Beste Serim Erbak: Macaristan III. Bölüm

Macaristan III. Bölüm
Budapeşte (Ağustos 2015)

Ertesi sabah her turist gibi biz de sonunda teslim olup “HipHop”lara binerek şehri dolaşmayı, bazı yerlere gitmeyi planladık. Hedefimiz sonunda meşhur Géllert banyolarına görmek. Dolaşırken rastladığımız yapılar muhteşem insan hayran kalıyor. Dantel gibi işlenmiş. Budapeşte diğer Avrupa başkentlerine göre daha yeni bir şehir.
Saint-Etienne Bazilikasının önünden geçiyoruz.

Yapı 1906’da yapılmış. Heykellerle süslü. Budapeşte’nin Parlamento binası ile burası en fazla yüksekliği (96m) olan binalarından. Bu otobüslerin iyi yanı istediğiniz yerde iniyor aynı biletle sonra yeniden binebiliyorsunuz. Yalnız bence bu araçları çok iyi planlayarak kullanamazsınız hiçbir verim alamıyorsunuz. Nedeni bineceğiniz yerde otobüs saatlerinin farklı olması ve araçların belirli saatlerde seferlerinin bitmesi. Bir türlü yetişemiyorsunuz. Yani nerede inerseniz inin tekrar binmek için epey bekliyorsunuz.
Yollardan geçerken anlatılanları kulaklıkla dinliyorsunuz. İlk defa Türkçenin kullanıldığı bir “HipHop”a rastladım. Sevindim. Artık bizim de seyahat edebileceğimiz kabul edilmiş gibi. “FesztyFonciere” Sarayından geçiyoruz. Bu yapı bir zamanlar New-York’taki Gresham Sarayı kadar ünlüymüş. Şimdi butik ve antikacıların bulunduğu bir yer. Çatıda Tanrıların habercisi Hermes’in heykeli güzel gözüküyor.

Tuna ihtişamla akıyor. Nehir üzerinde gemiler dolaşıyor. Bu gece “Gece Turu” yapacağız. Şehri ışıklar içinde göreceğiz. Tuna nehri tam beş ülkeden geçiyor. Nehir derin değil. En fazla 12m. Bu yüzden gemilerin gövdeleri düz. 1838 yılında taşmış. Peşte tamamen sular altında kalmış. Bu sel felaketi binaların çoğunu harap etmiş. Bir de II. Dünya Savaşı üstüne gelince oldukça büyük bir yıkım yaşanmış. Şehir XVIII. yy ortalarında Peşte, Buda ve Eski Buda’dan oluşuyormuş. Bu turu seçmemizin bir nedeni de şehrin modern yüzünü görmek istememiz. Yeşil demir konstrüksiyonu ile “Özgürlük Köprüsü”1896 yılında imparator Franz Joseph tarafından açılmış.
Balina şeklinde yapılmış bir bina gerçekten çok orijinal. Tuna nehri kıyısında iki ambarın arasında kalan bu yapı “CET (Central European Time) Orta Avrupa Saati”. Binanın balina şeklinde olması Budapeşte şehrinin, Orta Avrupa merkezi olarak kabul edildiğini simgeliyormuş. Hem kültürel hem de ticari anlamda.

ZwackUnicum Müzesi buranın önemli bir yapısı. Unicum Macarların tanınmış bitkisel bir likörü. 1790 Yılından beri Zwack ailesi tarafından üretilmekteymiş. II. Dünya Savaşı sırasında Amerika’ya sığınan aile burada da likörü yapmış ama aynı başarıyı elde edememiş. Sonra yeniden ülkesine dönen aile yeniden üretime devam etmiş. Bir şişe Unicum bizimle birlikte Türkiye’ye seyahat etti. Leziz bir tat. İlk içildiğinde çocukların öksürük şurubu gibi ama daha sonra ağzınızda hoş bir tat kalıyor. Hatırı sayılır pahalı.
Şehrin modern yüzü, tarihi yüzü kadar güzel. Ultra modern rengârenk binalar. Özellikle pencereler dikkatimi çekiyor. Çatıları da unutmamak gerek.
1748 Yılında Avusturya İmparatoru II. Joseph tarafından kurulan Ekonomi ve Teknik Üniversite binası özellikle seramik işlemeli çatısıyla Tuna’nın kıyısına ayrı bir güzellik katıyor.

Sonunda Géllert Otel ve termal tesislerine vardık. Burası oldukça tanınmış bir termal. İniyoruz. Yanımıza mayolarımızı almıştık. Yani hazırız. Önce otel kısmını görüyoruz.
Otel 1912-1918 Yılları arasında yapılmış. Budapeşte aynı zamanda termalleri ile ünlü bir kent. Yüzün üzerinde doğal kaynak varmış. Termal cenneti. Termalin girişi otelin yan tarafında. Otelden geçiş sadece otel müşterilerine ait. Havanın çok sıcak olması bile turistleri burayı görme sevdasından vazgeçiremiyor. Caddedeki tabela sıcaklığı 33 derece gösteriyor. Büyük ve çok güzel bir demir işlemeli kapıdan giriyoruz.
Giriş muhteşem. Tavanlar çok yüksek ve güzel işlemelerle süslü. Her yerde heykel var. Tam bir termal kokusu alıyoruz. Sol tarafta hamam ve termal malzemeleri satılıyor. Giriş oldukça pahalı. Çeşitli paketler satın alabiliyorsunuz. Hem dış havuz hem iç havuz gibi. Kolunuza bir bant takıyorlar. Onunla içeri giriyorsunuz.
Metro kapısı gibi geçişlere bandınızı okutuyorsunuz. Dar koridorlardan soyunma kabinlerine ulaşıyorsunuz. Size anahtar veriyorlar. Güvenli. Temiz. Önce dışarıya çıkıyoruz. Heykellerle süslü havuzlar bizi karşılıyor. Bahçede bir büyük bir de biraz daha küçük bir havuz görülüyor. Küçük olanı termal. Önce büyük ardından küçük havuza giriyoruz. Sonra da içerdeki havuzlara geçiyoruz. Oldukça güzel ve büyük bir tesis. Ama çok kalabalık. Biz normal bir gün ve saatte gittiğimiz halde iğne atsan yere düşmez misali. Suyun faydasının fazla olduğu söyleniyor. Osmanlının hamam kültürü Macarları etkilemiş. Termal de çok olunca.

Epeyce vakit geçirdik. İçerdeki havuza bonesiz giremiyorsunuz. Orada satıyorlar. Çıkışta tekrar bandınızı okutuyorsunuz ve makina onu geri alıyor. Ancak o zaman çıkabiliyorsunuz. Hemen sağda otelin kafesi var. (CaféGéllert)Çok şık. Tuna manzaralı.Bir şeyler yiyip, içiyoruz. Fiyatlar diğer yerlere göre pahalı.
Tekrar otobüs durağında gelip beklemeye başlıyoruz. Ama gelen giden yok. Biz de metroya binmeyi planlıyoruz. Tuna kıyısında bir adam kendine taşlardan bir havuz yapmış aynasını koymuş, nehrin içinde tıraş oluyor. Elbiseleri de yanı başında. Evsizlerden sanırım.

Metroya binerek tren garına geliyoruz.1881′ de yapılan Keleti Merkez Tren istasyonu. Çok kalabalık. Salı günü Eger’e, çarşamba günü Pecs Kentine gideceğiz. Her iki bileti de aldık. Tren ucuz değil. Belediye görevlileri sıcak dolayısıyla insanlara su dağıtıyor. Hizmet. Eger’e daha basit bir tren ile Pecs’e daha konforlu bir tren ile seyahat edeceğiz.
Garda Suriye’deki savaştan kaçan göçmen gruplarını gördük. Gazeteciler röportaj yapıyorlardı. Geze geze Astorya otelin karşısındaki “Hip Hop” durağına geldik. Ve Matyas Kilisesi’ne çıkmak için Géllert tepesinde indik. Cumhurbaşkanı sarayına doğru yürüdük. Sandor Sarayı. 1944’e kadar Başbakan oturmuş, ondan sonra da Cumhurbaşkanı. Binanın adı ” Beyaz Ev” olarak geçiyor. Bu beyaz ev kavramında ne varsa çok değerli.

Bahçede Macar İmparatorluğunun ilk başbakanı GrofBethlenIstvan‘nın(1921-1931) heykeli bulunuyor. Birçok heykelin yanında elinde Macar bayrağının renklerini simgeleyen kurdeleler görüyorsunuz. Zarif. Burada şansımız yaver gidiyor ve askerlerin geleneksel nöbet teslim törenlerine rastlıyoruz. Askerlerin bir örnek siyah güneş gözlükleri takmaları ayrı bir âlem. Tören oldukça ilginç. Bir seremoni ile kapılarda nöbet tutan askerleri toplayıp gidiyorlar. Tören bittikten sonra Saint-Matthias Kilisesine doğru ilerliyoruz..
Tüm ihtişamıyla beyaz kilise ortaya çıkıyor. Aziz Matthias kilisesi bir Katolik kilisesi. İlk kez 1015 yılında roma tarzında yapımına başlanmış.1896 yılında gotik tarzda yeniden inşa edilmiş. Kilise Buda kalesi içinde yer alıyor.
Önceleri adı “Notre-Dame” mış ama daha sonraları 1458-1490 yıllarında yaşamış, ülkeyi yönetmiş derebeyi Matthias Corvin‘in adını almış. Anlatılanlara göre Matthias iki kez burada evlenmiş. Osmanlı’nın Macaristan’ı kuşatmasıyla burası camii olarak kullanılmış. Kanuni Sultan Süleyman Buda’yı alınca ilk namazını burada kılmış. Camiye çevrilince tüm freskler ve ikonlar sıvanmış ama hiçbirine zarar verilmemiş. Daha sonra rivayete göre buraya isabet eden bir top atışıyla meydana gelen patlamada kilise şapelinin yıkılmasıyla birlikte Türklerin buraya sakladığı Meryem Ana heykeli ve ikonlar ortaya çıkmış. Kilise 1723 yılında barok tarzda yeniden inşa edilmiş.

Balıkçılar tabyası ile Matthias kilisesi aynı meydanda. Bu değişik yapıda 7 Macar soyunu temsil eden 7 küçük kule yükseliyor. Kulelerin konik biçimde olmasının nedeni Macar çadırlarını temsil ediyor olmalarıymış. Şehrin en güzel görünümü burada. Adının böyle olmasının nedeni balıkçıların şehrin kuruluşu esnasında çok büyük kahramanlıklar göstermiş olmasıymış. Tuna ve Peşte en güzel buradan görülüyor. Bu yapıda bir ortaçağ havası var. Tam ortada güzel bir kafe var. İçerde keman çalan bir grup bu manzaraya eşlik ediyor. Bizim Türk olduğumuzu anlayınca “Üsküdar’a giderken.” şarkısını keman ile çaldılar. O sırada başka bir masadan gelen alkışa dikkat edince, Türk turistlerle rastlayıp selamlaştık. Müzisyenlerin CD’lerinden satın aldık. Çok güzel. Buranın tadına doyulmuyor. Çıkarken Türklerle sohbet ettik.

Almanya’da yaşıyorlarmış. Macar Kralı Istvan‘ın heykeli oldukça heybetli gözüküyor.1896’da yapılmış.
Kulelerin arasında geçişler, merdivenler bulunuyor. Satıcılar buralarda Macaristan’a has örtüler satıyorlar. Kapıdan geçerken heykeller dikkatimi çekiyor. Macar Krallarının heykelleri. Büyük boyutlarda yapılmışlar.
Buraya otobüs ile çıktık ama aşağıya yürüyerek inmeyi sokakları görmeyi istiyoruz. Sessiz yeşillikler içinde dar sokaklardan değişik yapıları görerek Buda’nın havasını koklayarak yürüyoruz. Pek güzel.
Yavaş yavaş akşam oluyor. HipHop’lardan aldığımız biletin içinde gemi turu da var. Epeyce yürüdükten sonra gemiye bineceğimiz yeri buluyoruz. Biraz erken geldiğimiz için tenha. Ama yavaş yavaş o kadar kalabalık oluyor ki facia. Bilette bir bardak içki de dâhil ama biz içmiyoruz. Oturacak yer bulmak çok zor. Bazı turistler hemen yerleşmişler ama tur boyunca fotoğraf çekebilmek için ikide bir ayağa kalkıyorlar. Sizsiz olun biraz fazla ücret ödeyin ama oturma yerleri olan düzgün gemilere binin. Budapeşte gece o kadar güzel ki tüm bu sıkıntıları unutuyorsunuz. Özellikle Parlamento Binası çok ışıklandırılmış. Mutlaka bu tur yapılmalı. İnsanı hayal âlemine götürüyor. Bir masal şehir. Bir saat geziyorsunuz. Tabii açıklamalar yapılıyor. Şehrin tarihi anlatılıyor.