Macaristan II.Bölüm
Szentendre(2015)
Akşam rahat bir uykudan ve güzel bir kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Niyetimiz sabahtan Budapeşte’yi daha sonra da Szentendre’yi gezmek. Gördüğümüz ilk yapı bir sinagogdu. Rumbach sokağı Sinegogu.1872 Yılında yapılmış. Restorasyon çalışmaları dolayısıyla kapalı. Ama zaten ibadet yeri olarak hizmet vermiyormuş. Daha ziyade sergiler açılıyor, tiyatro oyunları sergileniyormuş. Minareye benzer iki kulesi var.
Yola devam edince, Dob ile RumbachSebestyen caddelerinin kesiştiği yerde bir bina oldukça ilginç mimarisi ile beni şaşırtıyor. Ara sokaklardaki binalar kafeler derken bir hayli yürüdük.
1854-1859 yılları arasında yapılan Budapeşte’deki en büyük Sinagog’un önündeyiz. Dohany sokağının Sinegogu. Franz Liszt ve Camille Saint-Saens burada org çalmışlar. Burası Yahudilerin yerleştiği bir bölgeymiş. Yani getto. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar burayı radyo istasyonu ve ahır olarak kullanmışlar.
Avrupa’nın en büyük, dünyanın ikinci büyük Sinegogu. Şimdilerdeburada konserler festivaller yapılıyormuş. Herhâlde çekilen acılar biraz olsun hafifletilmek isteniyor.
Bahçesinde savaş sırasında öldürülen Yahudilerin mezarları bulunuyor. Ayrıca bahçede çok hoş bir ağaç heykeli var. HeykeltıraşImreVarga’nın eseri. Her yaprak ölen bir Yahudi’yi simgeliyor.
Karşıda eski bir apartmanın penceresinden yaşlı bir kadın dışarıyı seyrediyor. Her eski evde böyle bir baş görebiliyorsunuz. Belli ki evlerinde kalan yaşlılar. Bu beyaz saçlar eski yapılarla uyum içinde.
Binalar siyah, pembe, sarı o kadar güzel renklerde ve detaylı ki hangi birinin fotoğrafını çekeyim diye tereddüt ediyorum. Genelde eski ve restore görmemiş. Çok satılık levhası asılı.
Felsefe fakültesi o kadar güzel bir bina ki. Burada felsefe okumak kim bilir ne zevklidir.
Ulusal Müzeye varıyoruz. Bahçesinde güzel bir sergi ve bir heykelvar. İlgimi çeken terastaki banklar. Müzenin içi saray gibi.
Bahçede Macar şair JanosArany’nin heykeli yükseliyor. Budapeşte müzeler diyarı. Gez gez bitmiyor. Astoria otelinin bulunduğu Astoria durağından metroya biniyoruz.Budapeşte’ de metro oldukça eski. İlk hat 1896 yılında açılmış. Avrupa’nın en eski metrosu.70 li 80 ‘li yıllarda 2. ve 3.hat açılmış. Bir dördüncüsü de yapım halinde. Bileti aldıktan ve makinaya onaylattıktan sonra yürüyen merdivenlerin başında duran iki görevli biletinizi kontrol ediyor.
Devam edip Szentendre’ye gideceğiz ama bir durak metroda çalışma olduğu için Batthany metro durağında inip otobüse biniyoruz. Durakta göze çarpan Sainte – Anne Katolik Kilisesi ince işlemeleriyle çok zarif duruyor. Durağının karşısında market diye geçen bina ise saati ve tuğlalarıyla güzel bir yapı.
Otobüs ile gittikten sonra Hev ile devam ediyorsunuz. Banliyö treni. Fakat Szentendre şehir dışında olduğu için gelen görevliden tekrar bilet alınıyor Metro bileti burada geçerli değil. Biletler çok ucuz. Hev’den inince kendinizi aşırı bir sakinliğin ortasında buluyorsunuz. Merkeze ulaşmak için bir on dakika yürümek gerekiyor.
Szentendre Budapeşte’ye 25 km mesafede, minik pitoresk bir kasaba. Tuna Nehri’nin kıyısında. Antik bir ortaçağ şehri. “Sanatçılar Şehri” diye tanınıyor. Çok fazla sanatçının burada yeri var.
Oldukça turistik. Bence Macaristan’a göre çok pahalı. İzmir’in Çeşmesi-Alaçatı misali. En çok Türk turisti burada gördüm. Hatta o kadar ki birçok dükkân sahibi üç beş kelime bile olsa Türkçe öğrenmiş. Türklerin açtığı dükkânlar da var. Sanki Ege kıyılarında bir kasaba. Pazarlık yapmak mümkün.
Ana caddenin ortası boyunca stantlar kurulu. İncik boncuktan yiyeceğe kadar her türlü şey satılıyor. Dikkatimi çeken sanatçıların kendi yaptıkları ürünleri satmaları. Girişteki turizm bürosu size buranın tarihi yerlerini gösteren bir harita veriyor. Osmanlının Macaristan’ı kuşatması sırasında onlardan kaçan Sırpların bu köye sığındıkları söyleniyor.
SzittyaPita – KemencesKenyerlangoes. Burada pizza yapılıyor. Hem ucuz hem de leziz. Arka tarafta güzel bir de bahçesi var. Karnımız acıkıyor.
Sokağın ortasındaki stantta yemek pişiriliyor. Çevredeki koltuklara oturup yiyebiliyorsunuz. Pek ucuz değil ama çok beğendim. Çok renkli bir sokak. Ve çok kalabalık.
Marcipan Müze. Burası ilginç. Bademşekerini her şekilde yapıyorlar. Macaristan’ın simgesi haline gelmiş. Ben çikolata kaplı olanından yedim. Çok lezzetli.1935’ten beri yapılıyormuş. Pek ucuz değil. Ortadaki haç vebadan ölenlerin anısına dikilmiş. Hava değişti ve yağmur başladı. Aniden sırılsıklam olduk. Gezebilmek için yağmurun dinmesini bekledik.
Dükkânları geze geze Tuna’ya doğru yürüdük. Tuna kıyısında çok güzel kafeler var. Bir tanesine oturup
(CaféChristine) hem yağmuru seyrettik hem de o güzel tatlılardan yedik.
Kıyıdaki banklar belli ki sanatçılar tarafından boyanmış. Hepsi birbirinden güzel. Renkler, desenler. İnsan herhalde burada uzun ve keyifli bir zaman geçirebilir. Sanat ve doğa içiçe.
Budapeşte’ye dönüyoruz. Bugün tarihi Géllertfünikülerine binmek istiyoruz. Zincirli Köprünün tam karşısında yine bu köprünün mimarı Adam Clark tarafından yapılmış Buda Tünelini görüyoruz.1853-1857 Yılları arasında yapılan bu tünel önce yaya trafiğine açılmış ve daha sonra da araç trafiğine. Buda Kalesinin tam altında. Buda tepesi civarı bu bölgenin ilk yerleşim alanları. Buraları Unesco Dünya Mirasları arasında.
Buda kalesi ya da şatosuna GéllertFüniküleri ile çıkılıyor. Özel yapılmış demir kızaklarda hareket ediyor ve Buda şatosu ile Sandor Sarayı arasında.1870 ‘te yapılmış. O zamanlar tepeye çıkmak için kullanılıyormuş. II. Dünya savaşı sırasında şehrin diğer yapıları gibi burası da bombalanmış. İlk yapıldığında buharlı makinayla çalışıyormuş. Daha sonra 1985 yılında yeniden yapılmış ve elektrik ile çalıştırılmış. Şimdi sanıyorum sadece turistleri taşıyor. Binebilmek için uzunca bir kuyruk beklemek zorunda kalıyorsunuz.
Gidiş biletimizi aldık ama dönüş için bilet almadık. Zira yayan inmeyi düşünüyoruz. Tepede bizi muhteşem bir manzara karşıladı. Köprüleri tarihi kiliseleri ünlü Parlamento binasıyla şehir ayaklarımızın altında.
Buda şatosunun kapısından girdiğinizde hemen solda Budapest Terrace Kafe sizi davet edercesine bekliyor. İyiki oturmuşuz. Manzara ve şato kahvenin eşliğinde mükemmel.
Macaristan Ulusal Galerisi’nin bahçesinde dolaşıyoruz. Buda şatosunun hemen yanında yer alan galeri oldukça ihtişamlı. PrensEugene de Savoie(1663-1736)’nın atlı heykeli o kadar detaylı o kadar ince işlenmiş ki…
Galerinin bahçesinde Macar heykeltıraşMiklosLigeti’nin Tünde adlı heykeli elma veren bir kızı simgeliyor ve oldukça gerçeğe yakın.
Galerinin duvarındaki plaket dikkatimi çekiyor. Üzerinde ünlü Avusturyalı kompozitör Joseph Haydn yazıyor.” DieSchöpfung” (Yaradılış) oratoryosunu burada bir yaş günü kutlaması için seslendirmiş. Plaket bunun anısına. Şehirde birçok yerde ünlü kişiler anısına asılmış mermer plaketleri görmek mümkün.
Restore edilmiş kale duvarları arasında aşağıya indiğimizde VarkertBazar’a ulaştık.
Biraz heyecanlıyız. Bu akşam Devlet Macar Halk Dansları(NemzetiTancszinhaz) gösterisine bilet aldık. Bilet satan bayan bizimle Türkçe konuştu. Şaşırdık. Birkaç kez Türkiye’ye gelmiş.
Seyirci olarak fazla turist yok. Gösteriyi Macarlar seyretmeye gelmiş. Bina çok modern ve güzel. Tavanlar yüksek. VarkertBazar’ın içinde. Dış cephenin tamamen klasik olmasına karşın içerisi ultra modern. Biraz değişik bir şey başımıza geldi. Modern tuvaletlerin kapılarının arkasındaki yazılar çok ilginçti. Osmanlı’dan da söz ediliyordu. Buda kalesinin kuşatılmasından.
Tam zamanında salona girdik. Yerler numaralı değil. Önce Macarca bir konuşma ile oyunlar anlatıldı ve daha sonra gösteri başladı. Muhteşem. Dansçılar performanslarını hiç düşürmeden muhteşem bir gösteri sergiledi. Sonunda seyircilerle birlikte dans edildi.
Çıkışta gösterinin sarhoşluğu ile yürüdük. İngiltere kraliçesi Elizabeth’in heykelini gördükten sonra köprüyü geçerek otelimize döndük. Dünyanın her yerinde kraliçenin ya heykeline ya da resmine rastlamak mümkün. Bir gün daha bitiyor güzel anılarla…