Beste Serim Erbak: Uçsuz Bucaksız Anadolu- I.Bölüm

Beypazarı

Sıcak bir yaz sabahı 2018’in 8 Temmuzunda eşimle birlikte arabayla İzmir’den yola koyulduk. Uzun zamandır planladığımız, 5000 km olarak düşündüğümüz Anadolu gezisi güzergâhımız onsekiz gün sürecek. Bu serüven bizi oldukça heyecanlandırıyor.

Anadolu’nun güzel tatları eşliğinde 5000km yolu devirip inanılmaz toprakları gezerek unutulmaz anılar biriktirmek istiyoruz. Bugün yolumuz uzun. Ankara’nın Beypazarı ilçesine kadar gitmeyi hedefliyoruz.
Görmeyi çok arzu ettiğimiz Dumlupınar Şehitliği ilk durağımız.26 Ağustos’ta Afyon’da başlayan Büyük Taarruzun 30 Ağustos 1922’de zaferle noktalandığı yer burası. Dumlupınar Ulu önderimiz Atatürk’ün başkanlığında dünyada eşi benzeri görülmemiş bir zafere imza atmış.

Kütahya yakınlarındaki Şehitlik, Kurtuluş savaşı boyunca vatanı kurtarmak amacıyla şehit düşen 137.000 Anadolu evladı adına Cafer Gazi Tepesi ve eteklerinde Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılmış ve 1992 yılında ziyarete açılmış. Burada duygulanmamak elde değil. Küçük yaşta çocuklar, gençler vatanlarını kurtarmak uğruna canlarını vermişler. Mezar taşlarında yazan birbirine çok yakın doğum ve ölüm tarihlerini okumak insanı derinden etkiliyor. Merdivenlerden tırmanınca tepedeki Mehmetçik heykeli tüm heybetiyle yükseliyor. Buradan ovayı seyretmek uzaklardaki trenin süzülüşünü görmek, muhteşem.

Şehitlikten çıktıktan sonra Dumlupınar Köyüne uğradık. Atamızın kaldığı yer, müze, heykeller… Etraf sakin. Vakit Öğlen. Köy meydanında gezinmeye başlıyoruz. Açık bir yer bulursak karnımızı doyuracağız. Bir pideci dikkatimizi çekiyor. Küçük bir yer. Bizi kapılarda karşılıyorlar, buyur ediyorlar. Lokanta sahibinin küçük bebeği bir köşede oynuyor. İçerde çalışmayan bir su sebilinin üzerindeki çiçekler güzel görüntüler oluşturmuş. Üzerinde önlükler asılmış, içi dolap, merdane şeklinde tahta mobilya ortama çok uygun. Yaratıcı fikirler.

Lezzeti damağımızda kalan yemeğin ardından, Atamızın kaldığı evi ziyaret ediyoruz. Şaşaadan uzak sade bir ev. Büyük öndere yakışır. Parkın içinde. Müze de hemen onun yanında. Müzeye girdik kimseler yok. Gezdik çıktıktan sonra yanımıza bir hanım görevli yaklaştı ve “Ben sizi görmedim yoksa gezdirirdim” dedi. Yani insan burada kendini evindeymiş gibi hissediyor. Tuhaf bir duygu seli yaşamaktayım. Kurtuluş savaşı sırasında kullanılan eşyalar, resimler. Kısa bir süre de olsa geçmişe yapılan yolculuk. Tüm bunlar insanı inanılmaz etkiliyor.

Yola devam. Eskişehir Sivrihisar’a gelmeden Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaşayan ünlü efsanevi kişilik Nasreddin Hoca’nın doğduğu Sivrihisar’ın Hortu mahallesine gidiyoruz. Türk güldürü ve mizah ustası olan Nasreddin Hoca’nın çokça hikâyesi Anadolu’da dillerde dolaşır, çocuklar onun hikâyelerini okuyarak büyür. Adı geçtiğinde hemen gözümüzün önüne onun eşeğe ters binişini gösteren resmi gelir. Mahallelin girişindeki tak ve heykel ilginç. Üzerinde “Dünyanın merkezine hoşgeldiniz” yazıyor. Bunu okuyunca Nasreddin Hoca’nın ünlü fıkrası akla geliyor. “Bir gün Nasreddin Hoca’ya “Dünyanın merkezi neresi?” Hocamd iye sormuşlar. O da parmağı ile yeri işaret ederek “İşte burası” demiş. “Olur, mu hiç öyle şey Hoca” diye cevap verilince Hoca “İnanmıyorsanız ölçün” diye yanıt vermiş.”Doğduğu evin, önünde bir heykeli yapılmış.1208 yılında doğmuş ve burada uzun yıllar yaşamış. Tahta kapıdan girdiğimiz avluda bizi köyden hanımlar karşılıyor. El emeği göz nuru yemeniler satıyorlar. Ayrıca yerel ürünler de pek güzel gözüküyor. İki katlı evi gezdirmek için çocuklar birbirleriyle yarışıyorlar.

Polatlı üzerinden Beypazarı’na ancak gece karanlık çöktüğünde varabildik. Bugün seyahatimizin en uzun etabını geride bıraktık. İpekyolu Konağında kalmaya niyet edince içeri girip konuşuyoruz. Beylerin pazarı olarak bilinen Beypazarı tarihi İpekyolu üzerinde bulunuyor ve o zamanın ticaret merkezi. İpekyolu Konağı 1320’li yılında yapılmış ve işletmecileri beş nesildir burayı işletiyormuş. Bu seyahatimizin diğer bir özelliği de hiçbir yerde yer ayırtmadan dolaşmamız. Sebebine gelince nerede fazla kalmak isteriz belli değil. Hedef yerlerimiz var ama bizi neyin karşılayacağı konusunda tam bir fikir sahibi değiliz. Böylece maceramız daha ilgi çekici hale geliyor. Tarihi konak güzel bir restorasyon görmüş. Tahta tavanlar ve hiç ses geçirmeyen pencereler. Konak işletmecisi bizi çok iyi karşılıyor. Bavullarımızı çıkarmamıza yardım ediyorlar. Akşam yemek için dışarı çıkıyoruz. Ve ünlü Beypazarı etli güvecinden tadıyoruz. Burayı tam manasıyla gezmeyi yarına bırakıyoruz.

Sabah eski konağın üst katında kahvaltı ettik. Samimi bir ortam. Kahvaltıdan sonra Beypazarı’nı gezmek için dışarı çıktık. Burası Ankara’ya 100km uzaklıkta. İzmirlilerin hafta sonlarında Şirince’ye gitmesi gibi Ankaralılar da buraya geliyor. Ünlü gezgin Evliya Çelebi Seyahatname ’sinde buradan bahsederken; “İlk kurucusunu bilmiyorum. Fakat ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah’ın veziri Dinar Hezar’dır. Onun için şehre “Germiyan Hezar” da derler” diyor. Ayrıca Beypazarı’nda birçok kültürlü insanın yaşadığını, bağlar bahçeler olduğunu yazmış. Evlerin çoğu restore edilmiş. Aslına sağdık kalmaya çalışılmış ama bazıları o kadar yeni olmuş ki bir evin diğer bir evden farkı kalmamış. Ahşap yapılar Osmanlı mimarisini gösteriyor. Beypazarı Türkiye’nin havuç ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılıyor. Bu nedenle meydanda kocaman bir havuç heykeli var. Ayrıca çarşıda her yerde havuç suyu içebiliyorsunuz.

Tarihi evlerin ve küçük dükkânların bulunduğu dar sokakları dolaştık. Beypazarı kurusu bir nevi galeta oldukça meşhur. Fırınlarda satılıyor. Çok leziz. El açması baklavaların bulunduğu pastaneler, her türlü organik ürünler, hediyelik eşyalar… Sağa sola baka baka ilerliyoruz. Sokak arasında verdiğimiz kahve molası ayrı bir keyif.
Tarihte bir yerlerde yürüyoruz. Meydandan girdiğimiz bir ara sokaktan yokuş yukarı tırmandığımızda “Yaşayan Müze’ye ulaşıyoruz. Burasıda eski bir konak. 2007 yılından beri müze olarak hizmet veriyor. “Uygulamalı Kültür Bilim Müzesi” adı ile anılıyor. Giriş ücreti ödüyorsunuz. İçeriyi sizi hanımlar gezdiriyor. Bu eski Türk konağı 1900’lü yılların başında inşa edilmiş ve Abbaslar ailesine aitmiş. Rehberlik eden bayanlar çeşitli etkinlikler yapıyor ve sizi de buna dâhil ediyorlar. Baskıdan tutun, kurşun dökmeye kadar tüm geleneksel sanat etkinlikleri yapılıyor.

Evin bahçesinde küçük sevimli bir kafe bulunuyor. Meşhur Beypazarı sodasını içiyoruz. Sanırım Beypazarı’na gelen herkes burayı ziyaret ediyor. Öğle yemeği için yeniden çarşıya dönüyoruz. Halise Teyzenin yerinde Beypazarı’nın ünlü Cimcik mantısını yemek istiyoruz. Enfes. Buradan Suluhan Nasuh Paşa Hanını görmeye gidiyoruz.

Nasuh Paşa tarafından 1022-1613 tarihlerinde yaptırılmış olan han restore edilmiş. Zemindeki avluya bir kafe açılmış. Sürekli suyun aktığı bir de havuz var. Eskiden hanın yanında bir su akarmış. Hanın adı buradan gelmekteymiş. Artık Beypazarı’na veda etme vakti. İnözü vadisine doğru yol alıyoruz.
Burası Doğal sit alanı olmuş. İnözü çayının aktığı vadi dik kayalar ve bu kayalara oyulmuş kaya mezarlarından oluşuyor. Tam bir ormanlık alan. Vadide restoranlar sıralanmış. Su kenarında güzel tesisler. Birine girip keyifle kahvemizi içiyoruz. Anlaşılan yöre halkı buralarda hafta sonu geçiriyor. Ankara’ya uzak olmadığı için oradan da bol bol yerli turist gelmekteymiş.

Çok hoş bir yer. Yolumuza devam ediyoruz. Yolda kavun satılıyor. Beyaz ve sapsarı kavunlar dikkatimizi çekince duruyoruz. Meğerse alçıdan yapılmışlar. Dikkat çekmek içinmiş. Başarmışlardoğrusu. Ama gerçek kavunların tadı da enfes. Bir tane aldık. Bu akşam Yozgat’ta olacağız.