Soner Yalçın: Kapolar

Soner Yalçın-2013-1YAZARLAR-Ölüm dö­şe­ğin­de iken Tur­gen­yev, Tols­to­y’­a yal­va­ran bir mek­tup yaz­dı: “Ya­ra­tı­cı­lı­ğı­nı­zın en ve­rim­li yıl­la­rı­nı dün­ya için bir an­lam ta­şı­ma­yan din­sel ik­ti­da­rın gü­cü için har­ca­ma­yı­nız; ede­bi­ya­ta ge­ri dö­nü­nüz, si­zin ye­te­ne­ği­niz ora­da…”
Tür­ki­ye­’de son 11 yıl­da din­ci ik­ti­da­rın gü­cü için ka­lem oy­na­tan ne çok ya­za­rı­mız ol­du. Ne de­me­li­yiz şim­di bun­la­ra; ne tep­ki gös­ter­me­li­yiz?
Bi­li­yo­rum ki…
Ta­rih; her tür­lü bağ­naz zor­la­ma­la­ra bo­yun eğen­le­re kar­şı
acı­ma­sız­dır.
Yi­ne de bo­yun eğen ya­zar­la­rı iki­ye ayı­rı­yo­rum.
Bi­ri…
Güç, ma­kam, şöh­ret, pa­ra uğ­ru­na hiç­bir şey­den çe­kin­me­yen; ona ula­şa­bil­mek ve onu elin­de tu­ta­bil­mek için her şe­yi gö­ze alan; bu uğur­da önün­de­ki her­ke­si ezip ge­çen; sev­gi, dost­luk, ve­fa, min­net bil­me­yen; sa­de­ce ken­di­ni dü­şü­nen bağ­naz­lar…
Ya­ni: “Ka­po­lar.”
Bizim Kapolar (!)
Nedir; kimdir bu “Kapolar” bilir misiniz?
Naziler, toplama kamplarında kendilerine hizmet edecek tutuklular seçtiler.
Bunlara “kapo” adını verdiler.
Fakat “Kapo”, toplama kampıyla sınırlı değildi; Hitler 1933’te iktidarını perçinledikten sonra Yahudileri belli mahallelerde/gettolarda toplamaya başladı; başlarına da bir Yahudi koydu. Yani Nazilerle işbirliği yapan bir Yahudi. Onlara da “Kapo” deniliyordu…
Yani “Kapo”yu dönek diye geçiştiremeyiz; zalim bir şeytanla işbirliği yapan; tüm değerleri satan “ruhu tutuklu” kişi.
Bizim açımızdan mesele şu:
“Kapo” sadece yazan-çizen değil; kurulan kirli tezgah içinde gönüllü olarak yer alan çete üyesi.
Bilerek, kasıtlı şekilde bilgi kirliliği yaratan kişi.
Gazeteci/köşe yazarı görünümünde psikolojik harp ajanı.
Örneğin:
Odatv operasyonunun başlamasına neden gösterilen bir polis raporu var. Rapora göre, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabını Hanefi Avcı değil, ben yazmıştım! Rapor bu iddiasını basında çıkmış tam 32 yazıya dayandırdı.
Kim mi bu isimler? Alper Görmüş, Yiğit Bulut, Rasim Ozan Kütahyalı, Önder Aytaç… Uzatmayayım.
Aslında benim yazmadığımı çok iyi biliyorlardı. Asıl maksatları kamuoyunu Odatv operasyonuna hazırlamaktı.
Ve polis bu yazıları dayanak göstererek bizi hapse attı.
Yani; aslında “gazeteci” değildiler “Kapo” idiler.
Dönem değişti. Bugün Hanefi Avcı’ya övgü diziyorlar!
Evet; Naziler insanlık tarihinin en büyük zalimliğini yaparken “Kapolar”dan destek aldı. Ve bunu Yahudiler hiç unutmadı.
Peki…
“Silivri Toplama Kampı”na atılan yüzlerce kişi kötülüğün simgesi bizim “Kapoları” unutacak mı? Yargı önüne çıkacaklar mı?
Zaman gösterecek…
Gazetecilerin yargılanması
Ve: İktidarın bağnazlığını görmemiş; yazılarıyla destek vermiş ikinci tür yazarlar var. Onların cezası ne olmalıdır?
Bunlar dün destekledikleri Başbakan Erdoğan konusunda bugün büyük bir kırgınlık yaşıyor.
Peki “hatalarını anladılar” diye “kabul” edecek miyiz?
Yoksa onların da “yargılanmaları” gerekiyor mu?
Türkiye çok sert bir siyasal iklimden geçiyor. Bu nedenle şimdi yazacaklarım, “olayı yumuşatıyor” diye çok kişiden tepki alabilir.
Fakat ben “fikir yanlışlığının” ancak böyle “yargılanması” tarafındayım. Yazayım; Fransa’dan örnek vereyim:
Maurice Barres sıkı bir dönek’ti!..
1918’de Dada Manifestosu yayınlandı. Geleneğe ve estetik beğeniye karşı, bir yandan da gerek dilsel, gerekse ahlaki ya da toplumsal her türlü sisteme karşı bir hareketti Dadacılık.
Duchamp’ın pisuvarı, Picabia’nın tuvalin üstüne mürekkep atması gibi çalışmalar Dada akımının ürünüydü.
Breton ve Aragon gibi Dada’cıları (daha sonranın gerçek üstücüleri) etkileyen isim işte bu Maurice Barres idi!
“Özgür Bir Adam” ve “Berenice’nin Bahçesi” gibi toplumsal yapıların yanlışlığını ortaya çıkaran, kurulu düzeni şiddetli eleştiren ve hatta isyana davet eden kitaplar yazdı.
Ne yazmıyordu ki:
– “Hayata ağzında sövgüyle girmeyen gençler hakkında pek iyi düşünmem.”
– “Yirmi yaşında çok şeyi inkar etmek, üretgenlik göstergesidir.”
Ve fakat:
Gençliğinde başkaldıran, anarşist, sosyalist, ateist Maurice Barres orta yaşından sonra taraf değiştirdi; konformist oluverdi.
Yetmezmiş gibi, Dreyfus davasında gericilerin-muhafazakarların safında yer aldı; Vatanperverler Birliği’ni kurarak entelektüellere savaş açtı.
DADA’cılar işte bu Maurice Barres’i gıyabında yargılamak için mahkeme kurdu. Başkan A. Breton ve iki yardımcısı T. Fraenkel ve P. Deval idi. Savcı ise R. Dessaignes’ti.
Dönek Maurice Barres’in savunmasını L.Aragon yaptı.
Mahkemenin ne karar verdiğini yazmayayım; yanlış yorumlanabilir.
Evet…
Ben ancak böyle “etik” bir mahkemenin kurulmasını arzu ediyorum.
Ve aslında gönül istiyor ki…
Camus ile Sartre polemiği
Keşke…
Şöyle tartışmalar yapabilseydik:
Camus ile Sartre, Fransa’nın Nazilere karşı direndiği günlerde tanıştı. Dost oldular. Ortak noktaları çoktu; faşizm karşıtlığı gibi…
II. Dünya Savaşı sonrasında direnişin parçalanmasıyla farklı politik yollara girdiler.
Camus, Sartre’nin işçi sınıfına eleştirel olmayan esrarlı bir tavırla yaklaştığını söylerken; Sartre de, Camus’un içi boş demokrasi ısrarıyla Batı emperyalizmini gerekçelendirdiğini dile getirdi.
Camus ile Sartre arasındaki polemik 1950’li yıllarda sadece Fransa’da değil, dünya entelektüelleri arasında da rağbet gördü.
Ayrıntıya girmeyelim.
ABD’nin önde gelen solcu isimlerinden Stephen Eric Bronner’in kaleme aldığı “Camus, Bir Ahlakçının Portresi” kitabı var. Okurken, Fransız aydınlarının kendi aralarındaki polemiğe hayran kalıyorsunuz. (Camus ve Sartre dönemindeki tartışmalar için özellikle Simone de Beauvoir “Mandarinler”i mutlaka okumalısınız.)
Biz de ise polemik; gerçeği aramak ve bulmaktan çok, öç almak amacıyla yapılıyor.
Aslında…
Son kararı hep tarihin yüce mahkemesi veriyor…
SÖZCÜ

Leave a Reply

Your email address will not be published.