Beste Serim Erbak: Portekiz – Sintra Cabo da Roca – Cascais

Kırmızıyı seven Portekizliler (2)
Romantizmin Başkenti Sintra
Cabo da Roca – Cascais 0cak 2015

Bugün Lizbon’un çevresinde dolaşacağız. Güzel bir kahvaltının ardından arabamıza binip yola koyulduk. İlk önce Sintra’ya gideceğiz. Otoban rahat ama yolları iyi takip etmek gerek. Oldukça pahalı, biz arabayı kiralarken toptan ödemiştik hem rahat hem de ucuz oldu. Lizbon Sintra arası yarım saat. Ama bulabilirseniz. Tabelaları iyi takip etmek gerekiyor.
Sintra Unesco Dünya Kültür Miraslarına dâhil, koruma altında. Tepeye yerleşmiş. Daha dorusu Sintra Dağlarının yamacına kurulmuş bir şehir. Dev ağaçlar arasında kuleleri gözüken saraylar. İlk yerleşenler Romalılar olmuş. Masal diyarı. Park yeri bulmak çok zor. Yokuş da olduğu için tırmanmak gerekiyor. Neyse merkeze yakın bir yer bulup park ettik.

İlk işimiz turizm bürosuna gitmek oldu. Güzel evlerin arasından, dar sokaklardan meydana geldik.
Gezilmesi gereken birçok yer var ama biz onların içinden birini seçtik. Ne yazık ki buraya ayırdığımız vakit o kadar çok değil. Hava çabuk kararıyor. Aslında Sintra için üç gün ayırmalı. Muhteşem bir yer.
Burası Portekiz Kraliyet ailesinin yazlık ikametgâhı olarak seçilmiş. Bunun için de birbirinden güzel binalar, konaklar yapılmış. Biz şehrin meydanında bulunan X.yüzyılda inşa edilmiş, “PalacioNacional da Sintra”yı gezmeye karar verdik. Biletlerimizi turizm bürosundan aldık.

Bir masal sarayı.1433 yılında Vasco do Gama’nın hamisi olarak bilinen Kral I. Dom Manuel zamanında daha önceden başlanılan saray sonradan tamamlanmış ve bugünkü halini almış. İki koni şeklinde bacası var. Yapının değişik görünmesini sağlıyor. Yüksek merdivenlerden çıkılıyor. Şehir manzarası buradan çok hoş gözüküyor. İçerdeki güzelliğini tarif etmesi zor hele çiniler harika. Tavanlar ayrı güzel. Dünyanın en önemli mozaik koleksiyonları burada. Tavan süslemelerine göre salonlar adlar almış. “Sala dosCisnes” Kuğular Salonu.“SaladesPegas” Muhabbet Kuşları Salonu.
Sarayı gezerken burada yaşayan insanların ne düşündüklerini neler yaptıklarını hayal ediyorsunuz. Benim en çok merak ettiğim şey de nasıl ısınmışlar. Bu devasa yapıda büyük kuzineler var. Ama Sintra tepede ve aşağılara göre bir hayli serin. Saray kendi gibi güzel bir de bahçeye sahip.

Daha sonradan ilave edildiği söylenen bir mutfak. Özellikle gezdim. İnsan merak ediyor. Tüm bu sarayı besleyen alan nasıl oluyor diye.
Hava kış olmasına karşın güzel. Güneş ısıtıyor. Ama anlaşılan burada herkes üşüyor. Çok soğuk deyip duruyorlar. Merkezde birkaç Türk turiste rastladık ama onlar da Almanya’dan tur ile gelmişler. Anlaşılan Portekiz, Türk turistlerin ancak yazın tercih ettiği bir ülke diye düşünüyorum. Türk deyince “Galatasaray” ve “İstanbul” diyorlar.
Karnımız açıktı. Portekiz yemekleri yapan bir restoran sorduk. Oraya doğru dar sokaklardan ilerliyoruz.
Bu güzel yer insanın duygularını coşturuyor. Sintra birçok yazar ve şaire ev sahipliği yapmış, onları misafir etmiş.”Kibritçi küçük kız”ın yazarı HansChristian Andersen, yazar Thomas Beckford, İngiliz şair Lord Byron, İngiliz yazar Jackson ve daha niceleri. Hepsinin kaldığı oturduğu yerler ziyaret ediliyor.
Tepelere yaslanmış taş balkonlu binalar, muhteşem. Yemek için Portekiz yemekleri yapan yerel bir restorana gidiyoruz.”Pateo do Garret”

Daha kapıda karşılayan sempatik güler yüzlü garson bize yol gösteriyor. Sarı tonların hâkim olduğu bir yer. Gelenlere de bakılırsa yerli halkın sevdiği bir yer. Merdivenlerden inerek restorana geldik. Sintra tüm güzelliği ile gözler önünde.Manzara muhteşem.Bana Portekiz yemekleri biraz ağır geldi.Ana yemek gelmeden peynir, zeytin ve Ginja geliyor.
Çıkışta bizim ufaklığı çok seven garson onunla poz verip fotoğraf çektiriyor. Yeniden dar sokaklara giriyoruz.Rengârenk dükkânlar. Seramik ve fayans birlikte pek hoş.
Küçük, ince, zarif detaylar. Masal şehri burası.Belli ki sanatçılar da buradan bir hayli etkilenmişler.
Çok güzel tarihi bir restoranda enfes bir kahve içtik.”Tacho Real”Restoran. Görülesi bir yer. Özellikle kuzinesi.İçerisi müze gibi. Ne güzel bir dekor.

“Piriquita”ya uğrayıp bir şeyler içmek istedik. Çok ünlü.Ama ne mümkün o kadar kalabalık ki. Biz de yiyeceklerimizi alıp arabaya döndük. Yol uzun. Avrupa’nın en uç noktasına gideceğiz.
Sintra’da hava serinledi.Akşam erken oluyor.Biraz acele ediyoruz.Yol dağların arasından kıvrıla kıvrıla yeşilin içinden ilerliyor.
“Cabo da Roca”ya ulaşmak için acele ediyoruz. Roca Burnu Avrupa Kıtasının en batı ucu.Lizbon ile Sintra arasında.Atlantik Okyanusu kıyısı. Derin bir falez.Rüzgâr o kadar şiddetli ki yere sağlam basmaya çalışıyoruz. Okyanus ürkütücü.Girişteki binada Avrupa’nın en uç noktasına ayak bastığınız için size bir sertifika veriyorlar.Minik torunum ve ben aldık. Turistik ama hoş. Tam tepede büyük bir fener var. Gemicilere yol gösteriyor.
Karanlık,okyanus ve falez… Muhteşem bir görüntü. İnsan düşünmeden edemiyor. Koca kıta burada bitiyor. Tuhaf duygular…

Karanlık iyice çökmeye başladı. Artık dönme vakti.Sahili takip ederek gidiyoruz. Yolumuzun üzerinde Cascais var.Ona ulaşmadan okyanus kıyısına iniyoruz.
Cascais lüks mağazaların kumarhanelerin olduğu bir tatil merkezi. Trafik kış olmasına rağmen böyleyse kim bilir yazın nasıl? Tarih ve şimdi ikilisi bir arada. Portekiz başbakanının yazlık villası da burada.
Su sporları Uluslararası turnuvalar düzenlenen,plajlarıyla ünlü bir yer. Akşam yemeğimizi Lizbon’da yiyeceğiz. Hava iyice karardı. Akşam saat 8.00’i geçe Lizbon Marina’ya vardık. Tajo nehri kıyısı. Köprü manzaralı bir kordon ve kordon boyunca restoranlar,barlar. Işıl ışıl. Anlaşılan akşam yemeği için tercih edilen bir yer.Biz balık yiyelim istiyoruz.
“5 Oceanos “Restoranda balık. Muhteşem bir lezzet ve servis. Bu su kıyısında keyifli bir yemek bizlere hiç te yabancı değil. Balıklar biraz değişik.Tatlar farklı ama tatmaya değer.
Güzel bir akşam. Hava serin ama üşütmüyor. Yarın yolculuk var. Dönme vakti.