ve tiyatro eserleri sahneleniyormuş.
Buradan Atina’yı seyredebiliyorsunuz.Atina şehri Pers istilasına uğradığında Yunan birliğini sağlayan Perikles bu kayalık tepede Parthenon Tapınağının yapılması başlatmış. İnşaat tam on yıl sürmüş. Akropolisin tümünün ortaya çıkması için yüzyıl geçmesi gerekmiş. Halen restorasyon çalışmaları devam etmekte. Girişte iyi bir organizasyon olmamasına karşın tepeye vardığınızda adım başı sütunları koruyan görevlilere rastlıyorsunuz. Bayağı abartmışlar. Bizim güzelim Efes’i düşünürsek.
Yok, sütuna değdiniz yok elinizdeki içeceği bırakın gibi… Devamlı uyarı halindeler. İnsan elinde olmadan bir hata yapmayayım diye devamlı tetikte geziyor. Bu da sıkıcı. Kalabalık o kadar fazla ki adım atmakta zorlanıyoruz. Sıcaktan sürekli su içiyoruz. Pantheon’un sütunları arasındaki tahta köprüden geçerek meydana geliyoruz.
Parthenon şehre adını veren Yunan Mitolojisinde Zekâ ve Akıl Tanrıçası Athena adına yapılmış olan bir tapınak. Mitolojiye göre Tanrıların Tanrısı Zeus günün birinde dayanılmaz bir baş ağrısı çeker. Başı o kadar fazla ağrır ki ağrıyı başından çıkarmak için Zeus’un başını yararlar. Bir de bakarlar ki beyninin içine Athena yerleşmiş. Yani Athena, Zeus’un başından doğan tanrıçadır. Mitolojide normal olarak Zeus için yapılmış tapınakların şehirlerin en yüksek yerinde yer alması gerekirken anlatılan bu mite göre nasıl beden altta baş yukardaysa Athena adına yapılan tapınaklar da babası Zeus’un adına yapılmış tapınakların bir üstünde yer alırlar. Özellikle bu olgu, Atina, Bergama ve Priene’de karşımıza çıkar. Zaten adı geçen şehirlerin hepsi Athena’nın kutsal şehirleridir. Antik çağda tapınakların içine insanların girmesi yasakmış. İçeriye sadece din adamları girebilir ve tapınakların içinde tanrıların heykelleri ve halkın getirdiği adaklar hediyeler ve kutsal hazineler bulunurmuş. Halk sadece dışardaki sütunların çevrelediği bölüme girilebiliyormuş. Esas tapınağın içi kalın duvarlarla kaplıymış.(Naos denilen bölüm)
Erechteion Tapınağı Akropol’ün en son yapısı. Heykellerin asılları müzede. Buraya kopyaları konmuş. Athena adına yapılmış. Bu yapıyı büyük tapınaktan daha fazla beğendim. Tam Parthenon’un karşısına bir seyir tepesi yapmışlar. Herkes çıkmak için yarışıyor ama diğer taraflardan bir farkı yok. Bazı yerlerde zeytin ağaçları var. İnanışa göre zeytin ağaçları barış ve refahı simgeliyor. Aslında doğru.
Tepeden inerken bir de antik tiyatro “Dyanisos” bulunuyor. Biz sadece yukarıdan bakmakla yetindik. Aşağıya kadar inemedik. DönüştePlaka ‘ya gitmek için fayton keyfi yapmaya karar verdik.
Artık yemek zamanı Plaka ‘da bir dizi restorandan birine oturduk. Bu arada menü tamamen Yunanca. Ancak siz sorarsanız o zaman Latin alfabesiyle size sorduğunuz yemeğin adını yazıyorlar. Geleneksel Yunan mutfağının sunulduğu restoranlar bu sütunun (Lysicrate)etrafına sıralanmış.
Böyle olunca da bu tarihi sütun nedir diye merak ettim. Antik çağda her dört yılda bir Mitolojide Şarap Tanrısı Dionysos adına yarışmalar düzenlenirmiş. Özellikle korolar, müzisyenler, yazarlar bu yarışmaya katılırlarmış. Şehrin ileri gelen zenginleri bu sanatçıları mali olarak desteklerlermiş. Sütunun tepesinde küçük bir taç var. Bu yarışmayı anlatmak için şehrin ortasına dikilmiş. Koro şenliğine birinci olan kişinin anısına zengin halktan bir destekçi tarafından.

Yemekler ve ortam çok güzel. Özellikle balık tam kıvamın dakızarmış. Ağaçların arası ufak zarif Yunanistan’a has detaylarla süslenmiş.
Yemekten sonra biraz daha dolaşıp otele döneceğiz. Zira bugün Girit Adasına uçacağız.Ayrıca buraya gelmeden çok methini duyduğum Brettos’a da uğrayacağız. Ve tabii Yunanlı askerlerin devir teslim törenini izlemeden olmaz. Atina’ya böylece iki tam günü ayırmış olduk.
Brettos, Atina’nın en eski içki fabrikası. İlk defa 1909’da üretime başlayan fabrika Plaka’da. O zamanlar buranın kurucusu Michael Brettos işe Uzo, Rakı ve İzmir’deki aile büyüklerinin tarifleriyle likör üreterek başlamış. Aynı zamanda burası Avrupa’nın en eski ikinci içki fabrikası. Duvarlardaki renkli şişelerin güzelliğini seyretmek ve özellikle güler yüzlü sahibi ile tanışmak gerek. Sizden hemen yaşını tahmin etmenizi istiyor. Bu genç görünümünü spor ve bu içki sayesinde kazandığını ifade ediyor.. Çok hoş bir bar. Keyifle tadına baktığınız likörlerden satın alabiliyorsunuz. Pek ucuz olduğunu söyleyemem.

Syntagma’dabulunan 1031 yılında yapılmış Roma Katolik manastırının çan kulesi,1850’de restore edilmiş, şimdilerdeyapı Rus Ortodoks kilisesi olarak hizmet veriyor. Osmanlının bıraktığı eserler her yerde.
Syntagma Meydanında askerlerin nöbet değişim törenini izleyebilmek için bir kafeye oturuyoruz. Buraya gelirken ellerinde yazılar protesto yapan bir gruba rastlıyoruz. Maaşlarını eksik buluyorlarmış. Sonra halktan biriyle konuştuğumuzda halkın memnun olmadığı her şey için itiraz hakkını kullanıp gösteri yaptığını anlatıyor. Böylece demokrasinin varlığını hissediyorsunuz.
Eski Parlamento Binası Meçhul Asker Anıtının önünde her saat başı Yunan askerleri nöbet değişim töreni yapıyorlar.”Evzones” Töreni diye adlandırılıyor. Askerlerin boyları çok uzun. Giyimleri, etekleri, bacaklarını doksan derece kaldırışları. Değişik bir tören. Binanın boyaları falan dökülmüş.
Tören bittikten sonra geniş kaldırımdan biraz yürüdüğünüzde güzel bir parka geliyorsunuz. Ağaçlar ulu. Tam nefes alınacak bir yer. İzmir’in fuarı gibi. Şehrin karmaşasından sizi kurtarıyor.
Parktan bir taksiye atlayıp otele bavullarımızı almaya gittik. Oradan da havaalanına yine bir taksi ile vardık. Trafik yoğun. Allahtan şoför tenha alternatif yolları bildiği için çabuk geldik.
İç hatlardan uçağımız 19.50’de Heraklion’a. Burada bir şeyler yiyelim dedik, bilirim havaalanlarında ücretler yüksek olur ama burada hem çok fazla hem de ne kalite ne hizmet var.