Beste Serim Erbak: Macaristan – Budapeşte I.Bölüm

Macaristan I.Bölüm
Budapeşte 2015
Hun soyundan geldikleri söylenilen Macar boyları, 896 yılında Asya’dan Karpat Havzası’na gelerek bu topraklara yerleşmişler. Kral İstvan’ın (Stephen) Hristiyanlığı kabul edip taç giymesiyle, 1000 yılında ilk Macar Devleti kurulmuş. XIII. yüzyılda Moğol istilasına uğrayan Macaristan, Kral IV Belá döneminde yeniden inşa edilmiş.
1458-1490 yılları arasında hüküm süren Kral I. Matthias döneminde Macaristan, Avrupa’nın önemli güçlerinden biri haline gelmiş. Osmanlı kuvvetlerinin Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1526’da Mohaç’ta Macaristan karşısında zafer kazanması sonucunda Osmanlı Devleti 1541 yılında Budin’i fethederek şehri merkeze bağlı eyalet yönetimi haline getirmiş.

Macarların önemli bir kısmının yaşadığı Avusturya’nın güneyinde Katolik Avusturya’yı istemeyen Macarlar 1673 yılında ayaklanarak, Osmanlı Devleti’nden yardım istemişler. 1683 yılında Vezir-i Azam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu Macarlara yardım etmek için Avusturya’ya sefere çıkmış. Bu seferde bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu, bundan sonra bölgede sürekli toprak kaybetmeye başlamış.
Türkleri Avrupa’dan tamamen uzaklaştırmak isteyen Papalığın da yardımıyla Avusturya Macaristan krallığının başkenti Budin’i yeniden ele geçirmiş, sonraki birkaç yıl içinde tüm Macaristan Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmış. 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşmasıyla Macaristan yaklaşık 150 yıl süren egemenlik devrinden sonra bütünüyle Osmanlı’dan ayrılmış.

1848 ihtilali neticesinde Macaristan özerkliğini ilan etmiş ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurulmuş. Ancak Avusturya-Macaristan ilişkilerinin bozulması ve Macaristan’ın işgali üzerine KossuthLajos beraberinde 5000 kişi ile birlikte 1849 yılında Osmanlı topraklarına sığınmış ve iki yıl Kütahya’da yaşamış.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’nda alınan yenilginin etkisiyle 1918 yılında dağılmış. I. Dünya Savaşı sonunda Macaristan, “anayurt” olarak kabul ettiği Karpat Havzası’ndaki topraklarının önemli bölümünü kaybetmiş ve 10 milyon Macar ülke dışında kalmış. Günümüzde, Macaristan’a komşu ülkelerde önemli sayıda Macar azınlık yaşaması bu sebeptenmiş.

Macaristan, II. Dünya Savaşı’na 26 Haziran 1941 tarihinde Almanya’nın yanında yer almış ancak 19 Mart 1944’te Almanya’nın savaşı kaybetmesi üzerine, Nisan 1945’te Sovyet Ordusu Macaristan’a girmiş.1949’da ülke Komünist Sovyet Blok içinde yer almış.
Doğu Blokunun yıkılmasının ardından 23 Ekim 1989’da yapılan Anayasa değişikliği ile Parlamenter demokrasi rejimine geçilmiş.

Eşime doğum günü sürprizi yapmak adına daha kıştan Budapeşte biletlerini aldım. Macaristan’ı çok görmek istiyordu. Ben önceden gitmiştim ama bu kez daha detaylı gezerim diye düşündüm. 4 Ağustos doğum gününü orada kutlamak onun için inanılmaz bir mutluluk oldu.

Sabah erken saatte İzmir’den İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanına uçtuk. Pegasus havayolları artık hiç bir ikramda bulunmuyor. Bilet fiyatlarını ucuzlattıkları için olsa gerek uçakta her şey para ile alınabiliyor. Tabii bu uzun uçuşlarda hiçte iyi olmuyor. Pilot uçuş süresini 2 saat 45 dakika veriyor. Saat farkı da işin içine giriyor. Macaristan yeşil pasaporta vize almayan ülkelerden. Yerel saat ile 11.45’te Budapeşte’nin LisztFerenc Havaalanına iniyoruz.
Macarlar, Polonyalılar gibi ünlü piyanistlerinin adını havalimanına vermişler. Pasaport kontrolünün önünde uzun bir kuyruk var ama korktuğum gibi olmadı sıra çabuk ilerliyor. Türkiye’den birçok tur bu mevsim Macaristan’a turist götürüyor. Turlarda gençler var. Bir an düşünüyorum bu genç insanlar neden kendi başlarına seyahat etmiyorlar diye…

Macar polisi efendi bir tavır ile pasaportu damgalıyor. Macarlar Avrupa Birliğinde olmalarına karşın hala çoğu yerde kendi para birimlerini kullanıyorlar. Forint.(Ft) Az da olsa para bozdurduk. Günlerden cumartesi olduğu için döviz bürosunu açık bulamayabiliriz diye düşündük ama yanılmışız. Her yerde döviz bürosu var ve geç saatlere kadar açık. 100€ için 224 Ft verdiler. Ama şehirde yeniden 302 Ft kadar bozdurduk. Her döviz bürosunda değişik bir kur. Kimi komisyon alıyor kimi almıyor.
Havaalanından çıkınca iki çeşit taksi var. Birine bilet alıyorsunuz diğerine biletsiz biniyorsunuz. Havalimanı ile merkez arası bayağı uzak. Daha önceden ayırttığımız 7 SeasonsApartments’a geliyoruz Daha sonradan anlıyoruz ki tuttuğumuz daire tam merkezde. Buradan her yere ulaşmak çok kolay. Bina “Király utca”’da. Utca Macarcada sokak demek.
Király ise kral demekmiş. Ben daha çok kiraza benzetmiştim ama… Macarcada Fransızca gibi harflerin üzerinde işaretler var. Ayrıca “ö” ve “ü” harfleri kelimelerin çoğunda kullanılıyor. Bazı harfler yazılıyor ve okunmuyor. Eğer uzaktan bir yerden Macarca konuşmalar kulağımıza gelirse bir an için Türkçe konuşuluyor sanıyorsunuz.
Taksiye 27 € ödedik. Aslında dönüşte metro ve otobüs kullanarak havaalanına gelmek için 800 Ft verdik. İnsan tam yeri bilmeyince acemi oluyor. Apartmanın altında pazar var. Daha sonra inip bakarız dedik. Tam giriş kapısını bulmakta zorlanıyorduk ki bir görevli gelip kapıyı açtı. Daire çok güzel. Mutfağında gereken her şey var. Ayrıca resepsiyondakiler de güler yüzlü ve bize çok yardımcı oldular. Anlaşılan Macaristan uzun süren işgaller ile değişip durmuş.

Bu sabah çok erken saatte kalktığımız için biraz yorulduk ama yine de kendimizi dışarı atarak bir an önce şehri yaşamak istedik. Cadde boyunca ilerleyip önce Deak Meydanına geldik. Burada gerçekten ilginç bir yapı olan Anker Sarayı ya da “AnkerEvi” bulunuyor. Bina 1910 yılında yapılmış. Eskiden çok sayıda insan bu binada otururmuş ama şimdilerde daha çok restoran, mağazalar var. Hatta tam altında bizim alışveriş yaptığımız büyük bir market göze çarpıyor.
Meydanda “Hip Hop tur” elemanları etrafınızı çevirip tur satmak istiyorlar. Daha sonra diyoruz. Fazla yürümeden Tuna ( Duna) Nehri gözüküyor. Tam nehir kıyısında ilerleyen sarı bir tramvay dikkatimizi çekiyor. Ayrıca bronzdan güzel heykeller buraları süslemiş.

Köşede “Dunacorso Restoran”a oturuyoruz. Hem nehri seyredip hem de Macarların meşhur Gulaşından yiyoruz. Yemekler çok leziz. Biraları da harika. Soproni marka bira içiyoruz. Burada en pahalı şey su. En fazla parayı su içebilmek için ödedik. Aslında çeşmeden akan suyun içilebildiğini söylüyorlar ama pek güvenemedik açıkçası. Kıyı boyunca ilerliyoruz. Bronz heykeller ve özellikle banklar dikkatimi çekiyor. Kol koyacak yerlerinin olması ve birbirinden bağımsız oturma yerleri. Bronzdan küçük Cin Heykeli. Heykeller o kadar güzel yapılmış ki insan hayran oluyor.
Başka bir meydana varıyoruz. Burada Baron EötvösJozsef’in heykeli yükseliyor. Macar yazar ve politikacı. İntercontinental Hotelin önünde pek heybetli.

Hedef Zincirli Köprüden geçmek olunca yürümeye devam ediyoruz. Yemyeşil bir meydan bizi karşılıyor. SzechenyiIstvan Meydanı. FerencDeak’ın heykeli oldukça ihtişamlı. Macar, avukat, noter ve politikacı. Metro istasyonuna adı verilmiş.
Çimlerin üzerinde yerden çıkan dev bir heykel çalışması modern sanatı yansıtıyor. Sanatçı ErvinHerve-Loranth tarafından yapılmış bu çalışma oldukça ilginç geliyor. Bir türlü buradan ayrılamıyorum. Bu kadar güzel bir çalışma. Sanatın sonu yok. Arka planda yer alan bina bugün FourSeasons Oteli olarak kullanılan Gresham Sarayı.1906 Yılında yeni sanat mimarisine uygun biçimde yapılmış.

Artık zincirli köprü çok yakın. Nerdeyse Parlamento Binası kadar ünlü. Budapeşte’de Tuna nehrinin iki yakası Buda ve Peşte’yi birbirine bağlayan 10 köprü var. Bunlardan ikisi yeni. Eski köprülerin hepsi II. Dünya savaşı sırasında yıkılmış. Bunlar savaştan sonra restore edilmiş.
Sadece Marguerite Köprüsü tamamen yeni olarak yapılmış. Elisabeth Köprüsü bombalandığında üzerindeki insanların tümü ölmüş. Bir hayli kalabalıkmış.
Zincirli Köprü 1839 yılında Kont Istvan Szechenyi’nin projesiymiş. İngiliz Adam Clark tarafından yapılmış. Köprüye girişte sağda ve solda aslan heykelleri bulunuyor. Bir efsaneye göre, heykeltıraş heykelleri çok mükemmel yaptığını eğer bir hata bile bulunsa intihar edeceğini söylemiş. Herkes aslanlara bayılmış ama bir çocuk “Neden bu aslanların dili yok? ” diye sorunca bakmışlar ki gerçekten yok. Onun üzerine heykeltıraş kendini köprüden atarak intihar etmiş. Ne onur…

Köprünün zincirleri İngiltere’den getirtilmiş. Herhâlde o zamanlar Macaristan bunları imal edecek güçte değilmiş. Karşıya geçtiğinizde sizi yine bir meydan karşılıyor. Ve meydanda ünlü GellertFüniküleri. Daha sonra çıkmayı düşündüğümüz için Tuna nehrinin ikinci paralelinden ilerliyoruz. Artık şehrin Buda kısmındayız. Budapeşte İzmir’in Karşıyaka ve Güzelyalı’sı gibi iki yakadan oluşuyor.
Jégverem caddesinde sağlı sollu ilginç yapılar var. Benim dikkatimi çeken devasa apartmanlarda sadece bir ya da iki balkonun olması. Belki de sonradan ilave edilmişlerdir. Bir otelin camlarını temizleyen kişilerin iş güvenliği ilgimi çekiyor. Memleketimi düşünüyorum.
Oldukça eski ve orijinal binalar arasında ilerliyoruz. Her tarafta bir yol çalışması ya da restorasyon var. Bir bakıyorsunuz yolu kapamışlar bir bakıyorsunuz açmışlar. Nehir kıyısından Parlamento Binası gözüküyor.

Protestan Kilisesi mimar SamuPecz tarafından 1896’da yapılmış, yüksek ve güzel bir yapı. Aynı mimar şehirdeki Merkez Pazarı da yapmış. Daha birçok eseri var. Bahçede ise bir heykeli. İçeriye girmek istedik ama ülkede rastladığımız çok az sayıda suratsız insanlardan olan bir din görevlisi içerde etkinlik var diyerek bizi almadı. Bu olayın bir turist için ne kadar önemli olduğunu düşünürsek bu sektörü canlandıran güler yüzlü insanlar demek uygun olur.
Şehirde adım başı bir çeşme var. Civarlarında da yerlerde yatan evsiz barksızlar. Dilenci yok ama bu da üzücü.
BudaiVigado. Bina 1898 ile 1900 yılları arasında inşa edilmiş. İlk yapıldığında silah deposu olarak kullanılıyormuş ama şimdi Kültür Merkezi.300 kişiden fazla seyirci alabilen bir tiyatro salonu var. Ayrıca içerde ve dışarda halkın oturabileceği kafeterya ve restoranlar güzel bir bahçe insanı ferahlatıyor.Devlet sanatçılarının folklor gösterileri burada yapılıyor. Bahçede Louis Corvin tarafından yapılmış bir çeşme bulunuyor. Çeşmede eski Macar giysileriyle bir avcı ve köpeğinin heykeli yükseliyor.LajosKutja, çeşmesi.

Kafelerdeki yazılar dikkatimi çekiyor. Dil ne garip bir şey. Caddenin bitimine yakın CaféLanchidSörözö’de oturuyoruz. Dışarıya masalar koymuşlar ama esas içerisi orijinal. Film afişleriyle süslü. Hava çok sıcak olduğu için dışarıda oturmak iyi geliyor. Tekrar yola koyuluyoruz. Zincirli Köprüden geçmek yerine bu sefer düz devam ediyoruz
Buradan Varbazar’a geliyoruz. Burası 2014 yılında restore edilmiş. Restorasyon yapılırken de eskiye uygun bazı ilaveler yapılmış Burada konserler ve çeşitli gösteriler yapılıyor.Aynı zamanda da şehrin panoramik manzarası pek güzel. Gelinler mutlu anlarını burada fotoğraflıyorlar. Asıl bina ünlü mimar MiklosYbl tarafından yapılmış.1875 ve 1883 yılları arasında tamamlanmış.
Yürümeye devam edince Tuna nehri kıyısında VarkertPalota karşınıza çıkıyor. Burası 1875-1883 yılları arasında MiklosYbl tarafından Buda kalesinin bir bölümü olarak yapılmış.1992 yılında restore edilmiş. Kasino olarak kullanılmış. Şimdilerde çeşitli aktivitelerin yer aldığı bir yapı olarak kullanılıyormuş. Küçük bir saray gibi.
Tam karşısında (1914-1918) I.Dünya savaşını simgeleyen devasa heykeller karşımıza çıkıyor. Asker heykelleri, o kadar büyük ki insan ürküyor.

Yürümeye devam ediyoruz. Anlaşılan bir günde yürüye yürüye Budapeşte’yi gezmeyi hedefliyoruz. Ama pek küçük bir şehir değil. Evet, bence en iyi gezgin en çok yürüyen kişi. Başka türlü tüm güzel detayları kaçırıyorsunuz. Ve yine bence zaman kısıtlaması olmadan biraz da yol bizi nereye götürürse diye gezmek. Sanırım seyahatin en can alıcı noktası bu.
Elizabeth Köprüsü gözüküyor. Bembeyaz bir köprü. Buradan karşıya geçeceğiz. Tam tepe,Gellert Tepesinde Hürriyet heykeli muhteşem.
Epeyce dolaşarak köprüye çıkıyoruz. Köprüden geçerken polis motosikletleri trafiği durduruyor. Ben acaba önemli biri mi geçecek derken bir de bakıyoruz motosikletler geçiyor. Çok değişik çok çeşitli motorlar. Yarış olsa gerek.
Karşıya geçildiğinde bir Katolik kilisesi(NagyboldogasszonyFőplébánia)görünüyor. Türkler burada iken cami olarak kullanılmış.1723 yangınından sonra epey hasar alan kilise çok iyi restore edilmiş. Yolun sağ tarafında Matyas City Hotel’in binası oldukça değişik. Eminim manzarası da güzeldir.

Buradan ünlü cadde VaciUtca ‘ya giriyoruz. Trafiğe kapalı ve lüks mağazaların bulunduğu bir yer. Tam köşede Boudda- Bar-Hotel var. Bina 1899’da yapılmış. Oldukça güzel.
Sokağın bitimine doğru iki yer çok ilgimi çekiyor. Bunlardan biri Philanthia diğeri ise SzamosMarcipanGourmet Haz.Philanthia çiçek ve hediye mağazası.Szamos ise ünlü kafe. Bu kafe özellikle çikolatalarıyla ünlü. Marcipan Macaristan’ın dünyaca tanınmış badem ezmesi çikolata ile karışık. Szentendre gezimizde ilk yapıldığı yere gittik. Macarlar tatlı, özellikle de çikolatalı tatlı konusunda muhteşemler. Yolunuz buralara düşerse bir kafede bu lezzetlerden tatmanızı öneririm.
Buradan geniş bir meydana çıkıyorsunuz. Vörösmarty Meydanı. Sizi bir heykeller topluluğu karşılıyor. Bu Macaristan’ın ünlü şairi MihalyVörösmarty’nin heykeli.(1800-1885)
Meydanda soluklanmak için Gerbeaud kafeye oturuyoruz. Harika bir yer. Yediğim tatlının tadını unutmak mümkün değil. Hava çok sıcak olduğu için dışarıya masalar konulmuş. Ama ben içeriyi görmek istedim. Saray gibi. 1858 yılından beri hizmet veriyor. Adını Emile Gerbeaud’dan almış. İsviçreli bir pastacı. İçtiğim kahvenin üzerindeki resim de çok güzeldi.