Beste Serim Erbak: Uçsuz bucaksız Anadolu – 5.Bölüm – Kadim Şehir Diyarbakır

Uçsuz bucaksız Anadolu – 5.Bölüm
Kadim Şehir Diyarbakır

Yolumuzun üstünde önce Elazığ var. Sağlı sollu yerleşmiş elektrik direklerinin üzerinde leylek yuvaları. Leylek aileler rahat rahat oturuyor, anneler yavrularını besliyor. Hoş bir görüntü. Aslında bu görüntü her zaman rastlanabilir cinsten ama sırasıyla her direğin üzerinde bir yuva olunca bir başka güzellik oluşmuş. Elazığ tam bir şantiye alanı. Her taraftan bir bina fışkırıyor. Hatta araba ile düştüğümüz çukur sayesinde yıllardır kıpırdamayan böbrek taşım faaliyete geçti. Yemek için yer sorduğumuzda Koçoğlu restoran diyorlar. Tam anlamıyla doğruymuş.Enfes çiğ köfteler, kırk kat açılmış baklavalar, nefis etler. Gezinin en lezzetli yemekleri. Elazığ’a has sulu içli köfte. Daha önceki gelişimizde de bu yemeğin tadına bakmıştık. Unutulur gibi değil.

Elazığ’dan çıktıktan sonra Sivrice ilçesine yakın tektonik göl, Hazar’dan geçiyoruz. Harikulade manzaralar. Nefis renkler. Sarı ve mavinin birbirine geçen tüm tonları. Doğu ve Güneydoğu’nun tatil beldesi. Hazar gölü Türkiye’nin en derin göllerinden. Adeta deniz. Baba ve Mastar dağları arasına yerleşmiş. Çevresinde çok güzel evler var. Ayrıca göle girilebilecek tesisler. Burası özellikle Arap turistlerin gözde tatil yerlerindenmiş. Diyarbakır, Tunceli, Bingöl ve Elazığ halkının da dinlenmek, eğlenmek için tercih ettiği yer. Doğunun turizm cenneti deniliyor.

Akşam karanlığı çökmeden Diyarbakır’a varıyoruz. Çevresi yüksek dağlarla çevrili şehir ortadaki çukur havzaya yerleşmiş. Buraya hayat veren Dicle Nehri, Fırat Nehri ile birlikte Mezopotamya’yı oluşturan iki büyük nehirden biri. Dicle Nehri Elazığ’ın Sivrice ilçesinden doğuyor, Irak’tan geçip Fırat ile birleşiyor ve Şattülarap’ta Basra körfezine dökülüyor. Uzun bir yolculuk. M.Ö 200’de Asur Hükümdarı şehrin eski adının Amida olduğunu bir kılıca yazdırdığı yazıda belirtmiş. Diyarbakır, tarih öncesi dönemlerden kalma antik bir yerleşim yeri.

İlk yerleşenler MÖ. 3 binli yıllarda bölgeye egemen olan Asya kökenli Devlet Hurriler ve Anadolu’da yaşayan Hititlermiş. O zamandan beridir şehir merkezindeki(günümüzde “Sur” ilçesi olarak adlandırılan yer) yerleşimin bugün bile hala süregelmesi Diyarbakır şehrini özel kılıyor.Dicle Nehri kenarında kurulan Diyarbakır’ın tarihteki en büyük önemi ise şehrin surlarla çevrili olmasından geliyor.Antik çağlardan bu yana Diyarbakır Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu olmuş. Birçok devletin hâkimiyetinden sonra en son Osmanlı egemenliğine girmiş.

Ünlü Diyarbakır surlarına yakın bir otelde kalmak istiyoruz. Tarihi bölge. SV Business Otel. Ana caddede. Temiz bir yer. Eşyalarımızı bırakır bırakmaz dolaşmaya başlıyoruz. Artık gün karardı. Güzel bir restoran sorunca “Kebapçı Hacı Halid Usta” diyorlar. Tesadüf bu ki sorduğumuz kişilerden biride orada çalışıyormuş. Peşine takılıyoruz. İki katlı ve güzel bir terası olan restoran ana caddeye bakıyor. Muhteşem yemekler ve yemekten önce getirilen ikramlar. Özellikle kuzu etinin kullanıldığı lezzetler. İncik kebabının tadı damağımda kaldı.

Diyarbakır’a has siyah beyaz taşların kullanıldığı binalar. Şehrin ticari merkezi diyebileceğimiz Gazi Caddesi boyunca ilerliyor ve Tarihi Kent Merkezinde bulunan Hasan Paşa Hanına giriyoruz.1571 yılında Diyarbakır Valisi Vezir Hasan Paşa tarafından yapımına başlanmış ve daha sonra tamamlanmış. Bodrumunda bir de ahır bulunuyor.Ortada bir avlu ve bir şadırvan var. Siyah renkteki Bazalt ve beyaz renkteki kireç taşı kullanılarak inşa edilmiş. Dış cepheye bakan kısma dükkânlar yerleşmiş. Avlu etrafındaki revaklar hoş bir görüntü oluşturuyor. Oturup bir şeyler içerek, buranın havasını solumak ayrı bir keyif veriyor.

Ertesi gün 15 Temmuz. Yeni bir güne daha başladık.Hemen otelimizin yanında bulunan Nebi Camii (Peygamber Camii) ilk gezilecek yerlerden. XV. yüzyılda yaptırılmış. Camii küçük ama sevimli. Mimarı belli değilmiş. Binaların arasına sıkışmış. Küçücük bir avlusu olan camii insana huzur veriyor.
Gazi Caddesi boyunca ilerleyince sağ tarafta tarihi Ulu Camii geniş bir alanı kaplamış. Emevîler zamanında bölgede İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte Şam’daki Emeviye Camiine benzetilerek yapılmış. Anadolu’daki en eski cami olarak kabul ediliyor. Diyarbakır’ın büyük kilisesi Martoma 639 yılında camiye çevrilmiş ve Ulu Camii adını almış.

Ana giriş kapısının her iki köşesinde aslanla boğanın mücadelesini simgeleyen, simetrik olarak işlenmiş kabartma birer figür var.Camii ile ilgili birçok efsane anlatılıyor. Selçuklu döneminde XII. yüzyılda yapılmış. 800 yıllık bir geçmişe sahip. İçerdeki büyük avluda,Cizreli fizikçi ve matematikçi sibernetik ve robot biliminde çalışmaları olan Dünya’nın ilk bilim adamlarından El Cezerî tarafından yapılmış bir güneş saati bulunuyor. Bu saat ilk önce Dağkapı meydanında yer alıyormuş. Daha sonra korumak amacıyla buraya getirtilmiş. Ulu Camii İslam Dünyasının 5’inci Harem’i Şerifi olarak kabul ediliyormuş.

Çok güzel bir yer. İnsanın içini rahatlatan mistik bir havası var.Çıktıktan sonra sokak aralarında yürümeye devam ediyoruz. Suriye’deki çarşılara benzeyen alışveriş yerleri. Üst kısmı cam ve tahta malzeme ile kapatılmış sağlı sollu dükkânların yerleştiği sokaklar.
Cadde boyunca ilerlerken bin bir çeşit baharat, patlıcan, biber, bamya kurularının bulunduğu dükkânlar rengârenk.
Kaldırımlar yeni baştan yapılıyor. Yürürken dikkat etmek gerekiyor. Diyarbakır hanlar cenneti. Şimdi de Sülüklü Han’a giriyoruz. Burayı çok beğendim.1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yaptırılmış. İlk yapıldığında üç katlı olmasına karşın şimdi sadece bir katı kalmış. En altta ahır olarak kullanılan bir bölüm var. Hanın avlusundaki kuyuda hekimlerin tedavilerde kullandığı sülüklerin bulunması nedeniyle han “Sülüklü Han” olarak adlandırılmış. Kurtuluş savaşı sırasında süvari birliklerinin karargâhı olarak hizmet vermiş. En alt katta gizli bir geçidin olduğu söyleniyor. Geçit İçkale cezaevine çıkıyormuş. Üç idam mahkûmu bu geçidi kullanarak firar etmiş.Sur ilçesindeki tarihi yapılarda birbirine bağlanan tüneller olduğu söyleniyor.Anlaşılan yer üstü güzellikleri yanında yer altı ulaşımı da hummalı bir şekilde sürdürülmüş.Ortaçağ şatoları misali.

Güzel bir kahve ve hoş bir ortam. Hafif müzik eşliğinde şaraplarını yudumlayan gençler. Anayoldan dar bir sokağa girince Dört ayaklı minare karşımıza çıkıyor.1500 yılında Akkoyunlu Kasım Bey tarafından yaptırılan Şeyh Mutahhar Camii. Siyah beyaz taşlardan yapılan caminin dört sütun üzerinde yükselen minaresi ayrı bir güzellik sergiliyor.
Minarenin sütunları arasından yedi defa geçerseniz her dileğinizin gerçekleşeceğine inanılıyor. Sağına mı geçsek soluna mı derken biri size yardım edebilir miyim? Diyor. Genç bir Bey. Veysi sağlık memuruymuş. Gece nöbetten çıkmış bütün gün boşmuş ille sizi gezdireyim diyor.Biz de kabul ediyoruz. Zaten halk her bakımdan yardımcı oluyor. Hele bizim Diyarbakır’ı gezmek için geldiğimizi duyunca her yeri tanıtmak, anlatmak istiyorlar. Veysi bir yandan hayat öyküsünden bahsediyor bir yandan da gördüğümüz yerler hakkında bilgi veriyor. Yolun üzerinde otel olmuş bir kervansaraydan geçiyoruz. Deliller Hanı (Hüsrev Paşa Hanı)1527 yılında vali Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmış. Her yıl İslam Ülkelerinden Hicaza gitmek üzere bu handa toplanan Hacı adaylarını götürecek deliller (Rehberler) bu handa konaklıyorlarmış. Avlusunda bir gece öncesinden kalma düğüne ait süslemeler var.

Şimdi sırada en çok görmek istediğimiz 2015 yılında UNESCO Dünya mirasları listesinde yerini alan tarihi Diyarbakır Surları var.Çin setinden sonra Dünyanın en uzun surları olarak kabul ediliyor. Aslında Diyarbakır Surları, Çin Seddi’nden sonra en uzun surlar değil. Uzunluk bakımından Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmesine rağmen, yaşama ve ayakta kalması bakımından bu iki suru geride bırakmış. Diyarbakır şehrinin eski halkı olan Huriler tarafından M.Ö 3000-4000 yılları arasında yapıldığı söyleniyor.Daha sonra M.Ö 349’da Bizans imparatoru Constantinus tarafından yenilenmiş. 5 km’den fazla olan surlardaki dört kapı ile şehre giriş yapılıyor. Kapılar Dağ kapı, Urfa kapı, Mardin kapı ve Yenikapı. XIX yüzyıla kadar bu kapılar güneşin doğuşuyla açılmış batışıyla kapanmış.. Kalkan balığı şeklinde olan surlar iç ve dış kaleyi çevreliyor. Viran tepede bulunan iç kale yönetim merkezini içinde barındırıyor. 82 adet burç barındıran surların yüksekliği 10-12 metre, kalınlığı ise 3,4 m. Surların üzerinde Kûfi yazılar bulunuyor. Dünyanın en eski uygarlıklarına tanıklık eden surlar üzerinde 12 devlete ait kitabeleri de görmek mümkün. Ayrıca bitki ve hayvan figürleri surların üzerini süslüyor ve tarihe ışık tutuyor. Onca yıldır değişmeden günümüze kadar gelmeleri mucize.

Veysi fotoğraf çekmeye meraklı surların üstünde hem açıklamalar yapıyor hem de fotoğraf çekiyor.Surlara çıkmak biraz tehlikeli. Dik merdivenleri tırmanmak ve en üste çıkmak.İnsan zorlanıyor. Ama çıkınca çevre muhteşem gözüküyor.Dicle nehri ve Hevsel Bahçeleri. Otuzdan fazla uygarlığı barındıran bu verimli topraklar surlar ile beraber UNESCO mirasına alınmış.8 bin yıldır var olan bahçeler kültür ve tarihi birlikte barındırıyor.
Hemen surların önünden “On Gözlü Köprü ”ye gitmek için dolmuşa biniyoruz. Diyarbakır tarih kokuyor. Köprü Mervaniler zamanında 1065 yılında inşa edilmiş. Dicle nehrinin üzerinde. 178 m uzunluğunda 5,60 m genişliğinde. Adından da anlaşıldığı gibi on su kemerinden, gözden oluşmuş. Nehrin anlatılan hikâyesine göre; Danyal Peygamber’e elindeki asayı mağaradan çıkan kaynağa tutup bir suyolu çizmesi vahiy yoluyla bildirilir. Peygamber Basra körfezine kadar yol çizer. Böylece Dicle nehri yolunu bulur. Gerçekten mükemmel bir eser. Köprü üzerinde zurna çalan birisi sizi başka diyarlara götürüyor. Köprünün her iki tarafında çay bahçeleri pek hoş. Gelinlerin bu köprüde poz vermesi gelenek haline gelmiş. Dicle ve Fırat muhteşem nehirler. Suları gürüldeyerek akıyor. Yeniden dolmuş kuyruğuna giriyor ve eski şehre dönüyoruz. Sur ’un dar sokaklarında ilerliyoruz. Veysi burada küçükken çalışmaya başladığı fırını gösteriyor.
Derken bir Süryani kilisesine rastlıyoruz ve tabii hemen içeri girip görmek istiyoruz. Tarihi yapı 3.yüzyıldan kalma. Kilise “Yakubi” mezhebine ait.Halen faal olan kilise içinde patrik mezarlarını barındırıyor.
Sokaklar dar ve karmaşık yapılarla dolu. Her taraf ilginç. Sağdan soldan sarkan elektrik telleri, eski ama renkli boyalı evler.Tarihi yapılara ek yapılarak oluşturulmuş mekânlar. Hiç beklemediğiniz anda birdenbire karşınıza çıkıveren sanat atölyeleri. Gizemli şehir Diyarbakır.
Veysi bize otele kadar eşlik ediyor. Orada vedalaşıyoruz. Akşam yorgun olduğumuz için hemen yatmayı tercih ediyoruz. Yarın Hasankeyf’e gideceğiz.