Emin Çölaşan: Oldu da bitti maşallah!

Emin Çölaşan-2Sevgili okuyucularım, hepimizin gözleri aydın olsun!.. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı şu 17 Aralık yolsuzluk dosyalarını incelemiş, dosyalarda herhangi bir suç olmadığına karar vermiş.
Hukukta bunun adına “Takipsizlik kararı” deniliyor ve dosyalar rafa kaldırılıyor.
Gerekçesi şöyle:
– Deliller usulsüz toplanmış!..
– İşin içinde örgüt yokmuş!..
– Suç unsurları -rüşvet müşvet- oluşmamış!..
Demek ki o günlerde kamuoyuna yine savcılar ve operasyonlara katılan polisler tarafından açıklanan her şey, şarkılarda olduğu gibi yalanmış.

* * * *

Şüpheliler arasında yapılan telefon konuşmalarının medyaya sızdırılan çözüm bantlarını (tapelerini)
okumuş, ayrıca kendi seslerinden dinlemiştik.
İşin içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, onların çocukları, banka genel müdürleri bile vardı.
– Oğlum şimdi polisler senin evi de basacakmış. Evde kaç para var?
– Üç beş kuruş var babacım.
– Oğlum zaman yok. Tam söyle rakamı.
– Bir trilyon gibi var babacım.
– Şimdi sen gelen polislere diyeceksin ki…

* * * *

– Oğlum evdeki paraları boşalttın mı?
– Boşalttım babacım ama 30 milyon euro kaldı.

* * * *

Yalanların ardı arkası kesilmiyordu! İranlı Rıza güya kendi adamlarıyla konuşuyor, bir bakana verilecek rüşveti tarif ediyordu:
– Bak şimdi, beni dikkatli dinle. 500 bin doları çikolata kutusuna koyacaksın. Sayın Bakan evde değilse hizmetçisi Marina’ya bırakacaksın. Yalnız bak dikkat et, bu sefer Euro değil dolar koyacaksın kutuya… (Euro daha değerli olduğu için aradaki farkı tasarruf etmeye çalışıyor! Gayet normal, ben de olsam aynı şeyi yapardım. Savurganlığa gerek yok.)

* * * *

Halkbank Kapalıçarşı şubesi eski müdürü bankadaki bazı mevduat sahibi müşterilerin paralarını iç edip kendi cebine aktarmıştı.
Müşteriler savcılığa başvurup şikayetçi oldular. Bilirkişi ve savcılık araştırması falan derken iddianame hazırlandı.
İddianamede kimlerin dolandırıldığı yazıyordu. Herkesin açık ismi verilmişti ama bir kişi şikayetçi olmamıştı. Onun adı sadece baş harfleriyle gösterilmişti:
M.G.
İnlerine girdiğimin paralel namussuz çetesi hemen ötmeye başladı:
“Bu M.G., o zaman İçişleri Bakanı olan Muammer Güler. Bankada 600 bin doları uçtu. Bu rüşvet parasıydı. İsmi belli olmasın diye rica etti, savcılık sadece baş harflerini kullandı.”
Masum insanlara, düzgün insanlara nasıl da iftira atıyordu bunlar!

* * * *

17 Aralık operasyonları kamuoyunda bomba gibi patladı. Ortada inanılmaz iddialar vardı.
Güya Bakan Bey’in oğlunun evi polisler tarafından basıldığında bir sürü para sayma makinesi ele geçmişti! Yalandı!
Halkbank genel müdürünün evinde ayakkabı kutuları içerisine istiflenmiş olan milyonlarca dolar rüşvet parası bulunmuştu.
Bunun da yalan olduğu kısa süre sonra ortaya çıktı.
Bay genel müdür o paraları rüşvet olarak değil, imam hatip okulu yaptırmak için toplamış, bankasında tutmak yerine daha güvenli olan evinde saklamayı yeğlemişti.
Çünkü ne olur ne olmaz, bankasında yangın çıkabilir, soyulabilirdi ama evde böyle tehlikeler yoktu.

* * * *

Yalanların ve iftiraların ardı arkası kesilmiyor, kamuoyunda güya her gün yeni bir bomba patlıyordu.
Yok efendim, İran’lı işadamı, bir hükümet üyesine değeri 700 bin lira olan İsviçre el yapımı bir kol saati armağan etmişti.
Sana ne, kime ne, alır mı alır.

* * * *

Vay efendim, o kargaşa ortamında iktidara yakın bazı işadamları ballı ihaleler kapmışlar, polis dinlemesine onlar da takılmış.
İçlerinden biri ihaleyi kapınca ortağı ile konuşmuş:
“Şimdi milletin a’sına koyduk işte.”
Koyar mı koyar, bize ne.

* * * *

Hükümetimiz bu yalan ve fitne sürecine daha fazla tahammül edemezdi.
Gerekeni derhal yaptı ve operasyonları düzenleyen savcılarla birlikte polis şeflerini görevden aldı.
Sonraki aşamada bazıları tutuklandı. Şimdi cezaevlerinde sürünüyorlar.
Yaptıkları çok çirkindi, güya hükümetimizi yıpratacaklardı. Hepsine oh olsun.

* * * *

Ancak benim bu süreçte hiç anlamadığım bir olay oldu. Dört Bakan Bey görev alındı. Oysa bunlar tertemiz insanlardı.
Kendileri veya oğulları rüşvet yememiş, herhangi bir yolsuzluğa bulaşmamışlardı.
Bu inanılmaz haksızlığa karşı kafamda soru işaretleri oluştu:
“Madem öyledir, Tayyip bu zavallı ve masum insanları niçin görevden almak zorunda kaldı?”
Haksızlığa uğrayanlar arasında Trabzon’lu Çevre Bakanı da vardı. İlk günlerin korkusuyla “Ne yaptıysam başbakanın talimatıyla yaptım. Onun da istifa etmesi gerekir. Hem bakanlıktan, hem de milletvekilliğinden istifa ediyorum” demişti.
Ne istifa etti ne bir şey… Eğer karanlık bir işi olsaydı görevden alınmayı bekleyeceğine elbette ki istifa edip giderdi.
Demek ki işlerin genelinde böyle bir durum yoktu.

* * * *

Fakat gelin görün ki muhalefet boş durmuyordu. Bastırdılar, mayıs ayında Meclis’te bir soruşturma komisyonu kurulmasını sağladılar. AKP’li kelle çoğunluğu 17 Aralık yalanlarını çok iyi bildiği için, komisyonu beş aydan bugüne kadar hiç çalıştırmadı. Bir arpa boyu bile yol alınmadı.
Ama şimdi adalet yerini bulacak, az kaldı…
Çünkü bundan sonraki toplantıda AKP’li üyelerden bir öneri gelecek, oylanması istenecek ve oy çokluğu ile kabul edilecek:
“Savcılık dosyalarda adı geçen tüm şüphelileri, Bakan Bey’ler ve İranlı dahil aklamıştır. Dolayısıyla komisyonumuza yapacak iş kalmamıştır.”
Yok efendim rüşvet alıp vermişler, namussuzluk yapmışlar, devletin ve milletin parasını yemişler, yalan ve iftira süreci işte böyle, ha bitti ha bitecek efendiler!
Oldu da bitti maşallah…
AKP erdi muradına, biz çıkalım kerevetine!
Bari hepsinden bir de özür dileyelim, boynumuzun borcudur.

SÖZCÜ

Leave a Reply

Your email address will not be published.