Euro’nun başına neler geldi? | Dr. Tunay Akoğlu

(Les mésaventures de l´Euro / Euro´s misfortune)
1 Ocak 2002´den beri Avrupa Birliğinin (AB) ortak para birimi olarak yürürlüğe giren ve 27 ülkeli AB´nin 17 ülkesinde kullanılan Euro´nun on yıllık macerası oldukça ilginçtir. Özellikle, belirli kriterleri yerine getirebilen 17 AB ülkesinin dahil olduğu ´Euro zone´ , yani Euro bölgesi, bugün büyük bir kriz yaşamaktadır. Bu kriz; mali, ekonomik, sosyal ve politik özellikler taşımaktadır. (Bu konuyu işleyen yazılar : -´Quo Vadis Europa ?, Yenihaber, 8 ekim 2011, -´Bir krizin anatomisi´, YeniHaber, 24 kasım 2011, -´Zavallı (sefil) Avrupa´, Yenihaber, 3 Aralık 2011)
Bu krize nasıl gelindi ? Krizden nasıl çıkılacak ?
Bilindiği gibi, AB´nin kuruluşundaki temel amaç ticari bir birlik oluşturmaktı. Bu birlik içinde mal, hizmet, sermaye, emek ve kişilerin serbest dolaşımı en önemli hedef idi. Kurulduğundan beri, sonunda ne tür bir birlik olması gerektiği bir türlü saptanamayan AB´nin ticari bir birliğin ötesinde ekonomik ve politik bir birliğe dönüşüp dönüşmemesi hep tartışıldı. Bu arada, politik (federal) bir birliğe geçmenin ortak bir para biriminin yaratılması ile mümkün olacağı düşüncesi ağır bastı ve Euro yolu ile politik , yani siyasal, bir birlik kurulması hedef alındı. AB´nin bu konuda yanlış bir yola girip tıkandığı şimdi ortaya çıktı. Arkasında politik bir birlik olmayan, ortak AB mali ve ekonomik politikalarla desteklenemeyen bir para biriminin başarılı olamayacağı anlaşıldı. Ancak bu anlayışa geç erişildi. Şimdi Euro bölgesi çok yönlü bir bunalım içinde. Bu krize, sosyo-ekonomik gelişmenin yeterli olmaması da neden oldu. (Bk: Prof. Robert Skidelsky, Member of the British House of Lords: ´the Wages of economic ignorance´, New Europe gazetesi, Brussels, 27 Nov.-3 Dec. 2011, page: 6 ).
Diğer taraftan, krizin en önemli özelliği, Euro bölgesi ülkelerindeki makro ekonomik anlamdaki toplam talebin düşüklüğü olarak tanımlanabilir. Gerçekten de bu ülkelerin izlediği ekonomi politikaları, toplam talebi (kamu ve özel) daraltıcı yönde geliştiğinden, hükümet ve bankaların varlıklarında düşme, borçlanmalarında ise artışlar ortaya çıktı. Özel sektör talebindeki (harcamalarındaki) azalma; vergi tabanının düşmesini, işsizlik ödemeleri ve diğer sosyal desteklemeleri artırtı ve kamu borcu yükselmeye başladı.
Eğer kamu harcamalarındaki kısıtlamalar, özel sektör tüketimi normale dönüşünceye kadar sürerse elbette ki toplam tüketimde de (talep) düşme görülecektir. Bunun anlamı, kamu bütçesi dengeye kavuşsa bile, toplumun fakirlik düzeyinin hızla yükselmesinin devam edebileceği demektir.
Kamu harcamalarının azalması, hükümetlerin ekonomik ve sosyal harcamalarının ve rolünün azalmasını ifade eder. Çok yönlü krizlerde bu tür bir durum zararlıdır. Tam tersine, kamu harcamalarındaki artışlar ekonomik kalkınmaya hız verebilir ve krize karşı yararlı tedbirleri kapsayabilir. Ancak burada kamu bütçesinin iki temel unsurunu göz önünde tutmak gerekecektir : (i) Cari harcamalar (kamu hizmetleri vs için yapılan kamu tüketimi) , (ii) Kamu yatırımları (Verime yönelik tüketim). Özel sektör kaynak ve kredi fonlarını kullanabilen ve bunları alt-yapı, konut, vs gibi sektörlere yatıran bir kamu yatırım sistemi kurulup işletilebilirse, toplam makro ekonomik tüketim artabilir ve uzun vadeli sosyo-ekonomik gelişme hedeflerine daha kolay ulaşılabilir.
Euro´nun kurtarılması için yukarıdaki olanak içi önlemlerin yanı sıra, AB ülkeleri, emeklilik sistemlerinin reformu, vergilerin yükseltilmesi gibi tedbirlerin alınmasını da planlamaktadırlar. AB belki de üç gruba bölünecek ; ortaya birinci, ikinci ve üçüncü sınıf AB ülkeleri çıkacaktır. Belki de 17 ülkeli bir AB ve 10 ülkeli bir diğer AB ortaya çıkacaktır. Bu tür bir sınıflamaların gayri resmi olarak zaten var olduğunu daha önce yayınlanmış yazılarımızda belirtmiştik :- ´AB´nin üstü kapalı stratejileri neler ?´, YeniHaber, 28 Mayıs 2011, – ´Zavallı (sefil) Avrupa´, YeniHaber, 3 Aralık 2011.
Artık açıklıkla belirmiştir ki, Euro´yu kurtarmak için gayrete düşen AB ülkelerinin devlet bütçeleri , ulusun (halk tabakalarının) ihtiyaçlarını karşılamak için değil, çok yönlü krizden çıkabilmek için hazırlanmaktadır. Bu alanda en belirli önlemler (i) Bütçe disiplini, (ii) Kalkınma ve gelişme politikalarını, (iii) Sosyo-ekonomik eşitlik (equity) ilkesini kapsamaktadır.
Bugünkü tabloya göre, EFSF : Avrupa Finansal İstikrar Fonu tavanının yükseltilmesi, hazine bonolarının AMB, hükümetler ve özel kişiler tarafından satın alınması, IMF´in desteği, vs vs gibi tedbirlerin yanı sıra yukarıda söz konusu edilen önlemlerin de uygulanması gerekli gözükmektedir. Bu çerçevede Euro krizinin Euro bölgesi içindeki her ülke tarafından ( AMB, IMF, AB üçlüsünün yanı sıra) kendi özelliklerine, makro ekonomik yapısına ve özel sektör ile banka sistemlerinin optimum işletilmesi sayesinde ve halk oyu ile seçilmiş hükümetlerce çözüme kavuşması en uygun yol olacaktır.
Euro krizinin, Euro bölgesi ve AB ülkeleri dışındaki Avrupa ülkelerini (İngiltere gibi) veya diğer ülkeleri de (ABD , Türkiye, vs gibi) etkilemesi mümkündür.
Son durum :
Son günlerde, yukarıda ele alınan durumu etkileyen önemli gelişmeler yaşandı :
-8-9 Aralık tarihlerinde Brüksel´de toplanan Avrupa Birliği Konseyi , AB üyeleri arasında tam bir anlaşma sağlanamadan sona erdi. Her şeyden önce ABM politikasında değişme olmadı ve enflasyona yol açmama hedefi gene en fazla öncelik taşıyan tedbir olarak belirlendi,
-17 AB üyeli Euro Bölgesinin IMF destek fonuna katkısı ön görüldü,
-EFSF ´in yerine ESM (European Stability Mechanism)´in kurulup, 1 Temmuz 2012 ´de işlemeye geçmesine karar verildi,
-AB anlaşmalarının, özellikle Lizbon Antlaşmasının revize edilmesi konusunda herhangi bir oy birliği sağlanamadı. Sonuçta, 17 Euro Zone (Euro bölgesi) üyelerinin diğer 6 AB üyesi ülke ile bu konuda anlaşması ortaya çıktı. İngiltere ve Macaristan buna karşı çıktılar ve katılmadılar. Çek Cumhuriyeti ile İsveç ise konuyu parlamentolarına götürme kararı aldı. Bu nedenle şimdi ortaya sanki iki koridorlu (iki süratli) bir AB çıktı ! Halen 23 ülkeli bir AB grubu belirdi, İngiltere tam anlamı ile dışta kalmayı tercih etti, geri kalan 3 ülke ise kararı sonraya bıraktı.
-Buna göre, büyük bir olasılıkla önümüzdeki Mart ayında yeni bir AB Antlaşması (Fiscal Compact : Fiscal Union) 26 AB ülkesi tarafından imzalanacak ve bu tarihten itibaren gene çok muhtemelen ulusal bütçeler Avrupa Komisyonunun ön onayına sunulacak,
-AMB´nın bono satışları konusunda anlaşmaya varılamadı ve bu konuda yeni çalışmaların AB Başkanlığınca yapılıp 2012 yılı Haziran ayına kadar sonuçlandırılması ön görüldü,
-Özel sektörün AB yardım ve destek fonlarına katkısı (olumsuz Yunanistan örneği nedeni ile de) sağlanamadığı için bu konunun izlenmesine son verildi.
AB´nin geleceği bilinemeyen niteliğini sürdürmeye devam etmektedir. Bu sonuç, 2011 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Prof. Christopher A. Sims tarafından da açıklıkla ifade edildi; (Referans : 8 Aralık 2011 tarihli Euronews TV röportajı ).
Bu arada, bütün bu bunalımın yanı sıra ve ona rağmen, Hırvatistan´ın AB üyeliği onaylandı ve 1 Temmuz 2013 tarihinden itibaren AB´ye tam üye olarak katılması karara bağlandı!………
Bilindiği gibi bu ülkenin AB adaylığı Türkiye´den çok sonra ortaya çıkmıştı. Hırvatistan, AB üyeliği müzakerelerine 3 Ekim 2005´te Türkiye ile aynı zamanda başlamıştı !…

Leave a Reply

Your email address will not be published.