1963 Yılında ´Ankara Antlaşmasının´ imzalanması ile başlayan Türkiye´nin Avrupa´ya katılım süreci geçtiğimiz 48 yılda çok değişik aşamalar yaşadı ve bu günlere gelindi. Türkiye 1999 yılından beri Avrupa Birliği´ne aday ülke oldu.
Ancak bütün bu dönem içinde hem Avrupa hem de Türkiye o kadar çok değişti ki ! Bugün AB´nin içinde bulunduğu ekonomik ve mali kriz, dış politika ile sosyo- ekonomik alanlarda ve savunma konularında ortak politikalar tanımlayıp uygulayamayan görüntüsü, Türkiye´nin AB´ye katılmasının hem anlamını hem çekiciliğini oldukça azaltmış sayılabilir. Türkiye son yıllardaki sosyal gelişmesi ve ekonomik kalkınması ile tutarlı dış politikası sayesinde uluslararası jeo-politik konumunu ve rolünü pekleştirmeyi başarmış ve Türkiye açısından AB üyeliği ´Avrupalılaşmanın´ veya ´Batılaşmanın´ tek ve kaçınılmaz bir hedefi olmaktan çıkmıştır.
AB üyesi olmayan Türkiye´nin batı uygarlığının temel ilkelerini uygulamak alanında önemli ve hızlı hamleler yaptığı göze çarpmaktadır. AB üyesi olmadan da Avrupa´nın temsil etmeye çalıştığı değerlerin benimsenmesinin mümkün olabileceğini Türkiye artık ispat etmiştir.
Türkiye AB üyesi olmadığı için bağımsız bir dış politika yürütebilmekte, Euro yerine ulusal para birimini kullanıp, diğer ülkelerin diktasından uzak durmaktadır. Türkiye; demokrasileri iflas edip, Euro ve bankaların emrine giren, halk oyu ile seçilmemiş hükümetlerce yönetilmeye başlayan Yunanistan ve İtalya ile kıyaslanamaz. Yusuf Cinal´ın belirttiği gibi; AB ülkeleri Yunanistan, İtalya, İrlanda, İspanya ve Portekiz´den sonra, Fransa ve Belçika da artık kriz trenine katılmaya adaydırlar ! (Bk: Yeni Haber, 17 Kasım 2011).
Ayrıca şimdi, kamu borçlanması ve bütçe açıkları yükselişe geçince, AB bürokrasisinin ve Avrupa Merkez Bankası´nın emrine girme zorunluğunda kalan AB ülkelerinin tersine, ortada bağımsız bir Türkiye maliyesi vardır. Diğer taraftan dikkat edilecek başka konulardan birisi de, Türkiye´nin ödemeler dengesi açığının artmasına –özellikle ihracat ve ithalat yolu ile- sebep olabilecek AB ülkeleri krizlerinin iyi izlenmesidir.
AB üyesi olmayan Türkiye, AB´nin her üye ve aday ülkeye empoze ettiği ulusal, bölgesel, yersel politikalar, kısıtlayıcı sosyal ve kültürel önlemler yerine; kendisine öz iç politika ile sosyal, etik ve kültürel girişimler yürütebilmektedir. AB üyesi olmadığı için, önümüzdeki yıllarda genç ve girişken nüfusu ile Türkiye; gittikçe yaşlanan , emeklilik haklarını bile karşılamaktan aciz ve genç kuşakların yüksek işsizlik oranı ile boğuşan AB ülkelerinin sosyal güvenlik sistemlerini finanse etme zorunda kalmayacaktır.
Bütün bu yukarıda özetlenen gerçekler nedeni ile, ´çok şükür AB üyesi değiliz´ diyebiliriz.
Ancak, ön görülmesi oldukça güç olan gelecekteki politik, sosyal, ekonomik ve stratejik değişimleri gözönünde tutarak gene de Türkiye´nin AB dışında veya yanında veya içinde ne tür bir konuma ve role layik olduğunu devamlı tartışma ve değerlendirme de yararlı olacaktır.
Yukarıda değindiğimiz konulara açıklık getiren tanınmış bir Belçikalı ekonomistin 8 Kasım 2011´de yayınlanan yeni kitabına da burada referans vermek gerekir = Johan van Overtveldt : “The end of the Euro” , Publisher : Agate B2, Evanston , IL (USA), November 2011.