Beste Serim Erbak: Kafkasya Ülkesi, Gürcistan 2023 კავკასიის ქვეყანა, საქართველო 2023 წ “Gamarjoba!” Tbilisi

Gürcüler; Svanlar, Lazlar ve Megreller   ile aynı kökenden gelen bir Kartveli yani Güney Kafkasya halkı olarak kabul ediliyor.

Eski Sovyet Rusya ülkelerinden biri olan komşu Gürcistan, birliğin dağılmasıyla birlikte, 1991 yılında bağımsızlığını ilan ederek demokrasi ile yönetilmeye başlamış. Cumhurbaşkanı Bayan Salome Zurabişvili, 2018’den beri görevini sürdürüyor. Gürcistan’ı, çocukluğumda babamın görevi nedeniyle bulunduğumuz Doğu Anadolu’da yaptığımız gezilerden hatırlıyorum. Bir defasında Kars’ı gezerken sınıra çok yaklaşmıştık. O zamanlar Sovyet yönetiminde olan Gürcistan’ın, inşaat yapımında çalışan Gürcü kadın işçileri belleğimde yer etmişti. Sovyet ülkelerine seyahat edilemediği için gidememiştik.Ülkede konuşulan Gürcücenin alfabesi (Mkhedruli alfabesi) oldukça değişik. Gürcü dili, dünyada kullanılan en eski yazı sistemlerinden birine sahip. Alfabenin kullanılış tarihi MS III. ya da IV. yüzyıl olarak kabul ediliyor. Çok fazla bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar varabilmiş nadir alfabelerden biri.

Gürcistan, Türklerden vize istemiyor. Ayrıca seyahat edebilmek için sadece nüfus cüzdanının yeterli olması durumu daha da kolaylaştırıyor.
Batum şehri, ülkemizin kapı komşusu. Hatta o kadar ki; Karadeniz’de oturanlar günü birlik gidip geliyorlar. Gürcistan’da Sovyetler döneminde kurulmuş bağımsızlıklarını ilan eden Abazya ve Güney Osetya Özerk Cumhuriyetleri, Rusya tarafından tanımış olmalarına karşın, Gürcistan bu durumu kabul etmemiş. Batum
şehrinin de içinde bulunduğu Acara Özerk Cumhuriyeti ile bir problem yok ama Abazya ile büyük sorunlar yaşanıyor. Eğer seyahatiniz sırasında bu iki Özerk Cumhuriyete giderseniz, tekrar Gürcistan’a girmek zorlaşıyor. Seyahati planlarken bu konuya dikkat edilmesi gerekli. Biz de eşimle birlikte Başkent Tiflis’ten başlayıp, Batum’dan dönmek üzere bir seyahat planı yaptık. İzmir’den Tiflis’e Sun Express havayollarının direk uçuşu bulunuyor. Havaalanında uçağımızı beklerken
Gürcü bayanlarla tanıştık. Önceden Türkiye’de çalıştıkları için, bizimle çat pat Türkçe konuşuyorlar. Artık Dubai’de yaşıyorlarmış. Biri eczacı, diğer ikisi öğretmen. Eczacı bayan telefon numaramızı alıyor. Tiflisliymiş.

İnince ararım diyor ama herhalde ulaşamadı. Ülkelerini sadece görmek için gittiğimizi söyleyince çok şaşırdılar ve memnun oldular. Şunu yapın, bunu yiyin, burayı gezin diyerek bizi bilgi bombardımanına tuttular. Ülke Sovyet birliğindeyken insanların geçim derdi yokmuş. O zamanlar dış ülkelere seyahat yasakmış. Şimdi ise ekonomik nedenler onları başka ülkelerde çalışmak zorunda bırakmış. 2023 yılı Temmuzun son gecesi 23.50 uçağı ile ağustos ayının ilk günü, gece yarısı 03.15’te Tiflis, Shota Rustaveli Tbilisi  Uluslararası havalimanına iniş yaptık. Gümrükten geçtikten sonra devasa panolarda kumarhane reklamlarının bulunduğu alana vararak bavullarımızı aldık. Gürcistan kumar turizminden büyük gelir elde eden bir ülke.

Dışarı çıktığımızda Gürcü Mimar Vakhtang Beridze tarafından tasarlanarak, 1952’de inşa edilmiş ilk terminal binasını görüyoruz. Yapının mimarisi gerçekten çok özgün.Otele gitmek için bir taksi ile anlaştık ama her gittiğimiz yerin ilk seferinde olduğu gibi yine en pahalı ücreti ödedik.1 Gürcistan Lari’si, bizim aşağı yukarı 11 liramıza denk geliyor. Eskiden çok düşükmüş. Şimdi hayat açısından Türkiye’de neye ne öderseniz, burada da aynı ücreti veriyorsunuz. Gürcistan saati Türkiye’den bir saat ileri. Çok küçük bir ülke değil. Otelimiz “Batesta”, Saburtalo semtinde. Etrafta gördüğümüz Gürcüce yazılardan hiçbir şey anlamadık. Bazı yerlerde İngilizce yazmışlar ama çok az. Gece yolculukları yorucu oluyor. Güler yüzlü bir karşılama iyi geldi doğrusu. Küçük, şirin, temiz, sakin bir otel.

Ertesi gün şehri gezmek için bir taksi ile yola koyulduk. Şoför pek neşeli. Bir yandan şarkı dinliyor, diğer yandan da direksiyonda tempo tutuyor. Tiflis (Tbilisi), Kura nehrinin iki yakasına kurulmuş güzel bir şehir. Ülkenin başkenti ve Gürcistan’ın en kalabalık yerleşimi. Etrafı dağlık şehir yemyeşil bir havzaya oturmuş. Gayet modern binaların yanında çok eski yapılar göze çarpıyor. Tarihe direnen ahşap evler, ince işlemeleri ve sütunları ile güzel bir görünüm sergiliyorlar. Ayrıca canlı renkler ile boyanmışlar. Ulu ağaçlar, rengârenk grafitilerle süslü duvarlar. Tiflis’in en eski yerleşim yerlerinden biri Shavteli’den geçerken, tarihi VI. yüzyıla kadar dayanan Ortodoks Anchiskhati bazilikasını, Sioni caddesinde Sioni Katedralini görüyoruz.

Şoför İngilizce “Yes ve no”’dan başka tek bir sözcük bile bilmiyor. Gideceğimiz yerin resmini, daha önce hazırladığım dosyadan gösterince, başıyla anladığını işaret ederek bizi yol kenarındaki Metekhi Köprüsünün hemen altında indiriyor. Köprü 1821’de ahşap olarak yapılmış. Şimdiki köprü ise 1950 yılında inşa edilmiş. Tiflis’i 1800’lü yıllarda görmeliymiş diyorum. Köprüden nehrin diğer yakasına geçiliyor. Nehir yatağında yükselen kayalıkların üzerine yerleşmiş şehrin sembolü Metekhi Kilisesi’nin bahçe duvarında, Tiflis şehrinin kurucusu Kral Vakhtang Gorgasali’nin ata binmiş bronzdan heykeli şehrin birçok yerinden görülebiliyor. 1961 yılında, heykeltıraş Amashukeli tarafından yapılmış. İner inmez bize cazip gelen bir yapının merdivenlerini çıkıyoruz. Kırmızı tuğlalarla örülmüş eski bina Meidani restoran. Yandaki sokağa giriyoruz. Buradan mı gidelim şuradan mı derken kendimizi UNESCO Dünya mirasında yer alan eski şehrin dar sokaklarında buluyoruz. Sharden sokağı ve çevresi gece hayatının nabzını tutuyor. Barlar sokağı. Ön sıradaki binalar gayet iyi restorasyon görmüşler. “Georgian designers” sokağına geldiğimizde bizi tunçtan küçük bir Tamada heykeli karşılıyor.

Güzel bir hikâyesi var. “Tamada” diye adlandırılan kişi saatlerce süren Gürcü ziyafet sofralarının lideriymiş. Sofrada söylenecek anlamlı sözler ve geleneksel kuralların uygulanmasını sağlamak onların göreviymiş. Tamada yemeği veren kişi tarafından seçilirmiş. O, dâhil herkes Tamada’nın kurallarına uymak zorundaymış. Heykel sandalyede oturan ve elinde şarap içmeye yarayan boynuz kadehi tutan bir Tamada’yı simgeliyor. Gürcülerin içki kültürü çok eski tarihlere dayanıyor. Özellikle şarap konusunda oldukça derin bir bilgiye sahipler. Böyle olunca da ülke, şaraplarıyla tanınıyor. Gürcistan’da her yerde “Şarap yolu” tabelalarına rastlayabiliyorsunuz. Burada, minik şirin kafeler, restoranlar, barlar sıralanmış. Biz gözümüze Jazz Cafe Singer’ı kestirdik. Daha çok erken bir saat olduğu için yer bulabildik. Akşamları kalabalık oluyordur, kesin. Oturur oturmaz Borjomi marka Gürcistan’ın meşhur sodasından ısmarladık. Tek kelimeyle enfes. Eşim Gürcistan birasını da güzel buldu. Tam karşımızda “Fruits shop & coffee” diye çeşitli organik meyvelerinin uzun bardaklar içinde satıldığı, bir tramvay vagonundan yapılmış küçük bar, İlginç geldi. Büfenin hemen yanında birkaç basamakla çıkılan Sioni kilisesi bahçesi aynı zamanda halka açık bir park. Oraya doğru yürüyoruz. Ulu Çınar ağaçları gölgesinde hafif sivri taşların yer aldığı zemine banklar yerleştirilmiş. Girer girmez modern bir heykelle karşılaşıyoruz.

Yeri gelmişken söylemeliyim. Gürcistan’da öyle çok eskilerden kalma heykeller yok denecek kadar az. Ama modern anlamda yapılmış heykeller fazla. Burada tanınmış Gürcü tiyatro ve sinema oyuncusu Chiaureli (1937-2008)için bir anıt yapılmış. Sofiko Chiaureli Sovyet döneminde birçok Rus filminde rol almış. Uluslararası ödülleri olan sanatçı ünlü tiyatrolarda da sahne almış. Ortadaki uzun beyaz bir kaidenin üzerinde sanatçının bronzdan büstü yer alıyor. Çevresinde ise aktrisin rollerini tasvir eden figürler bulunuyor. Biraz ilerleyince Jvari’s Mama (Aziz Haç Kilisesi)kalın yüksek duvarlarıyla tarih kokuyor. XVII. yüzyılda inşa edilmiş. Ulu ve gizemli kilise Sovyet rejimi sırasında kitap deposu olarak kullanılmış. Kiliseden çıktıktan sonra Arnavut kaldırımlı yoldan Jerusalem Meydanına
doğru hafif bir yokuş tırmandık. Duvarlar grafiti dolu. Binaların boyaları yıpranmış. Tuğlaları dökülmüş. Bakımsız. Aralarda tek tük sağlam yapılar, ferforje balkonlar, ahşap demir işlemeli eski kapılar göze çarpıyor. Elektrik telleri, telefon kabloları birbirine karışmış bir halde evlerin dış duvarlarından dolaşıyor. Yürüyerek gezmekten yorulduğumuz için taksi ile devam edelim diyoruz ve işte macera başlıyor.

Gözümüze müşteri bekleyen boş bir taksi ilişiyor. Biraz etrafa bakınınca şoförün yemek yediğini görüyoruz. Hiç istifini bozmuyor. Türk olduğumuzu anlayınca Azeri Türkçesiyle konuşmaya başlıyor. Biz de çat pat da olsa Türkçe konuşan birini bulunca seviniyoruz. Bugün bizi dolaştıracak. Önce “Sizi tepeye çıkarayım. Oradaki park çok güzel şehri kuşbakışı görebilirsiniz” diyor. Caddede bir araba kiralama ofisinin duvarına, 1977 Moskova Uluslararası Film Festivali’nde, altın madalya kazanan “Mimino” adlı filmin iki aktörü, Vakhtang Kikabidze ve Frunzik Mkrtchyan’ın resimleri çizilmiş. Özgürlük Meydanından geçiyoruz. Eskiden burada bulunan Lenin heykeli nedeniyle, adı Lenin Meydanıymış. Bağımsızlığın ilanından sonra heykel yıkılmış ve meydan Özgürlük Meydanı olarak adlandırılmış. Tüm kutlamalarının yapıldığı yer. Etraf güzel binalarla çevrili. Tam ortada beyaz uzun bir sütun üzerinde, asker Aziz St. George‘un bir dragonu mızrakla öldürmesini simgeleyen, altından heykeli pırıl pırıl. Dağa doğru ormanın içinden tırmanmaya başlıyoruz. Tepeye varmadan üzerinde Tblisi yazan iki sütunun yer aldığı devasa bir anıtın önünde durup fotoğraf çekiyoruz. Tam karşıdaki dağda Tiflis’in her yerinden görülebilen kırmızı renkli televizyon kulesi fark ediliyor. Yolun her iki yanında ormanın içinde gayet güzel yapılmış mimarileri birbirinden farklı modern dağ evleri yer alıyor.

Tam tepede 1930’da açılan Mtatsminda Lunaparkına geliyoruz. Park adını aldığı 770m yüksekliğindeki Mtatsminda dağının tepesinde ulu ağaçların arasına yerleşmiş. Devasa dönme dolabıyla meşhur. 100 hektarlık alanıyla park, çocuklar ve yetişkinlerin güzel vakit geçirebileceği bir eğlence yeri. Buraya, şehirde Chonkadze caddesinden hareket eden bir füniküler hattı ile de ulaşmak mümkün. Tiflis halkının eğlence merkezi. Şehrin panoramik manzarası görülmeye değer. Sovyet Rusya zamanında Park o kadar büyük bir üne sahipmiş ki; Bu parka gelip eğlenmek itibar meselesiymiş. Birliğin sınırlarında yaşayan herkes burayı ziyaret etmek istermiş. Şimdi Sololaki tepesine doğru çıkıyoruz. Tiflis’in simgesi, Kartlis Deda (Gürcistan’ın Koruyucu Annesi) anıtını yakından göreceğiz. Devasa heykel,1958 yılında Gürcü heykeltıraş Elguja Amasukeli tarafından yapılmış. 20m yüksekliğinde Gürcü milli kıyafetini giymiş güçlü bir kadın figürünü yansıtıyor. Gürcülerin hayat felsefesini simgeleyen heykel bir elinde konuklar için bir şarap kadehi, diğer elinde ise düşmanlar için bir kılıç tutuyor. Kartlis Deda sert hatları ile dikkat çekiyor.1963 yılında, ahşap olarak yapılan heykel daha sonraları zarar görmesin diye alüminyum ile kaplanmış. O kadar yüksek ki heykel ile resim çektirmek epeyce zor oluyor. Anıttan biraz ileriye doğru yürüyünce Tiflis’in sembollerinden Narikala Kalesine varıyoruz.

Buradan renkli şehrin adeta büyülü panoramik manzarası muhteşem. Rengârenk bir görüntü. Narikala’ya teleferik ile de ulaşılabiliyor. Narikala Kalesi ile Rike Park alanını birbirine bağlıyor. Burası 2012 yılında hizmete açılmış. Kale, neredeyse Tiflis’in kuruluşundan beri varlığını sürdürüyor. Çeşitli istilalar ile yıkılsa da , sürekli onarılmış. Artık şehre doğru iniyoruz. Kırmızı küçük yassı tuğlalardan örülmüş duvarlarıyla eski binalar, dekoratif ahşap oyma ince sütunlu dantel gibi işlenmiş renkli balkonlarıyla karışık ama çok orijinal bir düzen oluşturuyorlar. Mtatsminda semtinde, Kura nehri üzerinde, Baratashvili köprüsünden geçerek şehrin karşı kıyısına varıyoruz. Burası “Aşk Köprüsü” olarak da biliniyor. 1966 yılında inşa edilmiş ve adını Gürcü romantik şair Nikoloz Baratashvili’ den almış. 2015’te yenilenen köprünün korkulukları âşık çiftleri temsil eden modern zarif bronz heykelcikler ile süslenmiş. Daha ileriye doğru bakıldığında mantar şeklinde tavanlarıyla kamu hizmetleri daireleri ve Barış Köprüsü görülüyor. Rike parka geçilen köprü bir yaya köprüsü.

Çelik ve camdan yay şeklinde yapılmış modern tasarımı ile dikkat çekiyor. İtalyan mimar Michele De Lucchi tarafından çizilen köprü, 2010 yılında açılmış. 2012’de dünyanın en sıra dışı köprüleri arasında ilk 13’e girmiş. Sırada, Ermeni mahallesinde, Tiflis’in birçok yerinden görülebilen özellikle yüksekliği 87 metreyi bulan altın kubbesi ile fark edilen görkemli yapı Ortodoks kilisesinin Ana Katedrali Tsminda Sameba’yı (Kutsal Üçlü Katedrali) ziyaret var. Katedral 15.bin kişiyi aynı anda alabilecek şekilde tasarlanmış. İnşaat 2004’te tamamlanmış.5000 metrekarelik bir alana yayılıyor. Kemerli taş kapıdan girilen güzel bir bahçe, avlu ve ana katedrale çıkan bolca basamaklar… Sameba, kompleks bir yapı. Ana katedral, çan kulesi, Patrik konutu, manastır, ilahiyat okulu ve akademisi
aynı alanda yer alıyor. Katedralin altında bir kilise müzesi ve azizlerin onuruna inşa edilen dokuz şapel bulunuyor. Yemeği bahçedeki restoranda yememizi önerdiler. İyi ki öyle yapmışız.Biraz bekledik ama değdi doğrusu. Nefis Khachapuri (Haçapuri)yanında ünlü Lagidze limonatalarından tatmak ayrı bir keyif oldu. Bu içeceklerin tarihi hikâyesi ilgimi çekti. Mitrophane Lagidze, 1896 yılında Gürcistan’ın şehri, Kutaisi’nin küçük bir köyünde doğmuş. Çocukluğundan itibaren tüm
amacı sadece doğal meyvelerden, alkolsüz içecek üretimi yapmakmış.

1887’de limonata için bugün bile yapımı sır olan bir tarif bulmuş. Bu konuda araştırmalarını sürdürmek üzere Almanya ve Fransa’ya gitmiş. Fransa’dan cam şişe getirterek içecek için çok değişik bir etiket hazırlatmış. Etiketin üzerinde Gürcülerin geleneksel baş bağlama tarzı ile annesinin resmini koymuş. Bu değişik meyve aromalı limonata dünyanın birçok yerinde aranılan bir marka haline gelmiş. Yeniden yola koyulup Eski Kent’in ahşap balkonlu, asmalı, renkli tarihi
evlerini seyrederek hedefimize doğru ilerliyoruz. Baratashvili köprüsünden geçip Mtatsminda semtine geri dönüyoruz. Yüksek apartmanların ara katlarında dubleks olduğunu düşündüğüm dairelerin yer aldığı binanın ön cephesinde ince uzun sütunlarla balkonları birbirine bağlanan daireler ilginç geliyor. Polonya’da da gördüğüm bu mimari tarz belli ki Sovyet mimarisine özgü. Eski Sovyet mimarisinde yapılmış Alexandria Otel gerçekten harika gözüküyor. Tiflis’teki hemen hemen tüm güzel binalar ya otele dönüşmüş ya da ticari büro olarak kullanılıyorlar. Gezme sırası, Rezo Gabriadze KuklaTiyatrosu ve ona yaslanmış ünlü saat kulesinin bulunduğu Shavteli sokağı. Daha girişte sol tarafta güzel bir binanın önüne sıralanmış bronz heykeller, birbirinden farklı güzel öyküleri ile ilgi çekiyorlar.

İçlerinde en tanınmış olanı heykeltıraş Dvornik tarafından yapılmış kapıcı heykeli, Don Kişot ve uşağı Sancho, restoran kapısının önünde menüyü gösteren bir aşçı, bankta sohbet eden postacı ve arkadaşı ve birkaç tane daha. Biraz ilerde yanındaki destek kalasıyla buranın en ilginç yapılarından biri saat kulesi var. Kalasa sanki yıkılmak üzere olan bir kuleyi destek olmak amacıyla yapılmış gibi bir görüntü verilmiş. Bir masal ülkesinin saati sanki. Zaman durdu.Dünyanın en yetenekli sanatçılarından biri olarak kabul edilen Gürcü Rezo Gabriadze (1936- 2021) senarist, ressam, heykeltıraş ve kuklacı olarak uluslararası bir üne sahip. Senaryoları tanınmış filmlere konu olmuş.1981 yılında Gabriadze Tiyatrosu onun tarafından kurulmuş. Rezo Gabriadze Kukla Tiyatrosu’nun yanında yıkılacakmış gibi eğik duran saat kulesinde, her saat başında en üstteki minik pencere açılıyor ve bir melek çan çalıyor. Altındaki pencerede küçücük kuklalar bir çiftin
tanışması, evlenmeleri, çocuklarının doğumu ve cenazeyi simgeleyen yani bir yaşam döngüsünü anlatan minik bir gösteri sunuluyor. Kulenin her tarafında farklı bir materyal kullanılmış. Tuğla, fayans, tahta…

Ayrıca rengârenk. Acayip bir karmaşanın içindeki ahenk hemen göze çarpıyor. Birçok şey anlatan inanılmaz bir tasarım. 2010 yılında yapılmış. Önündeki küçük meydanda bulunan bir ortaçağ çeşmesi ortamı tamamlamış. Biraz ilerleyip, ara sokaklara dalınca, muhteşem tarihi evlerde kafeler, restoranlar, oteller inanılmaz derecede fantastik. Anchiskhati Katedralinin kapısı. Küçük kırmızı tuğlalarla işlenmiş yapıların duvarlarına yaslanmış, yağlıboya, suluboya tablolar. Burada
çok uzun zaman kalıp vakit geçirebilirim diye düşünüyorum. Akşam tekrar gelmek istedik ama yorucu bir gün olduğu için cesaret edemedik.Sioni katedralinin önünden geçip köprüden karşı tarafa vardığımızda kale surlarının hemen altında, yazılarla kaplı bir duvar parçası gördük. Berlin duvarından alınmış bir parçaymış. Hafif bir yokuşu tırmanınca şoförümüz arabayı durduruyor. “Bakın şimdi size bir mucize göstereyim” diyerek bitkilerle kaplı yüksek kayalardan damlayan su zerrecikleri ile gözlerini yıkayıp, “Bu sular o kadar şifalıdır ki; gözlerinizde hiçbir bir sıkıntı kalmaz” diyor.Narikala ve Metekhi yamaçlarında, 1776 yılında inşa edilen Kartli-Kakheti Krallığı’nın Kraliçesi Darejan’ın, Sarayına (Saçino Sarayı) çıkıyoruz. Isani bölgesinde yer alan saray tek sözcük ile muhteşem. Sarayın yuvarlak balkonu uçurum kenarına eski kale duvarlarından destek alarak inşa edilmiş, tahta işlemeleri dantel misali oymaları, ince sütunları ve beyaz rengiyle masalsı bir görüntü sergiliyor.

Tüm Tiflis ayaklar altında. Üst üste yığılmış gibi gözüken renkli tipik yapıları seyretmek pek hoş. Çok güzel düzenlenmiş bahçede küçük bir manastır da bulunuyor. Hava çok sıcak. Çıkınca yüzümüzü yıkıyor, su içiyoruz. Tiflis’te musluktan su içilebiliyor ve her yerde yüksek bir gövde üzerinden fışkıran sular bu yaz sıcağında oldukça serinletici. Ara sokaklarda Şoti denilen tabelası olmayan fırınlar var. Gürcü ekmeği yapıyorlar. Enfes. Bizim pideye benzer, ince uzun. Tattık. Abanotubani Bölgesi’ne gidiyoruz. Burası, hamamları kükürtlü sıcak sularıyla geçmişi antik çağlara kadar uzanan bir yer. Efsaneye göre M.Ö 5.yüzyılda o zamanlar ormanlarla kaplı Tiflis’te, İberya Kralı VahtangGorgasali ava çıkmış. Atmacası geri dönmeyince merak içinde aramış ancak onun sıcak suya düşüp öldüğünü fark edince zengin su kaynaklarını keşfederek derhal bu alanda bir şehir kurulmasını emretmiş. Gürcüce tbili (ılık su) anlamına geliyormuş. Şehre bundan dolayı
“Tbilisi” adı verilmiş. Böylece Tiflis tarih sahnesindeki yerini almış.

Burası ilk bakışta yerden pek yüksek olmayan kırmızı tuğladan kubbeler,ve bacalardan oluşan bir yığın halinde göze çarpıyor. Vaktiyle hamam sayıları 60’ın üzerindeymiş, bugün sadece 6 tanesi kalabilmiş. Vaktiyle Çarlık Rusya’nın varlıklı ailelerinin tatillerini geçirdikleri tedavi oldukları en popüler yermiş. Hatta 1829’da ünlü Rus şair ve yazar Alexander Puşkin de burada kalmış. Ara köprülerden geçerek ilerliyoruz. Aşağıda usul usul akan suyun eşliğinde acaba yolun sonu nereye varacak diye merak ediyoruz. O kadar güzel bir yer ki her anın, her detayın fotoğrafını çekmek istiyorum. Ortasından nehir geçen Leghvtakhevi kanyonu ve kayaların üzerindeki eski ahşap evler, rüya sanki. Döne döne yukarı doğru tırmanan ferforje merdiven Tifis’in tek camisi Cuma Camiine (Jumah Mosque) çıkıyor. Cami 1800’lü yıllarda yapılmış. Tam aşağıda yine bir aşk köprüsü, yine kilitler. Leghvtakhevi Kanyonundaki ahşap yürüyüş yolu yüksek kayalardan akan Leghvtakhevi  şelalesine ile son buluyor.. Birden bire sahiplerinin elinde çeşitli kuşlar gözümüze ilişiyor. Tavus Kuşu, papağan, şahin.Hemen eşimin eline koluna tutuşturuyorlar. Böylece poz verdirip para kazanıyorlar. Kanyonun sarp yamaçlarına yerleşmiş kartal yuvası gibi ahşap evler tipik balkonlarıyla inanılmaz güzel görüntüler oluşturuyorlar. Dönüşte, Özbekistan’daki camilere benzeyen mavi ağırlıklı mozaiklerle süslü pek zarif duran yapı Orbeliani Hamamını yakından görüyoruz.

Burayı gezdikten sonra Gürcistan Tarihi Anıtını (Chronicle of Georgia) görmek için yeniden yola çıkıyoruz. Avlabari semtindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Kura nehrinin kayalıklarına yerleşmiş, manzaraya hâkim, modern değişik mimaride yapılmış bir yapı dikkatimi çekiyor. Araştırınca Alman mimar Jürgen Mayer H.tarafından
tasarlandığını öğreniyorum. Mimarın Tiflis’te ve Dünya’nın çeşitli yerlerinde eserleri bulunuyor. Tiflis modern mimari açısından Dünyaca ünlü mimarların hünerlerini sergiledikleri bir platforma dönüşmüş. Bu tezat farklı görünümlere neden oluyor. Tarihi yapılar modern yapılarla iç içe girmiş. Bir de bunlara Sovyet döneminden kalma Stalinka’lar da ilave olmuş. Bu karmaşık yapı topluluğu dar alanda bir bütünlük oluşturma çabası içine girmişler. Yol, bir yapay göl olan Tiflis Denizi “Tbilisi reservoir” kıyısını takip ediyor.1953 yılında açılan göl ve çevresi Tiflis halkının, çeşitli su sporları yaptığı, eğlence ve dinlenme merkezi olmuş. Devasa taşlardan oluşan Anıt, şehrin 13 kilometre dışında,  Keeni Dağı’nın tepesinde yer alıyor. 1985 yılında, 1997’den beri Rusya Sanat
Akademisi Başkanı olarak görevini sürdüren, Gürcü-Rus ressam, heykeltıraş ve mimar Zurab Tsereteli tarafından tasarlanmış.

Ancak eserin bir türlü tamamlanamadığı söyleniyor. Tepeye epeyce bir basamakla çıkılıyor. Anıt girişinde, Hıristiyanlığı Gürcistan’a getirdiği kabul edilen Aziz Nino’nun asma haçının bir kopyası bulunuyor. Anıt yükseklikleri 30-35 metreyi bulan 16 taş sütundan oluşuyor. Sütunların üst yarısındaki kabartmalar Gürcü tarihi ve edebi eserlerini anlatıyor. Alt kısımlarında ise Hristiyanlıkla ilgili hikâyeler işlenmiş. Arka tarafta küçük bir şapel bulunuyor. Burada muhteşem bir manzara var. Tiflis denizini görebiliyorsunuz. Gün batımını yakalayamadık ama çok harika olduğundan eminim. Dönüşte Art-Nouveau mimari ile yapılmış evlerin bulunduğu mahallelerden geçiyoruz. Şoförümüz bizi bir şarap evine götürerek günü sonlandırmak istiyor. Tsinamdzgvrishvili caddesindeki Wine Gallery de bu tarz mimari ile yapılmış bir binanın zemin katında tadım yerleri bulunuyor. Burada bir piyano ve sandalyeler sıralanmış. Belli ki turist guruplarını ağırlıyorlar. Kendi imalatları olan şaraplar gayet güzel. Fiyatlar öyle yüksek değil ama tuhaf bir durumla karşılaştık. Bir şişe şarap seçtik. Çıktıktan sonra baktık ki şarap plastik şişede. Ondan ucuzmuş. Bilemedik.Akşam yürüyerek gittiğimiz Chashnagiri Restoranda yerel tatlardan
memnun kaldık. Çok yorucu bir gün geçirdiğimiz için, otele döner dönmez uyuduk.