Beste Serim Erbak: Macaristan – Eger IV.Bölüm

MacaristanIV.Bölüm
Eger ( Eğri)
Bugün eşimin doğum günü. Macaristan’a gelme nedenimiz. Özel bir kutlama yapmak istedik. Önceden aldığımız tren bileti ile Eger’e gideceğiz. Sabah erkenden Keleti tren istasyonuna geldik. Artık metro sistemine iyice hakim olduğumuzdan durağı bulmak hiç zor olmadı.
Ama her seferinde garda göçmenlere rastlamak bizi çok üzüyor. Hiç kimse böyle bir duruma düşmesin. İki buçuk saatlik bir yolumuz var. Tren konforlu değil ama temiz ve düzgün. Ayrıca kompartımanın içine yapılan resimler ilgimi çekiyor.

Kuş temalı birbirini tamamlayan resimler. Kırsaldaki tipik Macar evlerini seyrederek ilerliyoruz. Basit fakat şirin evler. Doğa da yemyeşil olunca bir bütünlük oluşmuş. Bisikletiyle giden bir bayanın bir diğeri ile sohbetini fotoğraflıyorum. Bundan doğal ne olabilir diyeceksiniz ama ne yazık ki ülkemde herhangi bir köyde bu tip manzaralara rastlamak ya mümkün değil ya da oldukça ender.
Bölgede 96 yıl hüküm süren Osmanlı döneminde adı “Eğri” olan tarihi bir şehir. Eger nehri kıyısına yerleşmiş. Birçok Osmanlı eserine ev sahipliği yapan kent 1000 yıllık bir geçmişe sahip. Aslında şehrin tarihi çok daha eskilere dayanıyor.

Küçük bir yerleşim. Sakin, huzurlu. Macaristan’da çok keyif aldığım iki yerden biri. Diğerini daha sonra anlatacağım. Trenden indikten sonra, şehir merkezine ulaşabilmek için ağaçlarla kaplı büyükçe bir caddede yürüyorsunuz. Doğal olarak bu esnada değişik gördüğüm tüm yapıların fotoğrafını çekmeyi ihmal etmiyorum. Eger Osmanlı kuşatmasına direnen bir şehir olarak tarihe geçmiş. İlk kuşatmada alınamayan Eger Kalesi 1596 yılında Osmanlı’ya teslim olmuş. Neredeyse yüz yıla yakın Osmanlı hâkimiyetinde yaşayan şehrin sembolü tek başına yükselen bir minare. Yanında camii olmayınca bir garip olmuş. Dikilitaş misali şehrin ortasında öylece duruyor.
1700’lü yıllarda Macaristan’ın ilk Tıp Okulu burada açılmış.1880’li yıllarda çıkan büyük yangında birçok yapı hasar görmüş. Daha sonraları II. Dünya savaşında da hasar alan yapılar,1968’de yenilenmiş. Evlerin çoğunda satılık ilanları görülüyor. Özellikle tarihi yıpranmış binalarda…

Yeşilliklerin içinde 1956’da Macar devrimi adına dikilmiş bir anıta rastlıyoruz. Metalden yapılmış bir bayrak sanırım devrim sırasında gençlerin ellerinde yükselen Macar bayrağını simgeliyor. Sarı boyalı Eger Bazilikasının güzel bir mimarisi göz alıyor.
Girişteki sütunlar bazilikaya ayrı bir hava vermiş. İçeriye giriş serbest. Bu kadar büyük bir bazilikayı ücret ödemeden gezebiliyorsunuz.

Neoklasik tarzda Macar Mimar HildJozsef tarafından 1831-1836 tarihleri arasında yapılmış bir Katolik kilisesi. İçerdeki resimler çok güzel. Oldukça yüksek tavanlı bir kilise.
En az 20 dakika zamanınızı gezmeye ayırmalısınız. Bazilikadan çıktıktan sonra küçük bir turizm bürosuna rastlıyoruz. Burası hakkında bilgi almak istiyoruz, tanıtıcı hiç bir broşür yok. Ama herkes yardım etmeye çalışıyor. Eger halkı Macarcadan başka bir dil konuşmuyor. Eger zaten oldukça küçük bir yer oluğundan biraz yürüyünce ana caddeye varıyorsunuz. Öğlen oldu. Restoran sorunca burada birkaç yer tarif ediyorlar. Biz de gözümüze kestirdiğimiz bir restorana oturuyoruz. Hava fazlasıyla sıcak. Arada sırada su püskürten soğutucular dışarıdaki masaları serinletiyor.

“Déjavu” Restoran.Yemekler nefis.Garsonlar güler yüzlü. Oturduğumuz masa ayağının tam dengede olmadığını görünce hemen masamızı değiştiriyorlar. Bu sırada restoranın karşı tarafındaki bir lotocuyu görünce oynamak istiyorum. Tabii ki Macarca bilmediğimden resimlere bakarak olayı çözmeye çalışıyorum. Ve az da olsa bir miktar para kazanıyorum…
Dar, sevimli sokaklardan geçerek meşhur Eger Kalesi’ne doğru ilerliyoruz.Küçük bir dükkânagiriyorum. Macarların emaye bardakları çok hoşuma gidiyor. Üzerlerinde çeşitli desenler var. Ama yıkandıkça desenler çıkıyor.
Yol üzerinde bir Sistersiyen kilisesi görüyoruz. Katoliklerin bir tarikatı. Meydandaki sebze meyve pazarından meyve alıyoruz. Pek leziz.

Dobo Meydanına vardığımızda Eger Kalesi kendini gösteriyor.
Kale yükseklerde değil. Hafif bir yokuşla çıkabiliyorsunuz. Bir ressamdan kalenin karakalem bir resmini alıyoruz. Giriş kapısında kalenin düşmemesi için savaşan insanlar resmedilmiş.
İzmir-Bergama Akrapol’a çıkar gibi tırmanıyorsunuz. Bilet aldıktan sonra. Eğer bir rehbere denk gelirseniz size tarihini anlatıyor. Kale oldukça iyi bir restorasyon görmüş.

Surlardan tırmandıktan sonra tekrar bir kapıdan geçerek kale içine giriyorsunuz. Hava o kadar sıcak ki insan devamlı su içme ihtiyacı duyuyor. Hala devam eden restorasyon çalışmaları içeri girer girmez fark ediliyor.
O zamanın kıyafetlerini giymiş okçular size atış yaptırıyorlar. Burayı gezerken Osmanlının gücü her yerde hissediliyor. Yeniçerilerin kıyafetleri, silahları sergileniyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın yağlıboya tablosu duvarı süslüyor.

Burada bir video gösterisi ile Kanuni’nin savaşa hazırlığı, ordularının askeri düzeni ve kuşatması anlatılıyor. Top atışına hazırlanan iki askerin bulunduğu yerde at ve nal sesleriyle savaş canlandırılıyor. O sırada aniden gelen bir top sesi bizi ürkütüyor. Kuşatmayı gösteren maket bu sahneyi canlandırıyor.
Kalenin içinde yeraltına inen bölümlerdeki rutubet kokuları her yeri kaplamış. O zamanlarda kullanılan çeşitli işkence aletleri sergileniyor. İnsan filmlerle gördüğü sahneleri anımsıyor. Ne kötü.
Surlardan şehri seyrediyoruz. Yalnız minare. Düşünüyorum acaba bizim ülkede böyle tek başına bir kilise çanı ile birlikte dikilmiş, olabilir miydi? Bana saçma geldi. Üstelik bu minare Eger’in simgesi olmuş. Tuhaf.
Kalenin içinde bir bölümde ayrı ücret ödediğiniz bir canlandırma müzesi de bulunuyor. Merak ediyor, giriyorum. Fena değil.

Aşağıya doğru inen dar çıkmaz bir dehlizde hücum eden düşman askerlerine kaynar su ve kızgın yağ döken Macar kadınlar canlandırılmış. Kalenin içinde bir de asansör var. Bu çok iyi düşünülmüş. İnsan onca merdiveni inip çıkarken yoruluyor. Kaleden çıkınca hemen görülen meydandaki müzisyen heykeli sizi eski çağlara götürüyor.
Burada bir pizzacıya (OczellaJozsef-PizzellaPizzeria) oturup biraz soluklanıyoruz.
Anlatılanlara göre, Osmanlı’nın, Eger kuşatması sırasında Macar askerleri çok miktarda şarap içmiş. Surların dışındaki Osmanlı askerleri uzaktan Macar askerlerinin ağız çevresini kıpkırmızı görünce, askerlerin ´Boğa kanı´ içtiği ve çok kuvvet kazandıkları dedikodusu yayılmış. Osmanlı askerleri ilk anlarda biraz ürkmüşler. Bugün Eger in en meşhur kırmızı şarabı bu adı taşıyormuş ´EgriBikaver´…Eğri nin boğa kanı..

Şimdi hedefimiz daha önceden ününü duyduğumuz “Güzel Kadınlar”vadisine gidip şarap mahzenlerini görmek.
Macarcada adı “Szépasszonyvölgy”. Biraz uzun… Ama ben edindiğim bilgilere göre başka dil pek konuşmayan Egerlilere bu ismi yazdığım bir kâğıdı gösteriyorum. İyi de onlar bana anlatıyorlar ben hiç bir şey anlamıyorum. Böyle çırpınırken bir dükkân sahibi bakıyor ki olmuyor onu takip etmemizi işaret edince takılıyoruz peşine.
Anlaşılan belli bir yere kadar gideceğiz oradan bir şeye bineceğiz ama neye pek kestiremiyoruz. Güzel yapıların önünden geçerek ilerliyoruz.
Yolun kenarında küçük turistik treni görüyoruz. Adamcağız treni yakalamak için koşturuyor, bağırıyor. Treni durdurup, bizi bindiriyor. Macar halkının yardımseverliği. Bize durmadan”Dottika”deyip duruyorlardı. Meğerse bu trenin adıymış.
Tren çeşitli yollardan üzüm bağlarının bulunduğu vadiye doğru yol alıyor. Yokuş aşağı iniyoruz. Pek hoş bir yolculuk. Vadideki bir meydanda duruyoruz. Burası hem şarap mahzenlerinin bulunduğu hem de bu şarapların tadıldığı bir yer.

Tren yolculuğunda, duvarlarınd adansöz resimleri bulunan bir bina ilgimi çekiyor. Herhalde bir lokanta diyorum ama bilmem.
Yemyeşil bir doğa. Hemen girişte üzüm ezen bir kız heykeli var. Kız pek güzel. Belki de burada üzümleri ezen güzel kızlar olduğu için vadi böyle adlandırılmıştır. Bu da benim yorumum.
Her mahzenin önünde içerden seçtiğiniz şarapları tadacağınız masalar dizilmiş. Buradan şarap da satın alabiliyorsunuz.

Enfes tatlar. Daha çok Macarlar gelmiş. Pek turist yok. Anlaşılan şöyle bir dinleneyim diyen bir Macar aile buraya geliyor. Nasıl olsa tren yarım saatte bir hareket ediyor. Zaten Eger ile buranın arası on beş yirmi dakika. Çokyakın. Biz “Borozoia” şarap evinde bu güzel tatlarıtattık. Burası kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Mahzenler ayrı bir güzel.Beğendiğiniz bir yerin mahzenini gezebiliyorsunuz.
Ayrıca burada çeşitli şekerler satılıyor. Uzun kısa şekil şekil.Tren saati yaklaştı. Dottika’ya binip Eger’in yolunu tutuyoruz.
Gece yavaş yavaş çöküyor. Etrafta her şey şarap ile ilgili.
Trene yetişebilmek için ara sokaklardan koşturarak yürüyoruz. Nasıl oluyorsa garın arka taraflarında bir yerlerden çıkıp son anda Budapeşte trenini yakalıyoruz. Trenin penceresinden güneşin batışını seyretmek harika. Eger güzel anılarla arkamızda kalıyor. Yarın Pecs’e gideceğiz.