Beste Serim Erbak: Uçsuz bucaksız Anadolu – 7.Bölüm – Mardin – Midyat

Mardin / Midyat

Midyat küçük bir yer. Gözümüze hemen girişte bir otel ilişiyor. “Midyat Gap Otel.” Yerleştikten sonra yemeğe çıkıyoruz. Çağdaş Et Lokantası. Vakit geç olduğu için fazla seçenek yok, yemekler leziz. Lokantanın sahibi ile sohbet bize iyi geliyor. Bu günü de bitiriyoruz. Yarın Mardin’e gideceğimiz için dinlenmeliyiz.

Ertesi sabah , Midyat’a yaklaşık 23 km uzaklıkta,Mardin – Şırnak sınırına çok yakın,halen faal durumda olan Süryani Ortodoks Mor Gabriel Manastırını (Deyrulumur) görmeye gidiyoruz. Türkiye’de yaşayan dört Metropolitinden biri burada. Din adamları yetiştiren manastırdaki rahip, rahibeler ve din görevlilerinin günlük yaşamlarını kesintiye uğratmayacak biçimde ayarlanan ziyaret saatlerine uygun olarak gezebiliyorsunuz. UNESCO Dünya mirasları geçici listesinde yerini almış. Yol düzgün. Hiç trafik yok desem olur. Issız. Manastır hafif bir tepeye kurulmuş. Girişinde büyük bir otopark bulunuyor. Meşe ağaçları arasında.397 yılında yapılmış 1600 yıldan fazla bir geçmişi barındırıyor. Zamanımızda halen çalışıyor olması nedeniyle Dünyanın bu durumdaki en eski kurumlarından biri olma özelliğini taşıyor. Ana binaya ek olarak daha sonra yapılan bölümler ile genişletilmiş. Belli saatler arasında açık olduğu için acele ediyoruz.

Manastıra girebilmek için uzunca bir yol yürüyoruz.Doğanın sarısı ile bütünleşen yapı şimdiye kadar görmediğim bir mimari sergiliyor. Manastıra Roma İmparatorları tarafından sürekli bağış yapılmış. Midyat, Süryanilerin Anayurdu olarak biliniyor. Manastır aynı zamanda Hz İsa’nın konuştuğu dil olan Aramicenin bir lehçesi olarak kabul edilen Süryanice duaların genç kuşaklara öğretildiği bir merkez. Suriye’de Malula Köyünde böyle bir manastır gezmiştik. Ama o bu yapının yanında çok ufak kalıyor. İlk kez Aramiceyi orada işitmiştim. Aram Suriye’nin eski adıymış. Aramca Dünyada konuşulan ilk dillerden. Artık ölü bir dil ama lehçeleri halen konuşuluyor. “Mor” Süryanicede “Ulu, yüce, aziz ” anlamına geliyormuş. Giriş ücretli. Bir rehber eşliğinde geziyoruz. Bay Kuryakos Acar, her köşeyi en ince detayına kadar anlatıyor. Hayran olmamak mümkün değil. Eşsiz mozaikler,taş işlemeleri, çankuleleri ile muhteşem bir yapı.

Burayı gezdikten sonra Süryani Şarapçılık yolumuzun üstünde, uğruyoruz. Çok güler yüzlü insanlar. Kuryakos burada da karşımıza çıkıyor. Daha sonra Mardin’de de satış yerlerini gördük. Şarapları her yere gönderiyorlarmış. Ters tarafa giderseniz Suriye’deki savaştan kaçanların yerleştirildiği mülteci kampları görülüyor.

Artık Mardin’e doğru yol alıyoruz. Tepeye doğru eski şehre tırmanıyoruz. Daha girişte “Kebapçı Kadir Usta ”da nefis bir öğlen yemeği yiyoruz. Onun tavsiyeleri üzerine “ Maridin Otel”e yerleşiyoruz. Bu eski bir Ermeni konağı. Tipik Mardin evleri mimarisinde yapılmış. Konağın en alt kısmında bulunan devasa sarnıçlar temellerin Asur döneminden kaldığını gösteriyormuş. Üst katlara çıkıldığında Yahudilerce kutsal kabul edilen Davut yıldızının amblemi görülüyor. Bazı odalarının çapraz tonozlarında yer alan yalıtım amaçlı küpler Artukluların özellikle saray yapılarında tercih ettikleri bir sistemmiş ve burada kullanılmış. Konak Mardin’in köklü ailelerinden Kendir ailesi tarafından 1870’li yıllarda son şeklini almış. Cumhuriyet döneminde çocuk yetiştirme yurdu olarak kullanılan yapı şimdilerde konaklama hizmeti veriyor.

Mükemmel bir yer. Mardin manzaralı bir oda. Burada deniz manzaralı yerine Mardin manzaralı demek daha doğru oluyor.
Mardin M.Ö 4500 yılından başlayarak birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Dolayısıyla değişik kültürlerin hala yaşadığı bir şehir. Şimdilerde gezginler tarafından tercih edilen en popüler yerlerden biri. İzmir’de Kordon’a karşı, İstanbul’da boğaza karşı oturursunuz ya önünüzde muhteşem bir deniz manzarası, burada da tarihi şehirde bir terastan bakınca aşağıdaki ova özellikle gece öyle bir manzara sunuyor ki sanki engin bir deniz.

Otelden çıkıp dar sokaklarda kayboluyoruz. Şehir tepeye yerleştiği için sürekli yokuş ya da merdiven tırmanmak zorunda kalmak oldukça yorucu. Mardin fotoğraflarında her zaman gördüğümüz Ulu Caminin değişik minaresi hemen göze çarpıyor. Biraz ilerde bir merdivenle çıkılan Mor Benham (Kırklar Kilisesi)569’da Mardinli Süryaniler tarafından inşa edilmiş. Kilisenin adı, III. yüzyılda Hristiyanlar üzerinde büyük bir baskı kuran, Roma İmparatoruna isyan ettikleri için Sivas’ta bir buz gölüne sürülen ve orada donarak ölen 40 askerden geliyormuş. Kilisenin özellikle 1500 yıllık perdeleri ilgi çekiyor. Halen faal durumda olan bir Süryani Ortodoks kilisesi.

“Şahmeran” figürü, Mardin’in simgesi. Yolumuza devam edince son derece güzel ve otantik ürünlerin olduğu bir dükkâna rastlıyoruz. Hasan Özcan Usta bizi güler yüzüyle karşılıyor, hem anlatıyor hem çalışıyor. Kendisi Şahmeran ustası. Aldığımız maşrapaya isim yazıyor. Dünyada pek çok kişinin onu tanıdığını söylüyor. Şimdi işi oğullarına devretmiş ona sadece keyifli kısmı kalmış. Suriyeli mülteci kamplarını ziyarete gelen sinema yıldızı Anjelina Jolie onun dükkânına uğramış, Hasan Usta kendisini tanımamış. Hemen internete bakın diyor. Gerçekten de onunla ilgili haberler var. Çay ikram ediyor sohbet ediyoruz.

Bu arada Mardin badem şekerleriyle ünlü. “Artuk Bey” badem şekerlemelerinden tadıyor, almadan edemiyoruz. Bu kadar mı güzel olur. Mardin telkâri işleriyle de ünlü bir yer. Her tarafta bir kuyumcu var. Ayrıca doğal sabunlarıyla da tanınıyor.

Akşam otelimizin yan terasında manzaraya karşı güzel bir yemek yiyoruz. Keyfimize diyecek yok. Sabah güneşin doğuşuyla uyanıyor, doğanın sesini dinliyorum. Güzel bir kahvaltının ardından bavullarımızı toplayıp yola koyuluyoruz. Mardin’e kesinlikle daha fazla zaman ayırmak gerektiğini düşünüyorum.

Sırada Deyrulzafaran Manastırı var. Manastır M.Ö Güneş Tapınağı olarak anılıyormuş. XV. yüzyılda manastırın etrafında yetiştirilen safran (Zafran) bitkisinden dolayı Deyrulzafaran yani Safran Manastırı adını almış. Ziyaretçilerin küçük bir grup oluşturmasını bekledikten sonra rehber eşliğinde geziyoruz. Oldukça büyük. Kuryakos burada da karşımıza çıkıyor. O da arkadaşlarını gezdiriyor. Çıkarken sohbet ediyoruz. Buraya çok yakın Dara Harabelerini mutlaka görmemizi söylüyor. İyiki de söylemiş. Buralara kadar gelip te Dara’yı görmeden gitseydik çok üzülürdüm.

Mardin’e 30km uzaklıkta. 10 bin yıllık bir yerleşim. Dara, Doğu Roma İmparatorluğu tarafından Perslere karşı askeri bir üs olarak kullanılmak üzere yapılmış. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunuyor. Adını Pers Kıralı Darius’tan almış. 5km uzunluğundaki şehir surları, sarnıçlar, kiliseler, agora, silolar kocaman bir tarihi şehir ama ancak yüzde onu çıkarılabilmiş. Dara köyü de harabelerin olduğu yere kurulmuş. Mezarların bulunduğu alanlar inanılmaz. Bir köy evinin altında köylülerin zindan dediği 40m derinlikte bulunan su sarnıcı muhteşem. Girişteki yerel rehberler, köy çocukları, bizi gezdiriyor. Muhammed detaylı açıklamalar yapıyor. Harabelerin tam karşısında köy okulu rengârenk boyanmış.

Dara ile ilginç beni etkileyen başka bir nokta daha var. İzmir Gümüldür ’de yılların midye satıcısı Hasan Daralıymış. Bizim Mardin’e gittiğimizi duyunca “Aman mutlaka Dara’ya gidin! Köyüm çok güzeldir” demişti.
Harabelerin yanındaki restoranda nefis bir ayran içip çok değişik güvercinleri izliyoruz. Mardin ve çevresi Dünyanın çeşitli köşelerinden gelen Güvercin meraklılarının uğrak yeri. Mardin’de 30 çeşit güvercin ırkı bulunuyormuş. 150 yıllık taklacı güvercinlerin ırkı burada korunuyor. 15 çeşit taklacı güvercin varmış. Bu güvercinler gökyüzüne yükseldikleri zaman 50-60 takla atabiliyorlarmış. Mardin’de her 5 evden 2 si güvercin besliyor. Tarihi evlerin damında mutlaka bir güvercin kümesi bulunuyor. Her damın güvercinleri ayrı. Satış fiyatları da oldukça yüksek. Güvercinler hiç durmadan havada altı saat kalabiliyorlar. Mardinliler güvercin sevdalısı.

Dara bizi büyüledi. Kazılar tamamlanırsa burayı bir kez daha ziyaret etmek isterim. Şimdi hedef Şanlıurfa’da bir tepe üzerinde 2018’in 1 Temmuzunda UNESCO Dünya miraslarına kabul edilen,Dünyanın en eski tapınak merkezi Göbekli Tepeyi görmekte.