Beste Serim Erbak: Napoli’den Roma’ya- Vatikan

NAPOLİ’den ROMA’ya- VATİKAN Mart 2014
Napoli’den Roma trenle iki saat sürüyor. Sabah 7.30 da yola çıktık. Kompartımanda bir adam yüksek sesle İncil’den parçalar okuyup “Amen”diyerek bitiriyor. Yanındaki arkadaşı da onu tasdik ediyor. Benim de onaylamamı bekliyor. Bir yandan fazla muhatap olmak istemediğim için başım ile dinlediğimi gösteriyorum diğer yandan da iki saat sürecek yolculuğu düşünüp sıkılırken, bilet kontrol görevlisi imdadıma yetişiyor. Oturdukları yerin yanlış olduğunu söyleyince kalkıyorlar. Çok şükür diyorum. Etrafı seyrede seyrede Roma Termini istasyonuna varıyoruz. Kalabalık seliyle birlikte kendimizi dışarda buluyoruz. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor.

Çıkışta bizi “Hop on Hop off Tur ” üstü açık iki katlı günlük Roma turu yapan otobüs şirketlerinin elemanları karşılıyor. Kendimi bir an İzmir otobüs garajında hissediyorum. Hepsi bir olmuş ellerinde broşürler sizi yönlendirmeye çalışıyorlar. Biz Avrupa’dan iyi örnekler alalım derken anlaşılan onlar bizden almışlar. İtalya çok göç almış. Lise yıllarımda buraya geldiğimde hiç böyle bir manzara ile karşılaşmamıştım. Şaşırdım. Birinin ardına takılıp biletlerin satıldığı yere geliyoruz. Burada pazarlık yapılıyor. Yazılı olan hiçbir fiyat uygulanmıyor. Biletle beraber turun geçtiği yerleri gösteren bir de broşür veriyorlar. Otobüsler belirli güzergâhlarda hareket ediyor. Siz bileti gösterip istediğiniz noktada iniyor ya da biniyorsunuz. Bütün gün bu şekilde dolaşılabilir. Hemen otobüsün üst katına yerleştik. Ama yağmurdan her taraf su içinde. Bizim gibi cesaretli kişi sayısı fazla olmadığı için otobüs kalabalık değil.

Roma, tarihi binaların çok olduğu İstanbul’a benzer bir şehir. Sadece binalarıyla değil aynı zamanda yedi tepenin üzerine kurulmuş olması bu benzerliği daha da güçlendiriyor. Tabii ondan oldukça küçük.

Roma şehrinin ilginç bir kuruluş efsanesi var. Buna göre Roma’yı kuran mitolojik kahraman, Kral Ankhises ile Afrodit’in oğlu, Aeneas yanan Truva şehrinden kaçar ve uzun, yorucu bir yolculuktan sonra tanrıların kendisine gösterdikleri kutsal bir yer olan Latium’a ulaşır. Orada Lavinium adını taşıyan bir yerleşim kurup ilk Romalı önder olur. Oğlu Julus ise Latium bölgesinde Alba Longa şehrini kurar ve nesiller boyunca bu şehri yöneten kralların atası olur. Alba Longa şehrinin son kralları olan iki kardeş Numitor ve Amulius ile Roman’ın tarihi kuruluş süreci başlar. Numitor’un kızı ReaSilvia’nın savaş tanrısı Mars’tan Remus ile Romulus adlarında ikiz erkek çocuğu olur. Bu durumu haber alan Amulius her iki çocuğun da bir sepet içerisinde Tiber nehrine bırakılmalarını emrederek, onları ortadan kaldırmayı düşünür. Ancak sepet kıyıya ulaşır ve orada yaşayan bir dişi kurt tarafından emzirilen çocuklar daha sonra bir çoban olan Faustulus tarafından yetiştirilirler. Remus ve Romulus büyüdüklerinde büyük amcalarının kendilerine yaptığı kötülüğü öğrenip onu öldürürler. Dedeleri Numitor’u tekrar tahta oturtarak kendilerine yeni bir şehir kurarlar. Şehrin başına kimin geçmesi gerektiği tanrılara sorulduğunda Romulus işaret edilir. İki kardeşin arasında çıkan kavga sonucunda Romulus, Remus’u öldürerek tahta geçer. Böylece Romulus Roma’nın ilk kralı olur.
İtalya’nın başkenti olması, birçok devlet kuruluşu binasının da burada olmasını sağlamış. Binalar ihtişamlı. Roma deniz kıyısında değil ama Tiber Nehri kıyısında, Lazio Bölgesinde, İtalya’nın nüfusu en kalabalık şehri, aynı zamanda papalığın bulunduğu, kültürel geçmişi olan küresel bir kent. Roma İmparatorluğunun, bir zamanlar tüm Dünyaya hâkim olduğu düşünülürse şehir adeta bir Açıkhava müzesi gibi.

Aslında en güzeli yürüyerek dolaşmak. Tarihi mekânlar birbirinden fazla uzak değil.
İlk önce Kolezyum’u (Colosseum) görmek istiyoruz. Devasa büyüklükte bir arena. M.S 72-80 yılları arasında, köleler ve mahkûmlar tarafından inşa edilmiş. Çoğunlukla gladyatör dövüşleri, vahşi hayvan karşılaşmaları, tiyatro gösterileri, kutlamalar gibi çeşitli sosyal etkinliklerin düzenlendiği yer. Amfitiyatro M.S. 230 yılında bir restorasyon geçirmiş. Halen yenileme çalışmaları devam ediyor.
Bir kehanete göre, 55.000 seyirci kapasiteli Kolezyum, ayakta kaldıkça Roma da yaşayacak, yıkıldığında Roma da yıkılacakmış. Roma yıkıldığında ise dünya yok olacakmış. Daha önceki gelişlerimde bu güzel yapıtı gezme fırsatı yakalamıştım.

İnanılmaz bir bilet kuyruğu var. İçeri girmekten vazgeçip etrafını dolaşıyoruz. Bu arada yağmur zaman zaman duruyor ama biz sırılsıklam olduk. Burayı görünce Astériks ve Obéliks Klopatra filmini anımsadım. Kolezyum’un etrafında genellikle göçmenlerden oluşan seyyar satıcılar hediyelik eşya satıyorlar.

Yürürken kendini yerden yükseltmiş oturan Hinduları görüyoruz. Hindistan’da bu tip gösterilerle karşılaşmıştım. Daha sonra kentin hemen hemen her yerinden görülebilen VittorioEmanuele Anıtına gidiyoruz. Yapımına 1885 yılında başlanılan anıt, 1911 yılında İtalya’nın ilk kralı Savoialı II. VittorioEmanuele’ye adanmış. Burada kralın yaldızlı bronzdan 12m yüksekliğinde atlı bir heykeli bulunuyor. Anıt beyaz mermerden yapılmış olduğundan “Düğün pastası” “daktilo” ya da “Roma’nın Takma Dişleri” diye anılıyor.
Devasa yapı heykelleriyle göz kamaştırıyor. Sürekli yanan meşalelerin önünde askerler bekliyor. Anıttan görülen manzara mükemmel. Çıkıp şöyle bir Roma’yı seyretmek, keyifli.

Yapını içine girdiğinizde hayranlığınız bir kat daha artıyor. İçerde bir müze var. İnce zarif heykeller. İtalya’nın her yeri sanat kokuyor. Neden yeni bir çağın öncüsü olduğu apaçık ortada.

Tekrar otobüse binip Vatikan’a gidiyoruz. Hıristiyanlığın merkezi. Tüm dünyadaki Katolik inancını benimseyen Hıristiyanlar için kutsal bir yer olan Vatikan, Roma’nın merkezinde bine yakın nüfusu olan bir devlet aynı zamanda. Papa burada oturuyor. Buradan halka sesleniyor. Her yılbaşında meydanda toplanan Katolik ve diğer mezhepten dinleyicilerine seslenerek mesajlarını okuyor. San Pietro Meydanında giriş kuyruğu oldukça uzun. Beklenirse bir iki saatimizi alır. Kilisenin gücünün hissedildiği yer. Papalığın resmi ikametgâhı. Arazisinin yarısı Ortaçağ’dan bu yana bozulmadan korunan bahçelerle kaplı olan Vatikan, kiliseler, tarihi yapılar, müzeler ve bunları dolduran sayısız resim, heykel gibi eserle dolu. Dünyanın en küçük, ama gücünü her yerde fazlasıyla hissettirebilen ülkesi.
Dünyada mutlak monarşi ile yönetilen altı ülkeden biri olan Vatikan’ın devlet başkanı Papa. Vatikan’da özellikle Papa’nın korunmasından sorumlu olan, Rönesans dönemi kıyafetleri ile İsviçreli Muhafızlar dünyanın en küçük ordusu. Varlığını bugün de devam ettiren en eski ordu (1506 yılında kurulmuş) unvanını da taşıyor. Bölgenin tarihi Hıristiyanlığın doğuşuyla başlıyor. Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Petrus (St. Pietro) peygamberin ölümünden sonra Hıristiyanların etrafında toplandığı kişi. Aynı zamanda Hıristiyan dünyasının ilkpapası. Bugün tanıdığımız Vatikan Devleti’nin kuruluşu ise 1929 yılı. Vatikan, aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi içerisinde bulunuyor.

Sarayın önündeki Elips şeklindeki San Pietromeydanındasütunlar, yüzlerce Katolik Aziz heykelleri ve 1586 yılında getirildiği söylenilen bir Mısır dikilitaşı ile iki çeşme yer alıyor. Bernini’nin (1677) ve Carlo Maderno’nun (1614) barok eserleri. Her ne kadar yağmur çok yağsa da onlardan su içmek tarihten bir yudum tatmak gibi.
Artık hedef on dakika yürüyüş mesafesinde FontanadiTrevi Çeşmesi yani başka bir deyişle “Aşk Çeşmesi”. Çeşme MÖ 19 yılına kadar uzanan bir geçmişe sahip. İlk çeşme, Papa V. Nicolas yönetiminde Rönesans döneminde yapılmış. Trevi Çeşmesi’nin son hali iseİtalyan Mimar veHeykeltraşNicolaSalvi’ninyıllarca süren çalışmaları ardından GiuseppePannini tarafından 1762 yılında tamamlanmış… Trevi adı, Tre Vie’den (üç yol) gelir, çünkü çeşme üç caddenin buluşma noktasında bulunuyor. Çeşmenin ortasında biri vahşi biri uysal iki deniz atının çektiği Neptün heykeli bulunuyor.

Çeşmede bolluğu ve sağlığı simgeleyen heykeller muhteşem. Çeşmenin tepesine doğru meyve bolluğu, mahsul verimliliği, sonbahar ürünleri ve çayır ve bahçelerin sevincini simgeleyen dört heykel daha duruyor.
Her zaman olduğu gibi kalabalık.İnanışa göre buraya bozuk para atarsanız Roma’ya bir kez daha gelirsiniz. Bu doğru. İnsan buraya gelmeden önce bu çeşmeyi çok daha büyük hayal ediyor. Çok güzel bir çeşme. “Aşk Çeşmesi ”denmesinin nedeni ise çok başka. Ünlü yönetmen Fellini’nin 1960 yapımı La DolceVita (Tatlı Hayat) filminde rol alan MarcelloMastroianni ve AnitaEkberg çeşmenin sularında oynayarak aşklarını yaşamışlar. Çeşmenin adı bundan sonra böyle anılmış.

Tabelalardaki PiazzadiSpagna(İspanyol Meydanı) yazısını takip ederek meydana ulaşıyoruz. Bu bölge kentin en pahalı mağazalarının bulunduğu yer. Francesco De Sanctis tarafından 1723-1725 yılları arasında yapılan ve toplamda 136 basamaktan oluşan İspanyol Merdivenlerinde oturmayı planlıyoruz. Ne yazık ki yağmur izin vermiyor. Basamaklar önemli günlere göre süsleniyormuş. Merdivenler çıkıldığında TrinitaDeiMenti adlı bir kiliseye ulaşıyorsunuz. Merdivenler iki meydanı birbirine bağlıyor. Zarif bir mimariyle yapılmışlar. Roma’da ressamlar ve şairler için ilham kaynağı olmuşlar. Herkes burada toplanıyor. Yazın güzel buraları.

Tiber nehri, Roma’nın simgesi olarak kabul ediliyor. Nehir zamanında ticaret yolu olarak kullanılmış. Üzerinde taş köprüler her iki kıyısında ise tarihi binalar çok hoş gözüküyor. Bu biraz Paris’e benziyor. Kıyıda yürüdükten sonra Forum’u geziyoruz. Roma’nın merkezinde MÖ. 7. yüzyılda inşa edilen Forum’da tapınaklar, geçitler gibi birçok yapının kalıntısı bulunuyor. Roma Forumu (Roman Forum), antik Roma medeniyetinin gelişim gösterdiği merkez olarak biliniyor. Forum Romanum ismiyle de bilinen bu bölgenin Roma İmparatorluğu döneminde toplumsal hayatın merkezi olduğu biliniyor.Forum içinde Julius Cesar’ın heykelinin yanında birçok tapınak, bina ve kemerler bulunuyor.
Çevrede dolaşıyor, geleneksel lokantalardan birine girip nefis bir spagetti yiyoruz. Oldukça yorulduk ve treni kaçırmak üzereyiz. Hemen bir taksiye atlıyoruz. Biner binmez tren hareket ediyor. Gezi biraz koşturmalı oldu ama değdi. Napoli’ye oldukça geç varıyoruz. Roma güzel bir şehir.