Beste Serim Erbak: TRAKYA 2 Troya– Gelibolu (Gallipoli) – Edirne

TRAKYA 2
Troya– Gelibolu (Gallipoli) – Edirne
2016
Gece yarısı Truva Antik Kentinin hemen giriş kapısı yanındaki« Hisarlık »otele vardık. Burayı üç kardeş işletiyor. Kardeşlerden birinin adı“Mustafa .”Truva kazılarında çalışmış. Buraya yeni bir yol yapılmakta olduğu için her taraf toz toprak. Bu sene ne yazık ki ülkemize tek bir turistin bile gelmemesi sonucunda turizmle uğraşan herkes gibi onlar da kan ağlıyor. “Sadece yerli turistler geliyor.” diyorlar. Gezdiğimiz her yerde bu sıkıntı ile karşılaştık. Olay birçok kişinin işini kaybetmesine neden olmuş. Ne kötü, ne üzücü.

Duvarlarda kazı ekibinin fotoğrafları asılı. Pansiyondaki her odanın kapısında Antik devrin bir kahramanın resmi göze çarpıyor. Oda anahtarlarına resimlerdeki kişilerin adları yazılmış. Otelin her noktasında Troya’ya ait bir yazı ya da resim görmek mümkün.

Homeros’un İlyada Destanına konu olan Troya Savaşının yapıldığı yer olarak bilinen Troya Antik Kenti 1998’de UNESCO Dünya Miras Listesine girmiş.
Alman tüccar ve amatör bir arkeolog olan HeinrichSchliemann, 1873 yılında burada kazı yaparak, Priamos hazineleri adını verdiği birçok değerli parça bulmuş ve yurt dışına kaçırmış.Schliemann Yunanlı karısı ile Hisarlıkta’ki bu tepeye gelerek kazı için Osmanlı Devletinden izin almış.Oldukça ilginç bir hayatı olan bu kişi, tam bir arkeolog olmadığı için ören yerine oldukça fazla zarar vererek adeta burayı talan etmiş.
Yaklaşık yirmi yıl önce Alman televizyonundan gelen bir ekip Schliemann’ın hayatı hakkında bir belgesel hazırlamış. Kazı ekipleri için yapılan tahta kulübeyi de Schliemann’ın evi olarak tanıtmışlar. Kulübe halen duruyor.

Daha sonraki yıllarda Antik Kentteki kazı çalışmalarını sürdüren Alman Arkeolog ManfredKorfmann, buranın Unesco Dünya Mirasları listesine alınmasında büyük bir rol oynamış ve yöre halkı tarafından çok sevilmiş.Otelde Hector’un ayak izinden tutun, Truva’yı simgeleyen her şey turistik amaçla kullanılmış.
Truva Antik Kentini birçok kez gezdiğimiz için yolumuza devam ediyoruz.Geze geze Edirne’ye gitmeyi hedefliyoruz. Çanakkale’de attığınız her adım bir tarihi olayın geçtiği yer. Ezine’ye doğru giderken Güzelyalı sapağını geçince “Turgut Reis Tabyası” tabelasını takip ediyoruz. Ormanın içinde ilerliyor ve bir tepeye varıyoruz. Çok iyi olmayan bir yol. Tepede muazzam bir top ile karşılaşıyoruz. Benim merak ettiğim bu kadar ağır bir top buraya nasıl çıkartılmış.

Çanakkale Savaşları sırasında müttefik güçlere karşı uzun atışlarda kullanılan top Turgut Reis Zırhlısından sökülmüş ve 2’nci Dünya Savaşı öncesi boğaz savunmasını güçlendirmek için Güzelyalı sırtlarına yerleştirilmiş. Çanakkale’de, bazı kaynaklara göre bulunan tabya sayısı 19.Tepedeki muhteşem manzaraya hayran kalmamak mümkün değil.

Çanakkale Boğazının Asya tarafında yer alan Lapseki’den(Lampsakos) Gelibolu’ya geçmek için feribota bindik. İskelede Pegasus Heykeli yükseliyor. Yarım saatte Gelibolu’ya vardık. Boğazın Avrupa kıyısındaki en geniş sahile sahip olan Gelibolu balıkçılık alanında fazlasıyla gelişmiş.

Gelibolu İlkokula başladığım ilçe. Babamın görevi nedeniyle geldiğimiz Gelibolu eğitim hayatımın başlangıcı oldu. Bende ayrı bir yeri var. Tarihinin Truva kenti kadar eski olduğu söyleniyor.
Çanakkale’nin bir ilçesi olan Gelibolu şirin bir yerleşim. Derli toplu güzel bir ilçe. Ufak bir çarşı, güzel parklar ve hoş manzarasıyla sizi etkiliyor.

Çarşıda biraz dolaştıktan sonra karnımızı doyurmak amacıyla Gelibolu Osmanlı Mutfağına oturuyoruz. 1961 yılında kurulmuş bir aile restoranı. Yemekleri çok güzel. Gelibolu’nun bir başka ünü de yatırlarından geliyor.
İlçeden çıktıktan sonra, Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa ve “Vatan Şairi” olarak anılan, yazar, gazeteci, devlet adamı, Namık Kemal’in kabirlerinin bulunduğu tepeye geliyoruz.Namık Kemal,edebiyatta özellikle “İntibah” adlı romanı ve “Vatan Yahut Silistre” isimli tiyatro oyunu ile tanınıyor.Kendisi buraya gömülmeyi vasiyet etmiş. Namık Kemal’in Kıbrıs, Magosa’da bir zamanlar sürgün yattığı yeri gezmiştim.

Osmanlı Devletinin Rumeli’ye, Avrupa’ya geçişinin öncüsü olan Gazi Süleyman Paşa, Osmanlı Padişahı Orhan Gazi’nin büyük oğluymuş. Tepedeki muhteşem manzara karşısında, büyüleniyorsunuz. Ulu ağaçlarıyla güzel ve insanın içini rahatlatan bir yer.

Yolumuz Uzunköprü ilçesine doğru. İlçe adını “Ergene” nehri üzerinden geçen “Uzunköprü “den almış. Köprünün Dünyanın en uzun taş köprüsü olduğu söyleniyor. Osmanlı döneminde 1426-1443 yıllarında Padişah II. Murat tarafından yaptırılmış.1.392m uzunluğundaki dar köprüde 174 kemer bulunuyor. Üzerine beton dökülmüş arabalar geçiyor. Tarihi eser nasıl harap edilebilir diye sorarsanız örneği burada.

En sonunda Edirne’ye varıp, Öğretmen Evini aramaya başladık. Ara sokaklardan çıkarak ulaştık ama orada oturanlar Öğretmen Evinin kapandığını söylediler. İnşaatı uygun değilmiş. Benim anlamadığım bu yapılara en başta izin verirken akıllar nerelerdeymiş. Uzun zamandır açık olan yer iki üç gün önce kapanmış. Oradan bize bir otel ismi verdiler. “Uygun Apart Otel “Bir aile işletmesi. Bize güzel bir kahvaltı hazırladılar. Çok yardım sever aydın insanlar. Memnun kaldık. Eski İstanbul caddesinde. Otele yerleştikten sonra çarşıya doğru yürüdük. Edirne ili uzun yıllar Osmanlıya askeri başkentlik yapmış. Birçok tarihi eser barındırıyor. Tahmis Meydanında süpürge yapan bir usta heykeli dikkat çekiyor. Edirne üzerinde küçük, yuvarlak aynalar bulunan çalı süpürgeleriyle ünlü. Bu süpürgelerin anlatılan birçok öyküsü var. Bunlardan bir tanesi şöyle; Eskiden gelinler üzerine ayna koydukları süpürgeler sayesinde kayınvalidelerinin gelip gelmediğini kontrol ederlermiş. Süpürge yapanlar tüm güçlerini kullanabilsinler diye kendilerini halat ya da zincirle bir yere bağlayıp sabitlerlermiş.

Sokaklardaki harap bir halde bulunan, ahşap tarihi evler modern binaların arasına sıkışmış, restore edilmeyi bekliyor. Rüstem Paşa Kervansarayı1554 yılında Osmanlı padişahı Kanuni’nin damadı ve Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. İki Kapılı Han caddesinde, Bedesten ile Eski Camii arasında bulunuyor. Yapının bir cephesi eğri inşa edilmiş. Yapı 1980 yılında “Ağa Han Mimarlık ” ödülüne layık görülmüş. Gerçekten mükemmel.

Merkezde bulunan Ulu Caminin inşaatını 1403 yılında Osmanlı Sultanı Süleymanbaşlatmış ama yapı ancak 1414 yılında bitirilebilmiş. Gerçekten güzel bir camii. Üç Şerefeli Camii 1443-1447 yılları arsında Osmanlı Sultanı II. Murat tarafından yaptırılmış.Edirne’de tüm tarihi yapıları merkezde gezebiliyorsunuz.Yavaş yavaş karanlık çöküyor.Pehlivanlar Heykeli, Uğur Mumcu Parkı derken hava siyaha bürünüyor.
Ali Paşa Çarşısı çıkışında bulunan “Üç Lale Heykeli. “Saraçlar Caddesindeki süs Havuzu ve Heykelleri dikkat çekiyor.

Burası araç trafiğine kapalı bir cadde.Sağlı sollu dükkânlar, restoranlar sıralanmış. Her yerde tavuk döner satılması ilginç.Birkaç iyi restoran var. Edirne’nin meşhur ciğer tavasını yapan yerler. Bizim yemek için oturduğumuz restoran çok kötüydü.Midemiz bozuldu. Daha sonra bir kahve içip otele döndük.
Gecesi bir başka güzel Edirne’nin. Tarihi eserler ışıklarla aydınlatılmış, mücevher gibi parlıyorlar. Büyülü bir atmosfer.

Akşam rahat bir uykudan sonra ertesi sabah Karaağaç mahallesine gidiyoruz. Girişte Tunca Nehri üzerinde 1608 yılında yapılmış Tunca Köprüsü bizi karşılıyor. On bir ayak üzerinde duran bir taş köprü. Edirne’de taş köprüler oldukça fazla. Diğerleri gibi bu köprünün de restorasyonu başarısız.

Karaağaç, Yunanistan sınır kapısına dört kilometre mesafede. “Pazarkule Sınır Kapısı”. Orman ve nehirlerle çevrili bir bölge. Burası serinliği nedeniyle Edirne’nin sayfiye yeri olmuş. Restoranlar, pansiyonlar, mesire yerleri nehir kenarına sıralanmış. Eskiden bir Rum köyü olan Karaağaç çok güzel bir yer. 1920-1923 yıllarında Yunan işgali altında kalmış. Daha sonra imzalanan Lozan Antlaşmasıyla savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verilmiş. 1972 yılına kadar tren istasyonu olarak kullanılan bina Trakya Üniversitesine devredilmiş.
Bugün Güzel Sanatlar Fakültesi olarak hizmet veriyor. Bahçesi ve diğer yapılar o kadar güzel ki sanatçılar için büyük fırsat. Bahçenin içinde Lozan Anıtı Meydanı ve Müzesi bulunuyor.

Sağlı sollu geniş caddenin iki tarafında yer alan şirin kafelerden birine oturuyoruz. Çok güzel bir cadde. Yeşillikler içinde. Huzur dolu.
Çok keyifli bir yer. Ayrılmak zor oldu. Ama gideceğimiz yeri düşününce heyecanlanıyoruz. Görmeyi çok istediğim bir yere doğru yola çıktık. Şehir merkezine 3 km uzaklıkta, Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi. Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Sultan II. Beyazıt’ın 1484-1488 yılları arasında yaptırdığı yüze yakın kubbeyle örtülü Külliye muhteşem. Burası Darüşşifa ve Tıp Medresesi olarak yapılmış. Külliyenin içindeki diğer binalar ise bu hizmetleri sosyal ve dini açıdan desteklemek için inşa edilmiş.
2004 yılında Avrupa Konseyi tarafından verilen “Avrupa Müze Ödülü ”nüalmış. Gerçekten de hak etmiş.Mutlaka görülmesi, gezilmesi gereken bir müze. II. Bayezid bu külliyeyi Edirne’ye bir hastane kazandırmak amacıyla yaptırmış. Külliyenin merkezinde Darüşşifa var.

Tıp Medresesi, Cami, imaret, Hamam, değirmen, sude posu, okul gibi üniteler barındırıyor. Bahçesi harika. Çok büyük. Gezmek için zaman ayırmak gerekir.
Çamaşırhane, mutfağa alınan malzeme listesi, yeni doğmuş çocuğun başında biriken suyun alınması ameliyatı gösteren resim, çok ilginç.
Tek kelime ile mükemmel bir yer. Yaklaşık iki saat gezdik ama daha da gezebilirdim. Yapılan ameliyatları gösteren resimler, açıklamalar, müzikle tedavi yapılması, hekimlerin yetiştirildiği derslikler. Yeşillikler içinde bir avlu.