Beste Serim Erbak: Sorrento

SORRENTO- Mart 2014 “Limoncello ve Limonoro”
Sabah erkenden yollara düştüm. Garibaldi’ye gelmeden bir yere varılamadığı için, önce oraya gidip, daha sonra Sorrento biletimi aldım.

Yolculuk bir saat sürecek. Sorrento, Napoli’den gelen ve Pompeii’de de duran Circumvesuviana banliyö trenlerinin son durağı. Napoli Körfezi’nin karşısındaki Vezüv Yanardağına bakan Sorrento bir uçurumun tepesine oturmuş. İki limanı ve küçük bir plajı olan kasaba, kuruyan bir nehir yatağı ile ikiye ayrılmış durumda. Kasaba dik bir uçurumla bitiyor. Orta Çağda önemli bir ticaret merkeziymiş.

Tıkır tıkır ilerleyen trende yolculuk çok keyifli. Özellikle Sorrento’ya yaklaştıkça sanki trenle gitmiyorsunuz da ormanın içinde yürüyorsunuz gibi. Yolculuk keşke daha fazla sürseydi diye düşünüyorum. Kasabaya yaklaştıkça pencereden gelen, portakal ve limon ağaçlarının mis kokusu her tarafı sarıyor. Tren dağların içine doğru tünellerden geçe geçe ilerliyor.

Trenden iner inmez sizi 1982 yılında yapılmış yazar, ressam ve heykeltıraş Giambattista De Curtis’in büstü karşılıyor. “Torna a Surriento”adlı şarkısıyla ünlü. Giuseppe DiStefano ve Luciano Pavarotti gibi büyük sanatçılar tarafından söylenen şarkı sözlerini Curtis, Sorrento’da bir terastan denizi seyrederken yazmış.

Kasabanın en büyük meydanı PiazzaTasso’ya yürüyorum. Yağmur bir yağıyor, bir duruyor.Meydana,1544’te burada doğan şair TorquatoTasso’nun adı verilmiş. Dükkânlar, kafeler, meyve tezgâhları ve faytonlarla çevrili. Büyük caddenin her iki yakası limon ve portakal ağaçlarıyla kaplı. Yeşillikler arasında dar sokaklar, taş yollar, küçük balkonlu evler, pastel renkli binalar, Ortaçağ’dan kalma taş kemerler, büyüleyici bir atmosfer. Arabalar minik, İtalyan arkadaşım sokaklar dar olduğu için bunun zorunlu olduğunu söylüyor. Çok güzel mağazalar var. İşin ilginç tarafı fiyatların o kadar pahalı olmaması. Yerel yemeklerin yapıldığı bir lokantada yemek yiyorum, enfes. Sorrento, sırtını dağa yaslamış, denize doğru dik inen çok şirin bir yer.

Yazın nüfusu fazlasıyla artıyormuş. İtalya’nın sayfiye yeri. Çarşıdan geçiyorum. Burada seramik ağırlıklı objeler satılıyor. Ayrıca peynir, Limoncellove Limonoro likörleri, biblolar, tabaklar, hatıralık eşyalar… Bahçe içindeki taş evlerin yüksek duvarları arasında kıvrılarak giden dar sokaklar. Kendimi ortaçağda bir köyde yürür buluyorum. İnsanlar dışında her şey eskiden kalmış. Çeşmeler, kapılar, binalar… Sorrento’nun büyüsünü yaşamak istiyorsanız dar sokaklarında yürümelisiniz. Aşağıya inerken kolay da bu inişin bir de çıkışı var diye düşünüyorum. Kartpostaldan fırlamışçasına göz alıcı manzaralar, insanı büyülüyor. Tam karşıda Capri adası gözüküyor. Bu gezide oraya geçmek için ne yazık ki yeterli zamanım yok. O kadar canlı bir yer ki insan nereye bakacağını şaşırıyor.
Dik yamaçlara otel ve pansiyonlar yerleşmiş. Yeşil ve mavinin içinde kırmızı, sarı renkler. Bu manzara saatlerce seyredilebilir. Denizin rengi çok güzel.

Napoli’de tanıştığım bir arkadaşım Sorrento’da oturuyor. Beni alıp bu çevreyi arabasıyla gezdirecek. Anna Maria ile meydanda buluşuyoruz. Bana Capri Adasında evde yapılmış bir likör hediye ediyor. Arabası ile Sorrento’dan çıkıp kıyı boyunca ilerliyoruz. Ada şimdi daha net gözüküyor. Buradan gemi ile karşıya geçebiliyormuşsunuz.

Küçük bir Katolik kilisesi geziyoruz. Çok değişik. Zemini renkli seramik taşlarla döşenmiş, sarı ve mavi, çok güzel. Daha sonra bir kahve içiyoruz. Oldukça geç Napoli’ye dönerken buraya kesin bir kez daha gelmeliyim diye düşünüyorum. Kıyı bir harika. Amalfi kıyıları, UNESCO dünya mirasları listesinde. Sorrento bu kıyıların başlangıç noktası. Bir sanatçının bu güzelliklerden etkilenmemesi mümkün değil.