WikiLeaks yayımladı, ‘İslamcı neo-Osmanlı fantezilerine kapılmış’

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu şu sözleri tekrarlarken neşeyle gülümsüyordu: Evet, İsrailli komandolarla Türk İslami eylemciler arasında mayısta Gazze açıklarında yaşanan çatışma, Kaide’nin New York ve Washington saldırılarıyla kıyaslanabilir.
Geçen haftaki Washington ziyaretinde Davutoğlu, “Bir kez daha söylüyorum: Bu Türkiye’nin 11 Eylül’üydü” diye bağırıyordu. 11 Eylül’de 2 bin 900, filodaysa dokuz insan öldüğüne dikkat çekildiğinde, “Sayılardan söz etmiyorum. Türkiye’deki psikolojik şoku anlatmaya çalışıyorum. Vatandaşlarımız yabancı bir ordu tarafından öldürüldü” diye ekledi.
Aslında mesele o kadar da basit değildi. Filodaki Türkler masum siviller değil, çatışma arayan militanlardı; intihar eylemcisi teröristler değil, ilk silahları gözyaşartıcı bomba ve paintball’lar olan profesyonel askerlerce öldürüldü.
Her yerde Türkiye var
Bu nedenle Davutoğlu’nun dile getirdiği asıl mesele biraz kulak tırmalayıcı: Hükümetiyle Obama yönetimi arasında anlaşmazlığın hiçbir gerçek sebebi yoktu. “20 ayı aşkın bir süredir ilişkilerimiz mükemmel. Stratejik müttefikler olarak bu ilişkileri korumamız lazım” diyordu.
Türkiye NATO üyesi, Afganistan ve Irak’taki operasyonlar için hayati öneme sahip ABD askeri üslerine ev sahipliği yapıyor ve Amerikan silahlarının en büyük alıcılarından biri. Peki hâlâ bir müttefik mi? WikiLeaks’in yayımladığı son derece ilginç Dışişleri belgelerinin de gösterdiği gibi, art arda gelen iki ABD yönetiminin cevap bulmaya gayret ettiği bir soru bu. Ilımlı İslamcı AKP’nin sekiz yıllık iktidarı sırasında Türkiye ABD’nin başa çıkmak zorunda kalacağı zorlu 21. asır ilişkilerinin bir nevi modeli haline gelmiş durumda.
Türkiye eskiden Batı’nın çizgisini güvenilir bir biçimde takip eden otoriter bir devletti. Şimdi patlama halinde bir ekonomiye sahip olan bir demokrasi ve büyük jeopolitik hevesleri var. Halk desteğinin gücü Başbakan Tayyip Erdoğan’a ABD’nin İran politikasının altını oymak, Sudan’la Suriye’deki Amerikan karşıtı diktatörlerle yakınlaşmak ve İsrail’i neredeyse düşman haline getirmek için gereken özgüveni sağlıyor. Bütün bunlar olurken Türk birlikleri Kabil’de konuşlanıyor ve Türkiye ordusunun Kürt isyancılarla savaşında ABD’nin yardımına bel bağlıyor.
Commonwealth örneği
Ortadoğu’da hâlâ Mısır’daki Hüsnü Mübarek tarzı muktedirler var; bunlar ABD’nin stratejik çıkarlarını sessiz sedasız desteklerken, çürüyen otokrasilerini modernleştirmeyi reddeden kasvetli güçlü adamlar. Erdoğan bölgede yönlendirici bir güç haline gelmek için bunu fırsat olarak görüyor. Ankara’daki ABD elçiliğinin bu yıl Dışişleri’ne gönderdiği bilgi notunda şu ifade yer alıyor: “Ekonomik başarısının ve gücünün yanı sıra insanların çıkarları için ayağa kalkmaya gönüllü olmasıyla Ortadoğu halkları arasında hayranlık uyandırdığı iddia edilen Türkiye, (demokratik olmayan) rejimleri aşıp ‘Arap sokağına’ ulaşıyor.” İsrail’e yönelik ateşli sözlerin sebebi bu; bu sözler duyguların yanında belli bir hesap kitap üzerinden sarf ediliyor.
Davutoğlu WikiLeaks’in yayımladığı belgelerde bir çeşit anti-kahraman olarak arz-ı endam ediyor; ‘son derece tehlikeli’ ve ‘İslamcı neo-Osmanlı fantezilerine kapılmış’ biri diye niteleniyor. Bu kanaatleri içeren belgeler Davutoğlu’nun Washington’a ayak basmasından birkaç saat sonra yayımlandı; Türk bakan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın özrünü kabul etti, büyütmemek gerektiğini söyledi ve elçiliğin analizinin en azından bir kısmını kabul etti. “Britanya eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu (commonwealth) kurdu” diye hatırlatıyordu bana. Niye Türkiye de Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya’daki eski Osmanlı topraklarında liderliğini tekrar inşa etmesindi ki?
Gerçek Müslüman demokrasi
ABD’nin hızla değişen bu ortağa dair analizinde var olan duygusal savrulmaları takip etmek gayet ilginç. Erdoğan eski Büyükelçi Eric Edelman tarafından ‘otoriter ve yalnız başına karar almayı seven biri’ gibi keskin kelimelerle tarif ediliyor; Edelman’ın halefi James F. Jeffrey Erdoğan’ın ‘İsrail’den basitçe nefret ettiği’ ve bölgesel otorite çabasının ‘dikkat çekici hiçbir başarıya ulaşmadığı’ sonucuna varıyor. Bununla birlikte yazışmalarda Erdoğan’ın siyasi yeteneklerine ve Türkiye’nin Lübnan, Pakistan ve hatta Suriye’deki rolüne dair hayranlık dolu ifadeler de var.
Aslında ‘Arap sokağının’ müstakbel lideri olarak Erdoğan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah gibi rakiplerinden çok daha cazip görünüyor. Neticede Türkiye, Avrupa ticareti ve yatırımına dayanıyor; demokratik bir Irak, nükleer olmayan bir İran ve Afganistan’da başarılı bir NATO istiyor. İsrail’i hâlâ tanıyor. Bu özünde gerçek bir Müslüman demokrasi; yani hem daha zor, hem de bir şekilde eskisinden daha önemli bir müttefik söz konusu.
Jeffrey haklı
Jeffrey derinlikli bir bilgi notunda şunları yazıyor: “Eninde sonunda nüfusu bizim bakış açımızı büyük oranda reddeden bir Türkiye’yle yaşamak zorunda kalacağız. Bu da her meselenin ayrı ayrı ele alındığı bir yaklaşımı ve Türkiye’nin sık sık kendi başına hareket edeceğinin kabullenilmesini gerektiriyor.” Jeffrey şunu da ekliyor: “Mevcut lider silsilesi yıkıcı drama ve söyleme özel bir düşkünlük içinde. Fakat ufukta daha iyi bir seçenek de görmüyoruz ve Türkiye birinci sınıf ‘Batılı’ kurumlar, yetenekler ve yönelimlerle, Ortadoğu kültürü ve dininin karmaşık bir bileşimi olmayı sürdürecek.”
Velhasıl Davutoğlu’nun yüzündeki gülümseme boşuna değildi. Sonuçta Dışişleri yazışmaları yeni Türkiye’nin resmini gayet iyi çıkarmıştı.

Leave a Reply

Your email address will not be published.