Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanma sürecinde Türkler korkunç katliama uğradı!..

Büyük usta Uğur Dündar, TSK’nın 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan Türk-Yunan sorunları konusunda tarihe ışık tutacak çarpıcı açıklamalarını yazdı.

Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanma sürecinde Türkler korkunç katliama uğradı!..

TSK’nın 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan Türk-Yunan sorunları konusunda tarihe ışık tutacak çarpıcı açıklamalar:

Sevgili okurlarım,

Son dönemde Türkiye’nin gündemine yerleşen konular arasında, Doğu Akdeniz’deki krizle, giderek gerginleşen Türk-Yunan ilişkileri önemli bir tutuyor. Ancak Türk-Yunan ilişkilerine dönük tartışmaları sadece güncel hukuki, politik, ekonomik, askeri ve stratejik gelişmeleri dikkate alarak anlamak mümkün değil.

İşte bu amaçla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile yapacağımız iki söyleşide, önce bu tarihi perspektifi ele alacağız, daha sonra da günümüzde hem Yunanistan ile doğrudan, hem de Doğu Akdeniz’de yaşadığımız sorunları konuşacağız.

İlker Başbuğ

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Başbuğ, Osmanlı Devleti’nin Yunanistan’ın kara parçasını, yani kıta Yunanistan’ını, tam olarak ele geçirmesi nasıl ve ne zaman gerçekleşti?

İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): İlker Başbuğ: Osmanlı’nın 1352’de Gelibolu’da bulunan Çimpe Kalesi’ni fethetmesiyle Osmanlı Devleti Avrupa topraklarına ayakbastı. 1361’de Dimetoka’nın ele geçirilmesiyle de Trakya topraklarına girildi.

Yunanistan’ın kara parçasının, Osmanlıların hâkimiyeti altına girmesi ise Fatih Sultan Mehmet döneminde oldu. Fatih 1458 yılının Mart ayında, Kuzey Yunanistan’ı aşan ve Korent Kalesi’ni hedef alan bir sefere çıktı. Fatih, karargâhını ve ordugâhını Korent Kalesi bölgesinde kurdu. 6 Ağustos 1458’de Korent teslim oldu. Tarihçilerin yazdıklarına göre, daha sonra Fatih, Atina’yı ziyaret etti. Akropol’da incelemelerde bulundu. Mora yarımadasının kontrolünün ele geçirilmesi ise 1460 yılında oldu. Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nin bugünkü kıt’a Yunanistan’ı egemenliğine aldığı yılın 1460 olduğunu söyleyebiliriz.

(U.D.): Peki Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması nasıl oldu?

RUMLAR BİNLERCE TÜRK’Ü KATLİAMLA ÖLDÜRDÜ

(İ.B.): Osmanlı İmparatorluğu, 19.yüzyıla çok büyük sosyal ve ekonomik sıkıntılarla girdi. Devlet, Balkanlarda başlayan etnik milliyetçilik hareketleri ile karşı karşıya kaldı. Yüzyılın hemen başında, 1804’de, Sırpların isyanı başladı. Osmanlı ordusu 1813’te Sırpları yendi ve Belgrad geri alındı. Sırp isyanını, Osmanlı Rumlarının 21 Mart 1821’de Mora Yarımadası’nda başlattığı isyan takip etti.

Rumlar, bağımsızlık sloganı ile isyanı başlatırken, Mora Yarımadası’nda tek bir Türk kalmayana kadar savaşacaklarını ilan ettiler. 1821 isyanı çok kısa bir sürede acımasız bir din ve ırk savaşı haline dönüştü. Bu isyanın en büyük mağduru Mora Türkleri oldu. Türkler böyle bir duruma hazırlıklı değildi. Osmanlı askeri de isyancılara karşı koyamadı ve başka bölgelere çekildi. Rumların en büyük katliamını Tripoliçe’de bulunan binlerce Türk’ün vahşice öldürülmesi oluşturdu. Atina’da 7 Mayıs 1821’den itibaren kuşatma altındaydı. O anda Atina’nın nüfusu 6 bin idi ve bunun yaklaşık 2 bini Türk’tü. Şehir daha sonra teslim oldu. Mora’daki isyan bir türlü bastırılamadı.

(U.D.): Sırp isyanının bastırılmasında başarılı olan Osmanlı ordusu, aynı başarıyı Mora Yarımadası’nda neden gösteremedi?

OSMANLI DEVLETİ RUM İSYANI’NI NEDEN BASTIRAMADI

(İ.B.): Başarısızlığın arkasında birkaç neden var?

Nedenlerin başında Avrupa devletleri ile Avrupa ülkelerindeki kamuoylarının Mora isyanına büyük destek vermeleri gelmektedir.

Avrupalı aydınlar ve kamuoyunun önemli bir kısmı, sahip oldukları uygarlığın kültürel köklerinin Antik Yunanistan’dan kaynaklandığı tezini kabul etmekteydi. Avrupalı edebiyatçı, ressam, kompozitör ve sanatçılar Yunan bağımsızlığını ya da Osmanlı zulmünü konu alan abartılı eserler ortaya koymuşlardı. Avrupa kamuoyu, Yunan bağımsızlığına olumlu bakıyor ve isyanı destekliyordu. Başta İngiltere olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde isyan için para toplanıyor ve isyana fiilen katılan gönüllü gruplar Mora’ya akın ediyordu.

TÜM AVRUPA RUM İSYANI’NI DESTEKLİYORDU

İsyanın başında Rumların en büyük destekçisi Rusya oldu. İsyanın hemen bütün organizasyonu 1814’de Rusya’nın Odessa şehrinde kurulan Filika Eterya örgütü üyelerince gerçekleştirildi. Ancak kısa sürede İngiltere Rumları himayede ön plana çıktı. Rumları desteklemede İngiliz-Rus rekabeti ile ilerleyen yıllarda buna Fransa’nın eşlik etmesi, Osmanlı devletini zorlayan en önemli gelişmelerden birisini oluşturdu. Görüldüğü gibi, Rusya, İngiltere ve Fransa, Rumların arkasındaydı. Almanya’da bile Rumlarla birlikte din ve özgürlük için savaşmak üzere özel gönüllü birlikler oluşturulmuştu. Amerika’da ise, Rum isyanı ile Amerika’nın bağımsızlık savaşı arasında irtibat kuruluyor ve isyancılar için para ve mühimmat yardımları toplanıyordu.

İkinci önemli nedeni ise Osmanlı ordusunun içinde bulunduğu durumdu. Sırp isyanının bastırılmasında başarılı olan Osmanlı ordusu artık gücünü yitirme noktasına yaklaşmıştı. II. Mahmud 1808’de, 23 yaşında tahta çıktığında, Devlet’in kemikleşmiş idari yapısının değiştirilmesi ve öncelikle tam kadrolu, disiplinli, iyi talim görmüş bir ordu gücüne dayanan güçlü bir iktidar kurulmasının gerektiğine inanmıştı. Bu amaçla 14 Ekim 1808’de, Sekban-ı Cedid Ocağı’nı kurdu. Ocaklara talim ve disiplin getirilmeye çalışıldı. Terfiler kıdeme ve liyakate göre yapılacaktı. Ancak, 14 Kasım 1808 gecesi Yeniçeri isyanı patlak verdi. II. Mahmud Sekban-ı Cedid’in kaldırılması koşuluyla yeniçerilerle anlaştı. Hâlbuki Ocak, kısa zamanda 10 bin kişilik bir kuvvete erişmişti.

1806-1812 arasında Osmanlı-Rus Savaşı devam etti.

II. MAHMUD YENİÇERİ OCAĞINI KALDIRIP YENİ ORDU KURMAYA KARAR VERDİ

1821’de Mora Yarımadası’nda isyan başladığında Osmanlı etkin bir kara gücüne sahip değildi. Mora isyanına müdahale eden Osmanlı ordusu disiplin yoksunu ve tükenmiş bir haldeydi. Neredeyse ortada Osmanlı ordusu yoktu. Osmanlı ordusu bir geçiş süreci içindeydi. Bu durumu gören II. Mahmud, Yunanistan’da olaylar sürerken, yeni bir ordunun kurulması faaliyetlerine devam ediyordu. 17 Haziran 1826 günü, II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı tamamen kaldırmaya ve yerine yeni bir ordunun kurulmasına karar verdi.

TEPEDELENLİ ALİ PAŞA İSYANI RUMLARIN EKMEĞİNE YAĞ SÜRDÜ

Nedenler elbette bununla sınırlı değildi. Başarısızlığın arkasındaki diğer önemli bir neden ise Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın İstanbul’a karşı isyan bayrağını açmış olmasıydı. Tepedelenli özerklik istiyordu. Tepedelenli’nin isyanı Mora isyancılarının lehine durum yarattı. Bölge valileri ile komutanlar arasındaki çekişmelerin yaşanması, durumu daha da kötüleştirdi. Ayrıca, Ege Adaları’ndaki Rumların artan saldırıları yüzünden Ege deniz yolunun Osmanlı’ya adeta kapalı bir duruma gelmesi de ayrı bir olumsuz gelişmeydi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Osmanlı ordusu Korent’i ele geçirdi. Ancak, bir türlü Mora’ya giremedi. Bu durum neredeyse üç yıl devam etti. Her şey altüst oldu. İsyan bastırılamadı. Avrupa desteğinin önü kesilemedi.

(U.D.): Bu durum karşısında II. Mahmud ne yaptı, nasıl kararlar aldı?

İNGİLİZ, FRANSIZ VE RUS DONANMALARI NAVARİN’DE OSMANLI DONANMASINA SALDIRDI

(İ.B.): Osmanlı Sultanı II. Mahmud isyanı bastırmak için istemeyerek Mısır Valisi Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’dan yardım isteme durumunda kaldı.

Bunun üzerine oğlu İbrahim Paşa komutasında 54 savaş, 400 nakliye gemisinden oluşan ve 16 bin asker, 150 top taşıyan bir filo, Temmuz 1824’de Mısır’dan hareket etti. Mısır Valisi’nin müdahalesinden Avrupalılar rahatsız oldu. Akdeniz üzerindeki çıkar çatışmaları nedeniyle Avrupa devletleri Mısır Valisi’nin bölgede güçlü duruma gelmesine sıcak bakmıyordu. Olay giderek uluslararası boyuta ulaşmıştı. İbrahim Paşa 1825’de Mora’daki isyana son verdi. 1827’de de Atina’yı geri aldı. Rusya da olaya karıştı. Petersburg Protokolü’nü, 1827’de imzalanan Londra Antlaşması takip etti. Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın arabuluculuğunu kabul etmedi. Bunun üzerine bu ülkeler Yunan özerkliğini kabul ettirmek üzere harekete geçtiler.

Osmanlı donanması Navarin Limanı’ndaydı. Ortada savaş hali yokken, üç büyükler Osmanlı donanmasına saldırdı. 20 Ekim 1827’de gerçekleştirilen bu saldırıda 57 gemi tahrip edildi, 8 bin asker öldürüldü.

YUNANİSTAN’A BAĞIMSIZLIĞI RUSYA SAĞLADI

1828 yaz aylarında da Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Müttefikler adına Fransızlar da 1828’de Mora’yı tek taraflı olarak işgal ettiler. Edirne Rusların eline geçti. Eylül 1829’da Rusya ile antlaşma yapıldı. İmzalanan Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsızlık yolunda çok büyük bir adım atmış oldu. Osmanlı Devleti bu antlaşmayla Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etti. 24 Nisan 1830’da Yunanistan Krallığı böylece kurulmuş oldu. Edirne Antlaşmasıyla aynı zamanda Sırbistan’a yeni haklar tanındı. Ekim 1830’da Sırbistan’a tam özerklik verildi.

Temmuz 1832’de imzalanan İstanbul Antlaşması ile bağımsız Yunanistan’ın sınırları garanti altına alındı.

(U.D.): Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının doğurduğu sonuçları da anlatır mısınız?

40 BİN TÜRK 3 GÜN İÇİNDE KATLİAMLA YOK EDİLDİ

(İ.B.): Yunanistan’ın bağımsızlığı kazanması, Balkanlardaki diğer milletlerin örnek alacakları bir sürecin başlangıcı oldu.

Yunanistan, Balkanlarda Osmanlı’dan ayrılarak kurulan ilk “bağımsız” devlet olmuştur. Elbette bunun yarattığı travma, psikolojik etkilerin sonuçları çok büyüktür. Diğer çok önemli ve acı bir sonuç ise, Osmanlı Devleti’nin özellikle Mora Yarımadası’nda yaşayan binlerce Türk’ün isyancılar tarafından katledilmesini önleyememiş olmasıdır. Yunanistan’ın nüfusu 1821-1838 arasında 938.765’den 752.077’ye düşmüştür. Bu 200 bine yakın eksilmede en büyük pay Mora Türklerine aittir. Rum isyanı boyunca Mora’da yaşayan Türkler sessiz bir şekilde tarih sahnesinden silinmiştir. Mora’da en az 100 bine yakın Türk yaşamaktaydı. Bazı kaynaklara göre, Tripoliçe’de yaşayan 40 bine yakın Türk’ün hemen hemen tamamı üç gün boyunca vahşice öldürüldü. Amerikan tarihçi Justin Mc Carthy “Ölüm ve Sürgün” isimli kitabında yaşanılan bu katliamı şöyle anlatır: “Üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler, bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ve nede yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar dahi öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, çetecilerin sergerdesi Kolokotronis’in kendisi bile kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu cesetlerden bir örtüye dönüşmüştü…” Katledilen bir tek insanın canı bile çok önemlidir. O açıdan olaya rakamlarla bakılması pek doğru olmayabilir. Ancak, ortada yaşanmış büyük bir katliam vardır. İngiliz yazar William St. Clair de, Mora’da Rumların yaptığı katliamları şu cümlelerle aktarır: “Yunanistan’da Türkleri pek az bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak tümüyle ve dünyanın haberi olmadan yok edildiler. 20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Rum komşuları tarafından katledildiler. Çoğu kez Ortodoks papazlar onlara önderlik ediyor ve sözde kutsal eylemlerinde onları kışkırtıyordu…” Şimdi, burada ilk önce kendimize şu soruyu soralım: Bugün Türkiye’de kaç kişi Mora isyanında katliama uğrayan Mora Türklerinin yaşadığı dramı biliyor? Bütün bu vahşet Avrupa’nın gözü önünde yaşanırken Osmanlı Devleti’nin asilere karşı almış olduğu önlemler, Helen yandaşları ve propagandacıları tarafından Hıristiyan halka karşı “Türk barbarlığı” olarak yansıtılıyordu.

(U.D.): Gerçekleri kendi toplumuna anlatamayan bir ülkenin, elbette yabancı ülkelere gerçekleri anlatmakta başarılı olacağı düşünülemez. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasına ilişkin olarak yapacağınız son değerlendirmeler neler olabilir?

(İ.B.): Hiç şüphe yok ki, geçmişte yaşanan acı hadiselerin etkileri hala ortadadır.

Türk-Yunan ilişkilerinde karşılaşılan krizlerin önemli ölçüde, Kurtuluş Savaşı esnasında yaşanılanlar da dâhil, geçmişteki acı olaylardan etkilenerek şekillendiğini kabul etmek gerekir.

Dün 9 Eylül, İzmir’in Yunan İşgalinden kurtuluşunun 98.yıldönümüydü. Nazım Hikmet o günü şöyle anlatmıştı: “Yunan orduları bu kıyılardan bastı ayağını Anadolu toprağına İngilizler’in emriyle… Ve arpalar biçilip buğdaya başlanırken ve yine buradan 1922 sıcaklarında döküldüler denize, arkalarında yaktıkları şehri bırakarak…” Bu nedenlerle, Türk-Yunan ilişkilerindeki tartışmaları sadece güncel hukuki, politik, ekonomik, askeri ve stratejik gelişmeleri dikkate alarak anlamak mümkün görülmemektedir. Ayrıca unutulmasın ki, Yunanistan devamlı “genişleme ihtiras”ından vazgeçmeyen bir ülke olarak varlığını devam ettirmek isteyen ülke görünümündedir.

(U.D.): Sevgili okuyucularımız bu söyleşi devam edecek.

YARIN: TÜRK-YUNAN SORUNLARI NASIL OLUŞTU VE BU SORUNLARIN ÇÖZÜM YOLLARI…

Ugur Dündar/SÖZCÜ