Beste Serim Erbak: “Salutare România” Braşov –Viscri – Sighişoara

“Salutare România”
Braşov –Viscri – Sighişoara
2017 Bölüm III

Artık bu güzel şehir, Sinaia’ya “Hoşçakal” deme zamanı. Dağların arasından kıvrılarak giden yolun üstünde Romanya’nın komünizm dönemlerinden kalma evleri seyrederek ilerliyoruz. Binaların dış cepheleri bakımlı ve mimarileri çok değişik. Bazı küçük köylerden geçiyoruz. Yol dar ama asfalt düzgün. Hız yapmak mümkün değil. Yavaş gidebiliyorsunuz.

Zaten sürekli hız limitini bildiren trafik levhaları konulmuş. İsteseniz de hızlı gidemezsiniz. Braşov’a yaklaşıyoruz. Bu şehri gezdikten sonra UNESCO dünya koruma miraslarına girmiş Sighişoara’da kalacağız. Sinaia ile Braşov arası aslında 50 km ama yolun dar olması bu mesafeyi ancak bir saatte almanıza neden oluyor.

Braşov Transilvanya’nın tam kalbinde, dağların eteğinde bir şehir. Burada eskiden Almanlar yaşıyormuş. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya göç etmişler. Hala, sayıları az da olsa burada oturan Almanlar varmış. Şehrin meydanına yakın bir yere arabayı park edip yürüyoruz. Bu şehir “Kara Kilisesi” ile tanınıyor. “Biserica Neagra”1383’te yapılmış.500 yıllık kilisenin önceki adı “SainteMarie”ymiş. Bu bir Protestan kilisesi.1689’da çıkan yangın sonucu tüm duvarları simsiyah kalmış ve o günden bugüne adı “Siyah Kilise”. Transilvanya bölgesinin en büyük gotik kilisesi. 5000 kişilik bir kapasitesi var.Aynı zamanda Romanya’nın en büyük çanı burada,6,3 ton. Bu kilise Avrupa’nın en büyük orglarından birine ve muhteşem bir halı koleksiyonuna da ev sahipliği yapıyor. Ne yazık ki içinde yenileme çalışmaları olduğu için bize gezmek kısmet olmadı. Dış cephesi bile çok etkileyici olan bu yapının kim bilir içi nasıldır?

Küçük bir şehir olduğu için her tarafa çabuk ulaşabiliyorsunuz. Sfatului Meydanını dolaşıp karnımızı doyurmak için yerel yemeklerin yapıldığı bir restorana oturuyoruz. “La Ceaun” çok kalabalık.Dip dibe masalar.Hareket etmekte zorlanıyoruz.Garson bu kalabalıktan bezmiş olacak ki bize iyi bir hizmet vermiyor. Ama Romanya’nın meşhur ekmek içinde servis edilen çorbası içimi rahatlatıyor.Aniden hava kararıyor.Hemen masalar toplanıyor ve yağmur indiriyor.Her şey olup bitiveriyor. Buna benzer bir sahneyi Almanya’da yaşamıştım. Göl kenarında güneşlenirken birden yapılan bir anons size yağmurun gelişini haber veriyor. Hemen herkes toparlanıyor. Kısa bir zaman içinde yağmur duruyor ve güneşlenmeye devam. Alışık olmadığımız bir hava. Yağmur yağarken meydanda şemsiyelerin altında bir masaya oturuyoruz. ”Pizza Vitto”.Yağmurda meydan bir başka güzel.

Dolaşıyor şehri simgeleyen ufak tefek bir şeyler satın alıyoruz. Meydanın ortasında eski Meclis Binası ve kulesi havanın berraklığında güzel bir görünüm oluşturuyor.
Braşov Alman şehirlerine benziyor.Binaların renkli olması ayrı bir güzellik katıyor.Bu şehirde kalmak gerekir ama ne yazık ki öyle bir planımız yok. Ülkeleri detaylı gezmek isterseniz bazı yerlere zamanınız kalmıyor.Hemen meydana bakan bir kitapçı dikkatimi çekiyor. Pek güzel bir yapı“Cartureşti” .
Bazı yapıların üzerindeki taş işlemeler mükemmel. Şehrin etrafı dağlarla çevrili, dağlar da ormanla kaplı. Tam meydana bakan, başınızı kaldırdığınızda görülen tepede “Hollywood” yazısı gibi, “Braşov” yazısı okunuyor.
Braşov kışın kayak yapılan bir şehir. Sighişoara ile Braşov arasında ziyaret etmek istediğimiz bir başka yer daha var. Yeniden yola koyuluyoruz.

“Viscri”Çok özel bir köy.Yolu oldukça kötü. Dar, toprak ve taşlıklı. Bildiğimiz köy yolu. Ama doğa inanılmaz güzel. Tepeler, yeşil, manzaraları anlatmak için kelime bulmak zor. Arabanıza güvenirseniz bu yola girebilirsiniz.1998’de ilk defa Romanya’ya gelen İngiltere Prensi Charles, Transilvanya’ya hayran kalmış. Özellikle de bu köye. Buradaki yaşamı ve doğayı korumayı kendine görev edinmiş. Ortaçağdan beri bozulmamış bir Saxon köyü olan Viscri’yi kendi koruması altına almış.
Köyün hemen girişinde bir evi var. Zaman zaman buraya gelirmiş. Evin kapısında Romanya ve İngiltere bayrakları asılı. Sighişoara’ya 40 km uzaklıkta bulunan Viscri’de insanlar yoksul.89 devriminden sonra halkın çoğunun buradan göç etmesi sonucunda, şimdilerde köyde ancak 150 Romen, iki yüzün üzerinde çingene ve 34 Saxon yaşıyormuş. Bana sanki daha azmış gibi geldi.

Evlerin mimarisi ilginç. Köy 1999’daUNESCO Dünya Mirasları korumasına altına alınmış. Kadınlar yün çorap, çocuk yeleği, örgüden bebek gibi el işi göz nuru ürünler yapıyorlar. Kendi imalatları olan Kaşkaval ve diğer peynirleri satıyorlar. Bal ve reçeller de ev yapımı. Yani bizdeki organik pazarlar gibi. Bir eve girip peynir alıyoruz. Geçimlerini bu satışlardan sağlıyorlar.
Evlerin “üstünde yapıldıkları tarih ve ilk sahibinin adı yazıyor.1939’da köyün nüfusu 700’ün üzerindeymiş. İtalyan, Fransız, İngiliz turistlere rastlıyoruz. Sanırım köyde kalıyorlar. Biz bu tür köylere alışığız ama Avrupalılara bu yaşam ilginç geliyor.
Köyde doğal olarak asfalt yok. Bir şeyler yemek için bir eve giriyoruz. Kapıda yapılan yemekleri yazmışlar. Bahçede, tahtadan yapılmış masalardan birine oturuyoruz.
Tuvalet bahçede bulunuyor. Güler yüzlü hanım çorba getiriyor ama pek beğenmiyoruz. Bahçenin avlusunda ekmek pişiriyorlar ve üzeri yanmış ekmeklerin yanan kısımlarını vura vura çıkartıyorlar.
Prens Charles köyü sürekli destekliyormuş.Yani evlerin bakımlı olması için sürekli yardım geliyormuş.Evlerin içlerini bilemem.Biz bir tanesini gezdik çok kötüydü. Ayrıca köylüler tahtadan oyma kaşıklar yapıyorlar. Romanya’ya özgü.Çıkışta tarlalarda gördüğümüz taşınmak üzere hazırlanmış bal kovanları renkli görünümleriyle ilgi çekiyor.Her yer ayrı bir tablo.

Akşama doğru Sighişoara‘ya varıyoruz. Bir UNESCO Dünya Mirası şehir daha.Eski şehirde Teo’nun Pansiyonuna yerleşiyoruz. Buraya ulaşmak için biraz tepeye tırmanıyoruz. Teo çok cana yakın biri. Bizi kapılarda karşılıyor.Pembe boyalı tarihi bir ev. Yapıda bolca tahta malzeme kullanılmış.Büyük bir kapıdan avluya giriyorsunuz.Odamıza tahta bir merdivenden çıkıyoruz.Bizim Karadeniz evlerine benziyor.Çiçekler ile bezenmiş. Odalar bakımlı ve modern.
Pansiyon meydana çok yakın olduğu için hemen keşfe başlıyoruz.Bir an kendimi Ortaçağda hissediyorum. Arnavut kaldırımlarında yürüyoruz.Büyülü..Ünlü Vlad Tepeş bu şehirde doğmuş. Drakula adının verilmesi babasının adından olmalı. “Vlad Dracul”.1431-1435 yılları arasında yani dört yaşına kadar buradaki bir evde yaşamış. Vlad ve kardeşi Radu Türklere esir düşerek, buradan ayrılmışlar. Doğdukları ev şimdi restoran olarak kullanılıyor. Yemeğimizi burada yemek istiyoruz ama önceden rezervasyon yaptırmadığımız için yer bulamıyoruz. Yemek yarına kalıyor.

Meydandaki restoranlardan birinde çorba içiyoruz.Buranın büyüsü anlatılamaz.İyice gezmek için yarını beklemeliyiz.Güzel ve rahat geçen bir gecenin ardından kahvaltı yapmak üzere yine meydana iniyoruz.
Sighişoara,Romanya’nın Mureş Bölgesi,Transilvanya’da, Tarnava nehrinin kıyısında Ortaçağdan kalma bir şehir.1191’de Macar Kralı, Saxonları burada yaşamaya davet ederek onlara toprak vermiş.Zanaatkâr,usta ve tüccar olan Almanlar buraya yerleşmiş.Çalışmak için gelen Almanlar aynı zamanda burayı Osmanlıların saldırılarından da korumuşlar.Şimdi bile az da olsa bir Alman nüfusu barındıran eski şehir çok yüksek olmayan bir tepede kurulmuş ve etrafı Saxsonların yaptıkları surlarla çevrili. Kale içindeki evler,dış yüzlerinde turuncu,sarı,mavi,pembe,yeşil pastel renklerin kullanıldığı masal mekânları.Eskiden asillerin oturduğu en az 300 yıllık bu mekânlar artık Dünya Mirası.
Yarım asırlık kafeler,yapılar.Bu kafelerde oturmak ve şehri solumak muhteşem bir keyif.Kahvaltımızı meydanda Sighişoara Hotelin arka tarafında bulunan bahçesinde yapıyoruz.Nefis.Otelin girişinde Romen yerli ürünlerin satıldığı bölüm görmeye değer.Kaldığımız pansiyonun yakınında şehrin tepesine çıkmak amacıyla yapılan bir tünelin içindeki merdivenleri tırmanıyoruz.(ScaraScolarilor)1642’de tahtadan yapılmış ve 172 basamaklı bu merdiven, yukarıdaki kilise ve okula çıkıyor. Şimdinin Füniküleri. Etrafı da kapalı. Sanırım hava şartlarından korunmak amacıyla. Tünelin sonu gözükse de tırmanış kolay değil. Yukarıya varınca kendinizi güzel bir ormanın içinde buluyorsunuz.

Sol tarafta ortaçağdan kalma ve halen faaliyet gösteren lise binası ve kilise yer alıyor. Kilisede beni çok şaşırtan şey, kiliseye ait açıklamanın yapıldığı broşürün içinde Türkçe yazının da olması. Gönüllü çevirmenler tarafından yapılan bir çalışma. Güzel olmuş… Kilise “Tepe Kilisesi” olarak anılıyor.Tepenin adı okul tepesi olarak geçiyor. 429 m yükseklikte olan bu kilisenin Sighişoara ‘nın en önemli eseri olduğu söyleniyor. Bazilika “Biserica din deal” 1300 yılında tamamlanmış. Vaktiyle Katolik olan kilise Aziz Nicolas’ya adanmış.
1547’de burada yaşayan Luteran mezhebindeki Saxon’lara tahsis edilmiş. Mahzeninde 21 mezar taşı bulunuyor. Kilisenin orgu 1858 yılında org ustası Karl Schneider tarafından yapılmış.

Giriş kapısının karşısında eski ve biraz ürkütücü bir mezarlık bulunuyor. Mezar taşları siyah tonun hâkim olduğu eski taşlardan. Çevredeki yeşilin içindekara çıkıntılar. İnanılmaz etkilendim.Korku filmlerindeki gibi.
Aşağıya inmek kolay. Kısa zamanda meydandayız. Şehirde 14.yüzyıldan kalma meslek loncalarına ait kuleler bulunuyor. Kasaplar Kulesi, Kürkçüler Kulesi, Ayakkabıcılar Kulesi gibi.Bunların içinde en önemlisi 1280 yılında yapımına başlanan Saat Kulesine (Turnul Cu Ceas ) çıkıp bu güzel şehri yukarıdan seyretmek.

Saat Kulesi XIII.yüzyılın sonlarına doğru inşa edilmiş. Saatin içindeki figürler, gezegenleri, dolayısıyla günleri simgeliyor.64 metre yükseklikteki bu kuleye çıkış için az da olsa bir ücret ödüyorsunuz. Girişte başlayıp yukarıya doğru çıkarken devam eden tarih müzesinin güzel eserleri size eşlik ediyor. Müzesinin kurucusu Dr Joseph Bacon’un büstü hemen girişte yer alıyor. Merdivenler çok yıpranmış. Kolay değil onca senenin yükünü taşımak. Duvardaki bir fotoğraf dikkatimi çekiyor. Fotoğrafın altında Hermann Oberth yazılı. Ünlü fizikçi Sibiu’da doğmuş. Konstantin Tsiolkovsky ve Robert H Goddar ile beraber roket ve astronot mühendisliğinin kurucularından.“Astronotların Babası” olarak biliniyor. Hermann Oberth çocukluğunu Sighisoara’da geçirmiş. İlk ve Orta Okulu burada bitirmiş. Bu da doğal olarak Sighişoara halkının gururlanma vesilesi olmuş.

Tepeye çıkıldığında, 360 derece dönen terasta, kulenin çeşitli Dünya kentlerine olan uzaklığını belirten plakalar var.İstanbul buradan 660 km uzaklıktaymış.Düşününce pek fazla değil. Manzara muhteşem. Eski şehrinpanoraması.
Bu güzel kuleden indikten sonra hemen yandaki “Restaurant Casa Vlad-Dracul”a girip yemek yiyelim diyoruz.Tahta merdivenlerden üst kattaki terasa çıkıyoruz.En ufacık aksesuar bile Drakula figüründen yapılmış.Romenler turizmde bu hikâyeden fazlaca yararlanmışlar anlaşılan.Yemekler öyle süper olmasa da fena değil.İçerde tahtadan bir bar var.Aynı zamanda üst katta çocuklar için bir canlandırmanın yapıldığı odaya ayrı bir ücret karşılığında girebiliyorsunuz. Tabutun içerisinde yatan biri Drakula aniden kalkıp merhaba diyor.Bana komik geldi ama çocuklar korkuyor.
Yemekten sonra tekrar dar sokaklardan aşağı şehre doğru yürüdük.Eski şehrin tarihi kapısından çıkınca güzel bir park rengârenk çiçekleriyle içimizi ferahlatıyor. Binalar, değişik çatıları ve pencereleriyle bu güzel atmosfere eşlik ediyorlar.Saat kulesi uzaktan pek hoş görünüyor.Evlerin çatıları oldukça değişik.Kiremitlerin arasında çatı katı pencereleri gözlere benzetilmiş.

Yeniden pansiyona dönüp biraz dinleniyoruz. Pansiyonun alt katında Teo’nun şarap mahzeni bulunuyor. Küçük ama şirin. Bize kendi yaptığı şarap ve likörleri ikram ediyor. İsterseniz satın alabiliyorsunuz.
Akşama doğru araba ile tekrar aşağı şehre ineceğiz ama önce biraz daha eski şehri keşfetmek hoşumuza gidiyor. Ne de olsa yarın buradan ayrılıyoruz. Üzerinde 1902 tarihi yazan sarı boyalı yapı çok hoş gözüküyor.
San José Katolik Katedrali eski şehrin sur duvarlarına çok yakın. Franciscan manastırı yıkılınca 1894’te buralı bir mimar olan Letz tarafından eklektik stilde inşa edilmiş. Meydanda Macarların ünlü şairi Petöfi Sandor‘un heykeli var. 1823 yılında doğan ve çok genç yaşta 26 yaşındayken ölen şair kısa ömründe birçok eser yazmış. Sighişoara’da ölmüş. Macarların devrimci, ulusal kahramanı.

“TurnulCizmarilor” Ayakkabıcılar Kulesi.1681 yılında yapılmış, şehrin yedi kulesinden biri. Bir başka kule“Croitorilor”. XIV. yüzyılda inşa edilmiş “Terziler Kulesi” Kulenin altından araba ile de geçebiliyorsunuz ama çok dar. Güzel köşeler, incezevkler, ne kadar inanılmaz.
Eski şehirden çıkıp Tarnava nehri boyunca ilerliyoruz. Neo-Romen tarzda yapılmış,beyaz ve siyah taşlardan Ortodoks katedrali dikkat çekiyor.1934 ve 1937 yılları arasında yapılmış olan HolyTrinity Katedrali. Heybetli gözüküyor. Güzel bir restoran arıyoruz.
Ana caddede “BoulevardRestoran”a oturuyoruz.Çok hoş bir ortam. Nefis bir yemek.Çıkışta Romen tatlısı “Papanaşi” yemeği ihmal etmiyoruz.
Gündüzü güzel, gecesi güzel Sighişoara…