Beste Serim Erbak: Portekiz – Porto- Guimarães

Kırmızıyı seven Portekizliler (6 )
Porto- Guimarães0cak 2015

Aveiro’dan sonra yolumuz Porto’ya doğru. Porto şaraplarıyla ünlü. 1996 yılında şehrin tarihi merkezi UNESCO Dünya Mirasları Listesinde yerini almış. Porto, sanat ve spor alanında birçok başarıya imza atmış bir yer. Özellikle futbol takımı tüm dünyada tanınıyor. Şehrin kuruluşu Keltler tarafından gerçekleşmiş, daha sonra Romalılar zamanında, önemli bir liman kenti olmuş. 400’lü yıllardan 700’lü yıllara kadar Vizigot hâkimiyetinde kalmış. 716 yılında Arapların eline geçen şehir, 1100’lü yıllarda Portekiz’in kurulması ile ülkenin topraklarına katılmış.
Atlas okyanusuna dökülen, Douro nehri ağzında yer alan Porto’ya akşam vaktinde giriyoruz. Ama oteli bir türlü bulamıyoruz. Sonunda bir arabayı durdurup otelin nerede olduğunu sorunca Portolu Bey, Portekizlilere has davranışıyla onu izlememizi bizi otele götüreceğini söylüyor. Yalnız ufak bir ayrıntı. Adamcağız önce çocuklarını anaokulundan alacağını bizi sonra götürebileceğini biraz beklememiz gerektiğini söylüyor… Neyse sonunda peşine takılıp gidiyoruz. Otel “Pousada do Porto Palacaio” .Portolu Bey bizi önüne getirdiğini söylüyor. Ama durum öyle değil. Meğerse burası otelin arka kapısıymış. Esas giriş ana caddede ama sanırım o girişi kaçırdığı için bizi bu kapıya getirmiş. Sonuçta ikisi de otelin kapısı diye düşünmüş olmalı. Bir macera ile ana girişi bulduk. Otel eski bir saray.” Palacio do Freixo” XVIII. yüzyılın ortalarında, soylu Cernaches ailesinin konutuymuş. Uzunca bir bahçe girişinden sonra ana binaya varabildik. Bir hayli geç olduğu için akşam yemeğini otelde yemeğe karar verdik. Sunum harika. Ayrıca nefis bir ortam. Sarayı eski durumunu bozmadan restore etmişler. Odalara eski saraydan geçiliyor ama odaların bulunduğu kısım tamamen modern. Eski ve yeni içiçe. Oldukça yorgun olduğumuz için Porto’yu ertesi sabah görmeyi düşünerek rahat bir uyku çekiyoruz.

Sabah kahvaltısı da yemek kadar güzel ve kaliteli. Masalar tavan resimleri sarayın nehir kıyısında Porto’ya bakan pencereleri…
Önce “MajestikCafe”ye gitmeye karar verdik. Porto, Lizbon’dan biraz daha serin. Şehir nehrin iki yakasında kurulmuş. Bir zamanlar Portekiz Krallığının başkentiymiş. Portekizce, ilk önce burada konuşulmaya başlanmış. Portekizlilerin en hassas olduğu konu “İspanyolca mı konuşuyorsunuz?” diye sormak. Hakaret sayıyorlar. Bu konuda pek hassaslar. Portekizce konuşuyorlar. Rengârenk bir şehir…
MajestikCafe, SantaCatarina sokağında, Portekizli ünlü mimar JoaoQueiroz tarafından 1921 yılında tasarlanmış ve 2011 yılında Dünyanın en güzel beş kafesinden biri olarak kabul edilmiş.

Taksiden inerken yağmur yağmaya başladı. Şoför hemen inmeyin biraz bekleyin durur deyince şaşırdık ama geçekten de yağmur burada bu kadar kısa sürede başlayıp bitiyor. İlginç.
Kafe turist dolu. Hatta Türk turistlere bile rastladık. Bile diyorum çünkü Türkler bu mevsimde gelmek istemiyorlar. İçerisi adeta bir müze. Her yerde resim, heykel ve işlemeler var.
İlgimi en çok gülen heykeller çekti. Portekiz’de bolca rastladık. Anlaşılan halk mutlu ve huzurluymuş. Burada bir şeyler yemek ayrı bir zevk. Tarihten bir yaprak…

Bu güzel yerden sonra çevreyi gezmeye devam ediyoruz. 1880 yılından kalma Reis Filhos adlı mağazanın giriş kapısı oldukça orijinal. Rua De Santo‘da bulunan mağazanın kapısı demir döküm. YakınlardaLonely Planet tarafından Dünyanın en iyi üçüncü kitapevi olarak seçilmiş olan Lello Kitapevi ( LivrariaLello&Irmao ) 1906 yılında kurulmuş. Ünlü Harry Potter’in yazarı J.K Rowling bu kitapçıdan esinlenmiş ve yazılarını CaféMajestik’te yazmış. Yazar 2 yıl Porto’da yaşamış. Ben büyülendim. Muhteşem bir yapı ve çok fazla kitap var. Aslında giriş ücretsizmiş ama turistlerin sadece gezdikleri ve hiç kitap almadıklarını fark eden sahibi şimdi kişi başı 2 Euro giriş ücreti alıyor. Biz öyle yapmadık kitap satın aldık ama yine de ücreti ödedik. Kitapçının merdivenlerinden yukarı çıkıldığında çok hoş bir kafe var. İnsan burada saatlerce kalabilir.

Porto’nun kendine has tramvayları üzerinde yazılarla pek güzel görünüyor. Tramvay, şehrin değişik boyalı evleri, siyah gri desenli kaldırım taşlarıyla bir bütün oluşturuyor. Yine ön cephesi oldukça değişik olan ve demir malzeme kullanılan başka bir mekân.” Casa Vicent”. MajestikKafeye benzer bir kapısı var. XX.yüzyıl başında ortaya çıkan “Art Nouveau” akımının mimariye yansımasını gösteriyor. Binanın yapımı 1800’lü yıllara rastlıyormuş ama daha sonraları yapılan demir işlemesi ile orijinal halini almış. İdefonso Kilisesi ve Tiyatro Binası göze çarpan yapılar.

Gazete satıcısının posta kutusuna dayanmış heykeli. Buralarda sıkça karşımıza çıkan bir sanat. Birde bakıyorsunuz bir köşede aniden karşınıza çıkıveren bir heykel. Sanat böyle olmalı. Biz onunla iç içe yaşamalıyız. Pekhoş. Tarihi kiliselerin yüzleri muhteşem çinilerle bezenmiş. Azulejo sanatı. Ortodoks Kilisesi Santo AntoniodosCongregados, Aslanlı Çeşme. “Praça de Gomes” Gomes Meydanında. Kanatlı aslanlar. Arkada fark edilen VIII yüzyıl ortalarında granitten yapılmış bir yüzü çinili,Carmen ve Carmo kiliseleri bu meydanı daha da güzel kılıyor. Bilmem neden ille de çeşmelerde su aslanların ağzından akar. İtalya’da da bolca görülür. Eglise del Carmen, Eglise do Carmo, Portolu gazeteci ve deneme yazarı RamalhoOrtıgao’nun heykeli. Cordoria parkında yükseliyor.

Eğitimini Coimbra Üniversitesinde tamamlamış. Geleneksel pelerininden anlaşılıyor. (1836 – 1915) Çok az rastlayacağımız bir heykel. Böyle dememin nedeni heykelin gözlüklü olması. Porto piskoposu AntonioFerreiraGomes.
Lello Kitapevinin yakınlarında çiçekler içinde renkli Portekiz evlerini seyrediyor.
Hemen arkada Clerigos Kulesi yer alıyor. Buradan Porto manzarası çok güzel gözüküyormuş ama biz çıkmadık. Bu arada Portolular sadece tarihi yapılarıyla yetinmeyip değişik ilginç mimari eserler yapmışlar. Tümseğin üzerinde ağaçlar altında restoran ve dükkânlar. “Costo “kafeye oturmaya niyetleniyoruz ama sonra “ClérigosVinhos&Petitos” adında bir restorana oturuyoruz. Bizi kapıda bir şef karşılıyor. Bir tören edasıyla masamıza yerleştiriyor. Güzel bir yer. Servis yavaş ama yemekler lezzetli. “Sa da Bandeira” tiyatrosu dikkatimizi çekiyor.
Porto’nun en eski Tiyatrolarından biri.Birçok ünlü burada oyununu sergilemiş.Kendi adıyla aynı olan sokakta bulunuyor.

Portekiz Fotoğrafçılık Merkezi.(PortuguesFotografia) Önceleri hapishane ve mahkeme olarak kullanılan bu bina daha sonraları fotoğrafçılık merkezi haline getirilmiş. Pek zaman kalmadığından gezemedik. İçinde çeşitli sergiler açılıyormuş. İlanları da asılıydı.
“Praça de Liberdade” Özgürlük Meydanı. Ve kral 4.Pedro’nun bronz heykeli. Arkada yüksek saat kulesiyle Porto Belediye Binası.Havanın biraz puslu olması bu büyülü atmosfere daha da fazla bir güzellik katıyor. Clérigos Kilisesi. Barok tarzda yapılmış.Kilisenin güzel de bir kulesi var. Burada sağlı sollu dükkânlar yer alıyor. Ayrıca bir bitpazarına da rastladık.

Fernandes, Mattos Hediye Dükkânı. Oldukça orijinal hediyelik eşyalar var. Casa Oriental 1910’da kurulmuş bir bakkal.Ne ararsanız var. Özellikle tabelanın üstündeki resim çok hoş ve eski. Kapının üzerindeki resim bir gezgine kahve ikram eden birini gösteriyor.
Eski bir eczaneye girip “FerreiraLemosFarmaciaSociedadeUnipessoal LDA” birkaç ilaç alıyoruz. Eczacı ile sohbet ediyoruz. Porto’da en önemli şey futbolmuş. Maç varsa hayat dururmuş.Karnımız acıktığı için “ClérigosVinhos&Petiscos”adında bir restorana giriyoruz. Bizi her zamanki gibi kapıda karşılıyorlar. Yemekler güzel ama servis görüntüye göre pek iyi değil.Bu arada orijinal Porto formasını oğluma alıyorum.Baxia Bölgesinde modern bir storda formalar satılıyor.O da Portolulara benziyor.Maç tutkunu. Futbol burada ayrı bir sektör oluşturmuş. Porto formasının üzerine ad ve numara yazıyorlar. Orijinali pahalı ama taklitleri bol miktarda satılıyor. Bu arada küçük dükkânların hiç birinde kredi kartı kullanamıyorsunuz. Nakit istiyorlar. Bu mağazayı bulabilmek için bir hayli yokuş tırmanmak zorunda kaldık.
Buradan Libredata Meydanında Tren garı Sao Bento’ya gidiyoruz.(Sao Bento)Tren istasyonu binası eski bir manastırın kalıntıları üzerine yapılmış. 1896’dan beri aktif olarak çalışıyor.Tren istasyonuna bu eski manastırdan giriyorsunuz.Büyük bir salon sizi karşılıyor.

Tüm duvarlar mavi beyaz tonları hâkim olduğu fayanslarla kaplı.Azulejo sanatının en güzel örnekleri.Binanın dışı şık, içeriye bir kiliseden giriyorsunuz. 20.000 ‘den fazla çini fayans varmış. Bunların üzerinde Portekiz günlük yaşamı ve tarihi işlenmiş. ÇinilerJorgeColacoimzalı. Salondan sonra trenlerin olduğu bölüm ise üzeri camekân kaplı modern bir yer. Bence burası Porto’nun en güzel yerlerinden biri.
Tren garından çıktığınızda hemen karşıda Porto Katedrali gözüküyor. Bir katedralden daha çok kale gibi duruyor.
Akşam yemeğinden önce daha önceden çok güzel diye okuduğumuz bir parka gitmek istedik.Kristal Saray ve Bahçeleri. Oporto’nun üst taraflarında yer alıyor.Buradan şehrin nefes alan yeri olarak söz ediliyor. Douro Nehri ve Porto manzarası harika.Parkın içinde çeşmeler,heykeller,küçük bir göl ve çeşitli çiçek bahçeler bulunuyor.Parka adını veren kristal kürede konserler veriliyor sergiler açılıyormuş.1865 yılından beri bu güzel parkta soluklanmak mümkün. Biz burada bir saray aradık ama çok geç olduğu için kapalıydı. Tabelalar da yeterli olmayınca bir hayli zorlandık.Parkta insanın burada ruhu dinleniyor. Anlaşılan burada tam gün vakit geçirilebilir. Sakin, dingin… Çimlerin üzerinde tavus kuşlarıdolaşıyor.
Geze geze aşağıya iniyoruz.Del Cuerpo Santo de Massarelos Kilisesi. XVII. yüzyılda da yapılmış. Bu kilise San PedroGonçalvesTelmo adıyla da adlandırılıyormuş. Kilisede yan duvarda güzel bir işleme var. Duvar üzerindeki tarih 1394’ü gösteriyor. Kilisenin iki çan kulesi var. Porto’nun modern yüzü ile tarih birbirine karışmış.
Porto gece de güzel. Meşhur köprüleri iki yakayı birbirine bağlıyor.Sahilde evler çok güzel gözüküyor. Küçük iki katlı şirin renkli balkonlu evler. Tabii balkonlardan sarkan çamaşırlar dekoru tamamlıyor. Balkon demirleri ince ince işlenmiş. Sanki masal evler.

Bu günün başka bir özelliği de benim yaş günüm olması.Akşam yemeğimizi yedikten sonra doğum günü kutlaması yapacağız. Bu yaşa da Porto’da girmek kısmet oldu. Tarihi bir restorana gidiyoruz. “RestauranteCommecial.” Bina 1833 yılında yapılmış. Şimdi bir İtalyan restoranı olarak işletiliyor.“RistorantePizzeria RC MammaNostra”.
Restoran 1996 yılında UNESCO Dünya koruma mirasları altına alınmış. Bize restoranı gezdirdiler.Çok güzel bir bina.Nefis bir yemek.Üst katta geniş salonlar var.Menüde restoranın tarihi ve fotoğrafları bulunuyor.Birçok yerde binanın ilk sahibinin armasına rastlamak mümkün.
Avizeler, duvarişlemeleri… Çokzarif. Şu an restoran İtalyan yemekleri sunuyor. Geniş de bir şarap menüsüne sahip.
Artık otele dönme vakti geldi. Bir hayli yorulduk. Pek güzel, değişik yerler gördük. Otel hem konum olarak hem yapı olarak muhteşem birbina. Ertesi güngüzel havada Porto manzarasını seyretmeye doyamadık… Bahçe düzeni ve nehrin içindeymişsiniz hissi veren havuzu bin bir renk çiçekleriyle harika gözüküyor.
Bugünü değerlendirip Porto’da görmediğimiz yerlere gitmek istiyoruz. Artık Lizbon’a dönüp oradan da İstanbul’a gitme vakti yaklaşıyor. Buolağanüstü renkli, güzel şehri bırakmak zor. Douro Nehri kıyısında tekneler duruyor..
Bu nehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprüler 19.yüzyılda yapılmış ve gerçekten çok güzel.Bunlardan Dona Maria Pia metal raylı köprü,Paris’teki Eiffel Kulesinin mimarı Gustave Eiffel tarafından 1877 yılında inşa edilmiş.
DomLuis I Köprüsü ondan daha gösterişli.Çift katlı.Porto şaraplarının dinlendiği mahzenlerin yakınında bulunuyor.Bu köprü de Gustave Eiffel’in öğrencileri tarafından 1886’da inşa edilmiş.Köprünün alt bölümü yaya ve araç trafiğine açık.
Üçüncü büyük köprü de Arrabida Köprüsü.Bu köprüde beton kullanılmış.
Eskiden uzaklardan gelen gemilerin limanı olan Porto’ya artık bu gemiler giremiyor ama nehir ünlü Porto şarabını taşımada kullanılan teknelerle dolu. Ayrıca turistleri de nehir boyunca gezdiren tekneler göze çarpıyor.
Bir şarap mahzeni gezerek bilgi almak istiyoruz.
“Vila Nova de Gaia” Bölgesinde yaklaşık 58 civarında şarap üreticisi var.Bunlardan sadece yirmisinin şarap mahzenlerini ziyaret edebiliyorsunuz.Eylül’de bağbozumunun ardından üzümlerinpres ve mayalanma işlemleri gerçekleştiriliyormuş.İlkbaharda kıvama gelen şaraplar devasa fıçılarda yıllarına göre VilaNova’nın mahzenlerinde depolanıyorlarmış.Porto şarabının bu kadar ünlü olması Porto’nun iklimi. Nem oranı, hava fermantasyonun mükemmel olmasını sağlıyormuş. Çok ilginç bir gezi. Girişte bilet aldıktan sonra bir rehber eşliğinde geziyorsunuz.
Bizim gezdiğimiz Sandeman 1790 yılından beri çalışan bir şarap evi. AmblemiPortekiz’in ünlü pelerinini taşıyan arkası dönük bir adam. Başında da İspanyollara özgü bir şapka var.
Rehber bayan benim dışımda her şeyin fotoğrafını çekebilirsiniz deyince biz de onun sözünü dinliyor, her kareyi fotoğraflıyoruz. Rehber de pelerin giymişti. Çok hoş.

Bir bölümde size üzümlerin hangi bağlardan geldiği ve nasıl işlendiği anlatılıyor.Çıkışta şarap tadıyorsunuz. Tabii daha sonra da küçük bir mağazadan burayaait ürünler satın alabiliyorsunuz.
Şarap tadımı oldukça farklı bir keyif. Ama sanırım bu konuda bir eğitim şart.
Buradan çıktıktan sonra sahilde bulunan restoranlardan birine girip Portekiz’in ünlü yemeği “Francesinha”yı yiyoruz.“RabelosRestaurante& Bar “ Yemek bana biraz ağır geldi. Yine kırmızının tonlarından oluşmuş bir restoran. Sanırım üst kattan manzara var ama biz çıkmadık. Hizmet süper. Duvarlardaki raflarda şarap şişeleri göze çarpıyor. Yemekten sonra Don Louis I Köprüsünün yakınında XVI ve XVII. yüzyılda tamamlanmış “Serra do Pilar” Manastırını görüp,Gia Bölgesine bağlanan teleferiğe biniyoruz. Teleferiğin yapımına 2009’da başlanmış ve 2011’de bitirilmiş.Manastır tepede olduğu için manzara muhteşem. Biraz da yağmur yağıyor. Pek güzel.
Portekiz’in yuvarlak formda yapılmış tek manastırı ve 1996’dan beri UNESCO Dünya Mirasları koruması altında.
“RamosPinto Şarap Evi”. Burada üzümlerin geleneksel yöntemlerle ezildiği şaraplar üretiliyor. Artık biraz da Porto çevresini gezme vakti. İlk önce Guimaraes’e gidiyoruz. Porto’ya sadece elli kilometre uzaklıkta. Aslında Portekizcede “a” harfinin ya da başka harflerin üzerinde Fransızca gibi aksanlar var. Yazımda bunları pek koyamadım. Okuyuculardan ve Portekizlilerden özür dilerim. Porto’dan pek uzak değil. Yollar da gayet iyi.Ama dikkatli olmak gerekiyor, Portekizliler pek kurallı araba kullanmıyorlar.
1139 yılında Guimaraes başkent olmuş.Eski şehir tamamen korunmuş. Ortaçağ sokaklarında yürüyebiliyorsunuz.2012 yılında Avrupa Kültür Merkezi olarak seçilmiş.

“Padraodo SaladoGuimaraes”Praça da Oliveira (Oliveira Meydanı) Şehrin modern kısmı.
Sakin bir şehir ama bana çok karanlık geldi. Belki de Ortaçağın kasvetindendir.Buradaki bir satıcı Türk öğrencilerin öğrenci değişimi ile geldiklerini kendisinin de onlarla sohbet ettiğini söyledi.Pek güler yüzlüydü. Ufacıkdükkânından bize bir şeyler sattı.Benim anladığım Portekizliler geçim sıkıntısı çekiyorlar.Ama gururlu insanlar bunu pek hissettirmek istemiyorlar.
Artık dönme vakti. Akşam bavullar toplanıyor. Ve ertesi sabah Lizbon’a hareket.Kahvaltıdan sonra biraz oyalanıyor, Porto’nun modern caddelerini geziyor ve yola koyuluyoruz. Lizbon’da Hotel İbis’te kalıyoruz. Otel klasik İbis.( Hotel İbis LisboaJoseMalhoa).Çok merkezi ve en önemlisi havaalanına yakın. JoséMalhoa’da. Akşam bir alışveriş merkezine gidiyoruz. Otele çok yakın. Ben bu merkezleri hiç sevmem ama burası çok güzel. Vergi yok. En iyi markalar ucuz. “El CorteIngles “Alışveriş Merkezi. Ertesi gün felaket bir trafikte havaalanına gelip arabayı teslim ediyoruz. Biz buraya gelmeden önce internetten kiralamıştık.Ama dikkatli olmak lazım orada bize daha önce bildirilmeyen masraflar çıkarttılar.Ayrıca Lizbon havaalanında biraz sıkıntı yaşadık. Tabii kendi ülkemizin havayoluyla.Neyse bir macera da böylece bitti.
Portekiz’i sevdim. Birçok açıdan. Eskiden bir dönem bu küçük ülke dünyaya hükmetmiş. Onun zenginliği,çok çeşitli kültürü barındırması. Dolayısıyla hala özenle saklanan çeşitli değerler… Kendilerine has rengârenk evleri… Tarihleriyle içiçe yaşamaları. Okumaya verdikleri önem. Muhteşem kitapçılar ve kütüphaneler. Her gezginin yolu buraya düşmeli.