Brüksel'de genç ve güzel bir kız (Fantazi) | Dr.Tunay Akoğlu

Büyük bir tesadüf eseri olacak , yirmi ikinci yaşımı bitirdiğim gün, yani tam doğum günümde Brüksel´e vardım. Doğup büyüdüğüm Polonya´nın Krakow şehrinden yola çıkıp üç gün , iki gece süren bir otobüs yolculuğundan sonra Brüksel´e vardım. Buraya geleli artık bir yıl kadar oldu : tam 11 ay 22 gün. Brüksel´deki yeni hayatıma değin izlenimlerimi kısa kısa notlar olarak yazmaya karar verdim. İleride hatıra olarak kalmasını isterim.
Ben, uzun boylu ve uzun bacaklı, uzun kirpikli yeşil gözlü, sarı uzun saçlı, erkek-dişi herkesin çok güzel ve çekici bulduğu bir genç kızım. Biraz yukarı kalkık burnum, gamzeler ve ahenkli ölçüleri taşıyan, elmacık kemikleri hafif çıkık bir yüzüm var. Göğüs, bel ve kalça ölçülerim tam yerinde. Bedenimi, gene dengeli, fakat vücuduma dalgalar ileten sert bir yürüyüşle hareket ettiriyorum. Tenim beyaz , fakat soluk değil. Dudaklarımdan belli belirsiz bir gülümseme hiç eksik değil. Tam gülünce; bembeyaz dişlerim, dudaklarımının rengini ve hafif yüz makyajımı tamamlıyor. Kısacası; fiziğim ve dışa aksettirdiğim imajım tam yerinde, ve belki de biraz büyüleyici.
Brüksel´e vardığımda beni Gare du Nord´daki Avrupa otobüs terminalinde liseden eski arkadaşlarım Olga ile Dobry çifti karşıladı. Zaten bu evli arkadaşlarımın israrı ile ve onların desteğine güverenek Krakow´u bırakıp buraya geldim.
Brüksel´deki ilk ayımda Olga ile Dobry´nin küçük apartımanında kaldım. Salondaki sofada uyuyor, onlar sabahleyin işlerine gidince kalkıp ben de güne başlıyordum. Şimdi artık benim de kiraladığım bir stüdyom var.
Olga ve Dobry, benim Karl Marx lisesinden arkadaşlarım. Bu lisenin ismi sonra Stanislaw Lem olarak değiştirildi. Bizim ülke Avrupa Birliğine girince Brüksel´e göç etmişlerdi. Hep haberleştik. Olga hastabakıcı, Dobry ise Metropol´de croupier olarak çalışıyor. Şimdi ben de buradayım artık.
Brüksel´de ilk işim bu dostlarımın tavsiyesi ile Commune´e (Belediye´nin yabancılar gişesi) gitmek oldu. Lise fransızçam ve ingilizcem ile çat pat konuşuyorum. Commune´de , oturma izni alabilmem için geçimimi ispatlamamın gerekli olduğunu söylediler, ayrıca kira kontratı, sigortalar, vs gibi bir sürü belge istediler. Benim, ülkemin Avrupa Birliği üyesi olduğunu vs´yi söylemem pek yararlı olmadı. Formaliteler böyle imiş. Dobry bana ´Bu bir problem değil Anna, her üç ayda bir Belçika´dan çıkıp girersin, tren ile 45 dakikada Fransa, Hollanda veya Almanya´dasın. Bir saat sonra dönersin, olur biter. Turist olarak üç ay kalmaya hakkın var zaten. İş için izin hemen gerekli değil. Tam yerleşince bütün izinleri verirler sana. Bir kaç yıl sonra, istersen Belçikalı bile olabilirsin´ dedi. Rahatladım.
Brüksel´deki ilk izlenimim bütün esmer, bazıları bıyıklı, çoğu şişman erkeklerin bana nasıl baktıkları oldu. Bizim memlekette öyle kızlara, kadınlara aşırı ve belirli bir ilgi gösteren erkekler pek azdı. Onlar haşin, sert, ve içki peşinde idiler daha çok. Kız ve kadınlarla olan ilişkileri tesadüflere veya paralarına bağlı idi.
Brüksel´de ülkemden pek çok insan var, özellikle St. Josse mahallesinde. Sokakta, kahvehanelerde kendi dilimi konuşanlar çoğunlukta. Üstelik bana bakışlarından anlıyorum birbirimize olan aşınalığımızı. Zaten Janus´u da böyle tanıdım. Memleketimden Bartek´in işlettiği kahvede garson ve barmaid olarak çalışıyorum. Müşterilerimizin çoğunluğu hemşerilerimiz. Janus, bar´ın iyi müdavimlerinden. Esas dostlarım Olga ile Dobry´yi de tanıyor. Janus ile çıkmaya başladım. Fakat bana hiç güven vermiyor. Ne iş yaptığını tamamen anlıyamadım bile . Kendisi ´işim, export-import´ deyip duruyor. Janus bana bağlı, ancak zaman zaman çok haşin ve kontrol dışı hareketler yapıyor. Stüdyomun anahtar kopyasını istedi, vermedim ve kiliti değiştirttim. Hürriyetimi tam kaybetmek istemiyorum.
Brüksel´deki üçüncü ayımda Mansour ile tanıştım. Arap asıllı bir Belçikalı. Tam bir ´gentleman´. Bana sırıl sıklam aşık. Janus´u bıraktıktan bir kaç gün sonra rue Neuve´de alış-veriş yaparken yaklaştı ve memleketimin dili ile kendisini tanıtıp konuşmaya başladı. Tesadüf, benim ülkemde üniversitede okumuş, anadilimi iyi konuşuyor. Öğrenimini tamamlamadan ülkesine dönmüş, sonra da Brüksel´e göç etmiş. Durumundan çok memnun ; ´Kendimi kendi ülkemde hissediyorum´ diyor, ´Yediğim içtiğim ana vatanımdan, dostlarım oradan, cami evimin yanında, oy vererek seçtiğim politikacılar hemşehrilerim ; hepsi bana medyunlar ! ´. Mansour benim bir dediğimi iki etmiyor, devamlı benimle iş saatleri dışında ( Gare du Midi´de ´Souvenirs´ dükkanı var). Mansour beni arkadaşlarına tanıştırdı; hepsi aynı ülkeden gelen göçmenler ve şimdi hepsi Belçikalı olmuşlar. Bana saygı ve hayranlıkları sonsuz, bana arapça ´yenge´ veya ´abla´ diye hitap ediyorlar.
Mansour beni, Schaerbeek – Schaarbeek mahallesine bir akşam yemeğine götürdü. ´Sana bir sürprizim var, seninle bu akşam uzun bir yolculuğa çıkacağız, yeni bir ülkeye götüreceğim seni´ demişti. Dediği doğru çıktı, Chaussée de Haecht´ ta dolaşırken; dükkan , iş yerleri , lokanta ve kahvehane vs tabelalarını pek anlıyamıyordum. Herkes şimdiye kadar hiç duymadığım bir dili konuşuyordu. Mansour sonunda bana ´Türkiye´ye hoş geldin ´ dedi. Anlamıştım sonunda , burası Brüksel´in Türk mahallesi idi. Benim Türkler hakkındaki bilgim, eski Türklerin haremlerinde ülkemden çok genç esir kız olduğundan ibaretti. Türk kebabı yedik. Lokantanın sahibi Türk asıllı imiş, ortağı Arap. Mansour bana ´Türkler benim din kardeşim´ dedi. Benim açımdan din pek önemli olmadığı için böyle bir ´kardeşliğin´ nasıl olduğunu pek anlamadım. Ancak, Mansour bana her gün daha fazla artarak İslam dininden bahsedip duruyor.
Mansour ile beraberliğimiz altı ay kadar sürdü. Sonunda benim için çok acı bir sonuçla bitti: Bir akşam bana, ülkesine gidip evlenip döneceğini söyledi ve ilişkimizin sonra da devam etmesini önerdi. Çok şaşırdım. Meğerse Mansour nişanlı imiş, Araplar buna ´sözlü´ derlermiş. Şimdi ´sözlüsü´ ile evlenecekmiş, amma benimle de birlikte olmak istiyormuş ! Tabii kabul etmedim ve ilişkimiz bitti.
Brüksel´deki ilk günlerimden beri dikkatimi çeken bir diğer husus ta , üstü başı ve özellikle başları kapanmış – örtülmüş , çoğu siyah uzun elbiseler içindeki kız ve kadınlar oldu. İlk defa gördüğüm ve çok yadırgadığım bu elbise modasını sonra anladım : Araplar ve Türkler, müslüman olmanın gereği böyle giyinirlermiş !
Diğer şaşırdığım bir konu da siyah tenli Afrikalı insanlar oldu. Hayatımda ilk kez bu kadar siyahiyi bir arada Brüksel´de gördüm. Chaussée de Wavre ile Chaussée d´Ixelles alanlarını kapsayan ´Matonge´ isimli büyük bir mahalleleri bile var. Rivayete göre, erkekleri çok sexy imişler. Kabul ederim ki doğru, bir diskotek´te tanışıp, tek bir geceyi beraber geçirdiğim Afrikalı Bumba bunu doğruladı !
Bundan bir ay kadar önce jinekoloğa gittim. Ufak bir rahatsızlık hissetmem sebebi ile ve kontrol için. Belçikalı doktor orta yaşlı ve yakışıklı. Ziyaret sırasında bana epey dokundu. Hissettim ki sadece tıbbi nedenlerle değil. Pek ses çıkarmadım. Ancak, muayeneden sonra çok nazik bir şekilde beni bir akşam yemeğine davet etti. Ben de nazik bir biçimde red edince, bir gecelik fiyatımın ne kadar olduğunu sordu. Böylece anladım ki, benim gibi doğu Avrupa ülkelerinden gelen kız ve kadınların imajı hep böyle. Ben bu yeni teklifi de kabul etmeyince, doktor- jinekolog epey hayal kırıklığına uğradı !
Zaten hemşehrilerim de buna devamlı katkıda bulunuyorlar: Bir kaç hafta önce, hafta sonunda, St-Gilles´deki memleketlim Lesio´nun evinde başbaşa bir akşam yemeği yemeye hazırlanırken kapı çaldı , açınca elleri yemek paketleri ve içki şişeleri dolu üç hemşehrimiz içeriye daldı . Bize, daha ağzımızı açma fırsatı bile vermeden ´party yapmaya geldik´ dediler. Evdeki stereo müzik sistemini en çok sesine kadar açmışlardı bile. Ben ile Lesio, ´Başka bir akşama bırakalım bu party´i, biz başbaşa kalmak istiyoruz´´ dedik ise de, onlar aldırmadan yemek paketlerini ve içki şişelerini açmışlardı bile. Aradan bir-iki saat geçti, ben hariç erkeklerin hepsi sarhoş ve çok cesaretli görünmeye başladılar. Bana sokulmaya, sarılmaya ve dokunmaya başladılar. Hepsi ´N´olur canım, hepimiz hemşehriyiz´ vs vs demeye devam ediyorlar. Niyetleri açıkçası, ´partouze : group sex´ yapmak. Ben ise direnmeye çalışıyorum. Sonunda bir fırsatını bulup evden çıkıp kaçtım ve Allahtan çok yakında olan evime girdim.
Gene bir kaç hafta önce çok yakışıklı, elegan ve kendisini 36 yaşında PR Manager´i diye tanıtan bir İtalyan ile tanıştım. ´Petit Sablon´daki ´loft´unda bir kaç kez kaldım. Hiç görmediğim ve alışmadığım bir incelik, cömertlik, çok hassas tavırlar……Beni şımartıp devamlı hediyelere boğuyor. Bana, sık sık ´Anna, sen buralara layık değilsin, burada harcanıyorsun, çok daha fazlasına sahip olabilirsin. Gel seni Milano´ya götüreyim; orada güzelliğin, fiziğin ve çekiciliğin ile moda dünyasına girebilirsin. En üst düzeydeki politikacı ve iş adamları ile tanıştırırım seni. Belki de televizyona sokarım seni ´ deyip duruyor .
Bakalım artık, gelecek daha neler neler gösterir. Şimdilik Brüksel´deyim , hem çalışıyor hem de eğleniyorum. Belki fırsat olur da şimdiye kadar bir türlü tanışamadığım Belçikalılarla da tanışma imkanım olur diye düşünüyorum. Ve 2012 yılına böyle başlıyorum.
(Anna Walewski, Brüksel, Aralık 2011).

Leave a Reply

Your email address will not be published.