Beste Serim Erbak: Kanada – Trois- Rivières

Kanada
Trois- Rivières Mart 2015
Kuzey Amerika kıtasının hemen hemen yarısını kaplayan Kanada, yüzölçümü bakımından, Rusya’dan sonra dünyanın ikinci büyük ülkesi. Kanada’da yaşayan ilk halkın, Bering Boğazını geçerek, Kuzey Amerika’ya gelen,(Güney bölgelerine yerleşen)Kızılderililer ve (Kuzey bölgelerine yerleşen)Eskimolar olduğu biliniyor. XVI. yüzyılda Fransız denizci ve kâşifJacquesCartier, Kanada topraklarını keşfetmiş. Cartier 1534-1536 yılları arasında Saint-Laurent Körfezinden girerek, bugünkü Montreal’e ve Québec’e kadar ilerleyip Kanada ülkesini bulmuş ve bu toprakları Fransa’ya dâhil etmiş. On sekizinci yüzyılda İngiltere’yle yapılan bir antlaşmayla Kanada toprakları İngiltere’ye bırakılmış. Kanada ancak 1931 yılında bağımsız bir Devlet olduğunu ilan etmiş.

Başkenti Ottawa. Cumhuriyet ile yönetilen Ülke,10 eyaletten oluşuyor. İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth aynı zamanda Kanada’nın da kraliçesi sayılıyor. Ottawa’da kendisi tarafından atanan genel vali bulunuyor. Eski bir Fransız ve İngiliz kolonisi olan Kanada’nın resmi dilleri Fransızca ve İngilizce. Quebéc, Ontario, New Brunswick ve Güney Manitoba, Fransızcanın sıklıkla konuşulduğu bölgeler.

Kanada zor vize veren bir ülke. İzmir’de konsolosluk olmadığı için vize işlemleri onların seçtikleri bir aracı kurum tarafından yapılıyor. Aslında internet üzerinden de yapabilirsiniz. Eğer vaktiniz var ise uğraşırsınız. Evraklarınızı iyi takip etmelisiniz. Kanada birçok ülkeden, bunların arasına tabii ki Türkiye de dâhil, vize istiyor. Anlatılanlara göre daha önceleri Türklerden vize istenmiyormuş ama daha sonraları oraya yerleşen Türk vatandaşı sayılarının fazla olması nedeniyle ülke bu uygulamayı başlatmış. Yine denilene göre ülkeye yerleşen Türkler arasında en fazla Denizli yöresinin halkı varmış. Bunun nedenini anlayamadım.

Vize işlemleri sırasında benim en çok hoşuma giden şey konsolosluğa her sorduğum sorunun en kısa zamanda yanıtlanması. Bu konuda çok iyi ve düzenli çalışıyorlar. Québec eyaletinde Fransızca konuşulması nedeniyle hem İngilizce hem de Fransızca her iki dilde de size yanıt veriyorlar.

Kanada paraları bir hayli değişik. Bir kere o kadar düzgün ve yeni ki insan şaşırıyor. Sanki hiç kullanılmamış gibi. Ayrıca ortasından şeffaf bir bölüm geçiyor. Bazılarının üzerinde İngiltere Kraliçesinin resmi var.
Zira Kanada’nın başkanı olarak kraliçe gözüküyormuş. Tam değilse bile sembolik başkanmış. Bu nasıl iş anlamadım. Şu küçücük ülkenin dünyaya hükmetmesi ayrı bir sır.

Yıllar geçmiş bu asra gelmişiz, dünyanın en medeni ve en gelişmiş ülkelerinden biri sayılan Kanada’nın başkanı temsili de olsa hala İngiltere Kraliçesi. Olur, iş değil…

Buraya gelmeden önce Kanada’nın soğuğunu anlatan pek çok yazı okudum. İşin açıkçası gözüm korkmadı değil. Biz İzmirliler bu kadar soğuğa alışkın değiliz. Öğrencilerimle Trois-Rivières şehrinde Uluslararası Fransızca Tiyatro Festivaline katılıp Ülkemizi temsil edeceğiz.

Önce İstanbul’a uçtuk. İzmir -İstanbul arasında gece yarısından sonra uçak olmaması nedeniyle İstanbul Atatürk Havaalanı dış hatlar terminalinde beş saat geçirmek zorunda kaldık. Yani yorgunluk burada başladı. Bavullarımızı Montréal’den alacağız. Sabah Air France ile Paris’e hareket ettik. AirFrance’ın uçağı çok iyi değildi ama hizmet oldukça güzeldi. Paris Charles de Gaulle Havaalanı düzgün bir yer. Yine Air France ile Kanada’ya uçacağız. Arada bir buçuk saat bir bekleme süresinden sonra iki katlı beş yüzden fazla yolcu alan bir uçağa bindik. Binişte görevlinin nezaketi görülmeye değerdi. Kanada’ya Hoşgeldiniz” diyerek bizleri karşıladı. Böyle fazla yolcu alan bir uçağa binince insan kendini bir tuhaf hissediyor. Kuzukuzu biniyoruz 7,8 saat sürecek bir yolculuk. Bu arada saat farkını da unutmamak gerekir. Kanada bizden 7 saat geri. Bu saat farkları da insanı serseme çeviriyor. “Jet-Lagsendromu”denilen bu durumu ben pek fazla yaşamadım ama yine de dikkat etmeli. Bunun için de vücudun uyumu adına normal saatte uyumak gerekiyor.(O ülkenin saatiyle)Neyse bu kadar uzun uçuşta insan sıkıntıdan patlıyor. Film üstüne film seyrettik. Koridorları arşınladık. Öğlen saatlerinde MontréalPierre ElliottTrudeau Uluslararası Havalimanına indik.

Uçaktan inenler o kadar fazla ki pasaport kontrol kuyrukları uzadıkça uzuyor. Ama neyse korktuğum gibi olmuyor ve çok kısa sürede geçiyoruz. Ama iş bavulları almaya geldiğinde bu kadar kolay olmuyor. Bir bavul eksik çıkınca, soruyoruz. Bavul İstanbul’da kalmış. Epeyce bir kâğıt doldurduktan sonra içinde iç çamaşırları bulunan bir çanta veriyorlar ve bavulun ertesi gün otele yollanacağını söylüyorlar. Biraz canımız sıkılıyor ama hiç olmazsa bavulun nerede olduğu biliniyor diyerek teselli buluyoruz. Havaalanı beklediğim kadar modern değil. Bavulun kaybolması ile ilgili kâğıtları oldukça perişan bir takım yerlere giderek dolduruyoruz. Bavulların alınacağı bantlarda ayakkabılar dönüyor. İlginç bir reklam. Ayrıca bir köşede eski bir giysinin sergilendiği yeri görüyorum. İlginç. Ama daha sonraki izlenimlerimde anladım ki bu ülke sanatla besleniyor. Sanat her yerde… Ne güzel.
1634 yılında kurulan Trois-Rivières, Kanada’nın ilk şehirlerinden. Québec eyaletinin de en eski ikinci yerleşimi. Fransız kâşifler tarafından konulan şehrin adı Fransızcada “Üç nehir” anlamına geliyor. Şehirden geçen Saint-Maurice Nehri’nin iki ada ile bölünüp ,tekrar birleştiği yerde Saint Lawrence nehri ile buluştuğu üç kanaldan dolayı bu ad verilmiş.
1792’de Trois-Rivières, piskoposluk merkeziymiş. Fransızların sömürge zamanında şehir kürk ticareti ile ünlüymüş. Kanada’nın ilk ağır sanayisi burada kurulmuş. Daha sonraları Saint-Maurice vadisindeki ağaç kesiminin başlamasıyla birlikte şehirde kereste ve kâğıt fabrikaları inşa edilmiş.

Şehir şimdi Uluslararası Şiir Festivali de dâhil olmak üzere yoğun bir kültürel etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Trois-Rivières’te 500’den fazla şirket faaliyet gösteriyor. Şehrin sakinlerine Trifluviens (Trifluvian) deniliyor.
Havaalanından çıkar çıkmaz, Trois-Rivières ’de oturan ve festival boyunca bizimle ilgilenecek olan Martin karşılıyor. Martin İngilizce öğretmeni ve tam bir Türk hayranı. Defalarca ülkemizi ziyaret etmiş. O kadar memnun kalmış ki, şimdi bizlerle karşılaşmaktan dolayı mutlu. Türkçe de öğrenmiş. Kendi kendine bilgisayarda çalışmış. Çok hoşumuza gitti. Biz de ona ülkemiz hakkında bilgiler verdik.
Okul otobüsü ile Trois-Rivières’e hareket ediyoruz. Otobüs Amerikan filmlerinde sıkça gördüğümüz sarı boyalı okul servisi. Servis duracağı zaman aracın sol tarafındaki stop işareti açılıyor ve tüm trafikteki araçlar o andan itibaren duruyor. İnanılmaz. Bize ilginç geliyor. İki saatlik bir yolumuz var. Ve yol boyunca sohbet ediyoruz. Soğuk var ama o kadar fazla değil, hava güneşli. Yollarda kar yok ama çevrede yer yer kar görüyorsunuz. Martin bize bazı bilgiler veriyor. Kanada’da Amerikan doları geçmiyor. Mutlaka paranızı bozdurmalısınız. Devlet bankaları bozdurulacak paranın miktarını da bildirmiş. Bir pasaport için ancak 500 Amerikan doları bozdurabiliyorsunuz. Döviz bürosu gibi bazı yerler var ama bunların sayıları çok az. Bizim de ilk işimiz para bozdurmak oldu. Türkiye’de bize, her yerde Amerikan Doları kullanabilirsiniz demişlerdi ama öyle bir şey yok. Bu arada Türkiye’de Kanada Doları bulmak zor oluyor. Eğer alacaksanız döviz bürosuna birkaç gün önceden haber vermeniz gerekiyor. Hazırlıyorlar.

Montréal -Québec arası iki saatten fazla sürüyor. Québec -TroisRivières arası da bir saatten fazla. Yani yolumuz devam ediyor. Şoförümüz Sylvain sempatik biri. Önceden işitmiştim ama buraya gelince oldukça iyi gözlemledim. Çok farklı bir Fransızca konuşuyorlar. Kelimelerin anlamları bile değişik. TamQuébec şivesiyle konuştuklarında hiç bir şey anlayamıyorsunuz. İngilizce ile karışık.
Akşama doğru Trois-Rivières’e varıyoruz. Hotel-Motel Coconut’a yerleşiyoruz. Motel olduğu için tek katlı bir otel. Her odanın dışarıya açılan bir kapısı var. Dekorda çok fazla tahta aksam kullanılmış. Otelin sahibi Hawaili olduğundan her yerde oraya ait bir tarz görmek mümkün. Hatta bar kısmı tam da bu dekordan oluşuyor. Küçük bir kahvaltı salonu var. Barda kumar makinaları bulunuyor. Ülkede 18 yaşın altındaki gençler ne içki alabiliyor ne de bar gibi yerlere girebiliyor. Bu konuda çok titizler. Odalar güzel. Aslında yeri gelmişken şu izlenimimden söz etmek isterim. Gezdiğim kapalı mekânlarda belki hava belki su bilmem neden bir karanlık söz konusu. Şöyle bir ferahlık yok. Aynı duyguları Delhi’de de yaşamıştım. Ortamlarda acayip bir ağırlık var. Tuhaf.

Oteli aile işletiyormuş. Personel çok güler yüzlü ve yardımcı. Odalar yeni ve düzgün. Aynı zamanda oldukça büyük. Martin’in söylediğine göre bu yıl doğduğundan beri Kanada’nın en soğuk kışlarından birini geçirmiş. Yaklaşık kırk seneden beri olmayan bir soğuk gerçekleşmiş. Derece sürekli -40°C’larda seyretmiş. Kar fırtınaları olmuş. Bizim ülkede olsa okullar sürekli tatil olurdu diye düşündüm. Ama burada tatil falan yok. Olsa hangi bir gün olacak.
Akşam okul müdürünün evine davetliyiz. Böylece bir Kanadalının evini ve yaşamını yakından görme fırsatı yakalayacağım.

Festivalin yapılacağı okul kaldığımız otele yakın. Yürüyüş mesafesi ile on beş dakika. Ama her taraf kar. Yollar açık, kar öbekleri yolların her iki tarafına kümelenmiş. Evler geniş araziler içinde. Oldukça modern.
Okul Devlet Okulu ama bizim özel okullar binası gibi. Düzenli. Okulun giriş katındaki bir duvarda okulun mezunu ve şimdi çok iyi mevkilerde olan öğrencilerin okula armağan ettikleri fotoğrafları asılı. Burası ağırlıklı olarak bir sanat okulu. Tiyatro sahnesi tam donanımlı. Öğretmenler odası konforlu. En güzeli de Müdürün bir öğretmen gibi çalışıp yardım etmesi. Bir hiyerarşi ya da kibir görmeniz mümkün değil. Herkes o okulun çalışanı. Düzen oldukça iyi, medeni.

Evler bahçe içinde. Doğal olarak ısıtma sorunu diye bir dert yok. İki ya da tek katlı. Şaşırdığım şu oldu. Ayakkabılarını çıkarıp terlik giyiyorlar.
Avrupa’da farklı. Bu bakımdan bizlere benziyorlar. Özen ile masa hazırlanmış. Önce bir şarap içerek başlanan yemek daha sonra Kanada yerel yemekleri ile devam ediyor. Ev sahibi Hanım yemekleri bizlere göstererek nasıl pişirdiğini anlatıyor. Mutfakta bulunan aletler pek Türkiye’de görmediğimiz markalar. Sanırım burada Amerika devreye girmiş. Yemekte ekmek yiyorlar. Ve işin en güzel yanı buralarda çeşmeden akan suyun içilmesi. Çocukluğumu hatırladım. Bu damacanalar memleket geriledikçe ortaya çıkıyor. Ve suyun tadı mükemmel. Sofraya hemen su geliyor. Size maden suyu mu istersiniz diye bir soru sorulmuyor.
Bizim için epeyce çalışılmış. Demek konuklarına önem veriyorlar. Bu da çok güzel. Dikkatimi çeken başka bir şey de yılbaşı ve Noel üzerinden bir hayli zaman geçmiş olmasına karşın tüm evlerin kapılarında hala Noel süslerinin durması. Sordum. Hoşumuza gidiyor diyorlar. Şaşırtıcı.
Çok yorgun olduğumuz için otele dönüyoruz. Sempatik insanlar. Yarın meşhur Kızılderili Köyü “HuronWendat” ve “Québec”’i gezeceğiz.