Bugün Tiflis civarındaki güzel yerleri keşfetme zamanı. Şoför bizi bırakmak istemedi. İyi de anlaştığımız için bugün de onunla seyahat etmeye karar verdik.
Bu geziye çıkmadan önce araba kiralayıp Gürcistan’ı öyle dolaşmak istemiştik ama iyi ki de öyle yapmamışız. Hem yazıları anlamıyoruz, hem de bir şey sormak istesek, halkın çoğu kendi dilleri dışında sadece Rusça konuşuyor. Yollar fena değil ama tabelalar son derece yetersiz. Kilometrelerce gidiyorsunuz, en ufak bir işarete bile rastlamıyorsunuz. Döner kavşaklarda hangi yöne gideceğiniz belli değil. Sürücüler trafik kurallarına pek uymasalar da yaya geçitlerinde duruyorlar.
İlk ziyaret edeceğimiz yer Gürcistan’ın doğusunda, verimli topraklara sahip, bağcılık ve şarapçılığın beşiği olarak bilinen, Kakheti Bölgesindeki Alazani vadisi. Azerbaycan sınırına çok yakın. Kat edeceğimiz mesafe 90km ama kısa sürede varırız diye düşünmek yanlış. Sürat yapmak mümkün değil. Hız sınırları çok düşük ve aştığınız takdirde hemen ceza kesiliyor.
Yavaş yavaş ilerliyoruz. Şehirden çıkmadan, devasa modern bir anıt görüyoruz. Ne olduğunu anlamak için iyice yaklaşmak gerekiyor. 2009’da inşa edilen yukarıya doğru incelen rastgele yığılmış gibi gözüken mermer fayans ve camla kaplı Kahramanlar Anıtının üzerinde, 1921’de Kızıl Ordu’ya karşı savaşırken ölen Gürcü askeri öğrencilerin, 1924’teki Sovyet karşıtı isyanın ölen liderlerin ve 1992-1993’te Abhazya’daki askeri eylemlerde ölen kahramanların adları yazıyor. Anıt Tiflis’teki modern, çoğunlukla cam malzeme kullanılarak yapılmış şeffaf yapıtları tamamlar biçimde.
Biraz daha gidince 795 yılındaki bir savaşta şehit düşen üç yüz Gürcü asker adına yapılmış anıt, yol üzerinde otobüs durağının hemen arkasında yer alıyor. Taş blok hafif kabartma şeklinde çizilmiş savaşçı rölyefleri ile dikkat çekiyor. Kakheti Otobanına varmadan önce şehre hâkim tepelerden birinde yükselen ilginç, kocaman yapıyı gelip geçerken birkaç kez fark etmiştim. Şoföre sorduğumda düğün sarayı olduğunu söylemişti. Binanın öyküsü şöyle: 1924-1999 yılları arasında yaşamış yetenekli Gürcü Mimar Victor Djorbenadze tarafından tasarlanan yapı birçok mimari özellik taşıyor. Ritüeller Sarayı olarak düşünülen bu değişik modern yapının tam ortasındaki merkez kulede yukarıdan aşağıya doğru sıralanmış bir dizi çan bulunuyor. Binanın, planının erkek ve kadın anatomisinden yola çıkılarak yapılması Dünya’da bir ilki yansıtıyor. Tiflis’teki hiçbir yapıya benzemiyor, oldukça etkileyici. Kakheti otoyolu ile havaalanına giden yol kavşağında “İnsan ve Güneş” Anıtı yükseliyor.
Artık Tiflis’ten çıkıyoruz. Yolda su almak için durduğumuzda eski eşyalar, yedek parçalar, daha doğrusu ne bulmuşsa satan bir adama rastlıyoruz. Dükkânını özenle açıp, yerleştiriyor.Patardzeuli köyünden geçiyoruz. Burada eskiden kümes hayvanları fabrikası varmış. Girişte köprü ayağı gibi taş bir kaidenin üzerine oturmuş, demirden horoz yoldan geçenleri seyrediyor. Bir tuz gölünden geçiyoruz. Engin bozkırlarda inekler, koyunlar karınlarını doyuruyorlar. Epeyce bir yol çalışması yapıldığı için güzergâhımızı ancak sora sora bulabiliyoruz. Udabno ( Gürcü dilinde çöl anlamına geliyor) köyüne varıyoruz. Tiflis’e 50 km mesafede ama ancak üç saatte gelebildik. Tam olmasa da yarı çöl olan Gareji’nin ortasındaki köy, nerdeyse terk edilmiş gibi gözüküyor. Azerbaycan sınırına uzaklığı sadece10km.
Sanki bir hiçliğin ortasında gibiyiz. Sonunda yolun sağında bir yamaçta, uçurum kıyısında kayalar arasına yerleşmiş, UNESCO Dünya miraslarında yer alan David Garedja Manastırlarının kulesi gözüküyor. Girişte oturup soluklanacak bir kafeterya ve papazların imal ettikleri şarapları satın alabileceğiniz küçük bir dükkân bulunuyor.Buranın temeli, VI. yüzyılın ilk yarısında on üç Süryani Babadan biri olan keşiş Aziz David tarafından atılmış. Öğrencisiyle birlikte Garedja çölünün ortasında küçük bir mağaraya yerleşen keşiş kısa süre sonra orada ilk manastır, David Lavra’yı kurmuş. Cemaatin büyümesiyle birlikte birkaç yüzyıl sonra yaklaşık 12 mağara manastırı daha oluşmuş. Kiliseler, yemekhaneler, tarımsal amaçlı teraslar inşa edilmiş ve keşişler kumtaşı kayalara oyulmuş hücrelerde yaşamışlar. Yapılar arasında tahta yürüyüş yolları bulunuyor. Tabii sürekli tırmanıyorsunuz. Manzara muhteşem. Yeşillikler içindeki bahçede bir mezar taşı göze çarpıyor. Tarihte Gürcü kralları tarafından büyük ölçüde finanse edilen bir fresk ressamları okulunun da burada bulunması, en eskisi VIII. yüzyıla kadar uzanan bazı benzersiz duvar resimlerinin yapılmasının da nedeni olmuş.
Kompleks yaklaşık 20 kayaya oyulmuş manastır topluluğundan meydana geliyor. Ana manastır, Gürcistan ile Azerbaycan’ı ayıran dağın yamacında yer alan Aziz David Lavra. Manastırlardan ikisi halen faal durumda. David Garedja, Gürcistan tarihinde özel bir yere sahip ve National Geographic dergisine göre Manastır Kompleksi dünyanın en vahşi ve en güzel yerlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Çıkışta uçurum kenarında gökkuşağı tepeleri manzarası eşliğinde poz verebilmek için ziyaretçiler birbirleriyle yarışıyorlar. Gerçekten vahşi manzara ürkütücü ama inanılmaz bir güzellikte. Yola devam. Betonarme iki katlı, teraslı, boyaları tamamlanamamış, doğal gaz borularının yüzey duvarlarının üzerinden havadan geçtiği kırmızı çatılı yeşillikler içinde köy evleri değişik görüntüler sergiliyorlar. Üzüm bağlarını işaret eden kahverengi tabelalar, yüksek Selvi ağaçları gölgesinde keyifli bir yol.
Gürcistan’ın birçok yerinde özellikle pazarlarında sıkça rastlanan, geleneksel mum şeklinde tatlı “curchela” çeşitlerin bulunduğu bir dükkâna giriyoruz. Bizim cevizli sucuk, “Pestil ve Köme” miz. Üzüm, fındık ve undan yapılan tatlı, içine badem, ceviz, çikolata konularak bir ipe geçirildikten sonra üzüm suyu ya da dut gibi başka meyvelerin suyuna batırılıp sosis şeklinde kurutulmasıyla yapılıyor. İplerden sarkan rengârenk tatlılar. Gürcistan’a ait küçük hediyelik eşyalar, bal, baharat, Gürcü Brendisi, şarap satılıyor.Saati iki yaptık karnımız acıktı. Ağaçların arasında kendi ürünlerini satan dağ köylülerinin kurduğu tahta masalarda öyle güzel karnımızı doyurduk ki tadı hala damağımda. İri yarı Gürcü bayan bir çeşit tulum peyniri olan Guda’dan kocaman bir parça kesip, doğal domates ve buram buram kokan Tonis Puri (Gürcülerin tandır ekmeği) eşliğinde veriyor. Nefis mi nefis. Peynirden satın almak istiyoruz ama bu uzun seyahatte koruyamayacağımızı düşünerek vaz geçmek zorunda kalıyoruz.
Kakheti bölgesinde gezmeyi sürdürüyoruz. Alazani vadisi ve Kafkasya dağları manzaralı, yüksek bir tepeye kurulmuş, minik masalsı kasaba (Sighnaghi) Siğnaği’ni göreceğiz. Kasaba tarihi surların çevrelediği yeşillikler içinde, Gürcistan’da âşıklar şehri diye ünlenmiş bir yer. Alazani, ülkede şarapçılığın en eski ve en iyi yapıldığı, üzüm bağlarıyla ünlü vadi. XVIII. yüzyılda Gürcü Kralı II. Erekle kasabayı dış saldırılardan korumak amacıyla, 23 kule ve 6 kapıdan oluşan 4 kilometrelik surla çevirerek adeta bir sığınak inşa etmiş. Siğnaği koruma altına alınmış ve epeyce bir restorasyon görmüş, binalar onarılıp boyanmış ancak geçmişin mimarisine sadık kalınmış. Gene yol çalışmaları nedeniyle bir türlü girişi bulamadık. Sonunda Arnavut kaldırımlı yoldan giderek kasabanın meydanına vardık. Birkaç basamakla çıkılan Bebrebis Parkında ulu ağaçların gölgesindeki bankta oturarak soluklandık. Bir şarkıcı hafif hafif, müzik eşliğinde Gürcü dilinde şarkılar söylüyor. Harika bir ortam. Parkın duvarına yapılan bir kabartma Gürcü tarihini anlatıyor.
Siğnaği’ni savunmak için ölen askerlerin anısına yapılmış. Parkın içinden, surların geçtiği kasabanın o güzel manzarasını görmek üzere dik merdivenlere tırmanıyoruz. Buradaki tarih müzesi, ne yazık ki kapalı. Alazani vadisi muhteşem gözüküyor. Siğnaği’nin renkli evleri, yeşilin bin bir tonu engin büyüleyici vadi. Bol bol fotoğraf çekiyor bu anı ölümsüzleştiriyoruz. Arka taraftaki terasta yine bir Tamada heykeli bulunuyor. Elinde Kantsi’siyle oturan, Tiflis’ten sonra bizim rastladığımız ikinci Tamada heykeli ama Gürcistan’da başka yerlerde de bulunduğu söyleniyor, ben üçüncüsünü Kutaisi’de Colchis Çeşmesinde gördüm. Parkta Kakheti bölgesinde doğan Gürcü filozof, gazeteci, tarihçi, edebiyatçı, Solomon Dodashvili ‘nin (1805-1836)anıtı yükseliyor. Parkın diğer kapısından çıkıp Siğnaği’ni nasıl gezebiliriz diye düşünürken kendimizi iki kişiyi gezdirmek üzere tasarlanmış bir motosikletin sürücüsü ile pazarlık ederken buluyoruz. Anlaşılan buraya çok fazla Arap turist geliyor. Türk’üz deyince başlıyor Arapça konuşmaya. Her ne kadar biz bu dili konuşmuyoruz desek te o yine devam ediyor. Neyse biniyoruz. Önce surlardan bir parçanın sergilendiği tepeye çıkıyoruz.
Ardından kasabanın iç kısımlarında dolaşıyoruz. Arada açıklamalar dinliyoruz. Aziz George Kilisesi, surlar, kapılar, adeta uçarak geziyoruz. Arnavut kaldırımlarında hoplaya, zıplaya, daracık sokaklardan geçiyoruz. Gürcistan’ın seyahatimiz boyunca çok az yerde gördüğümüz, turiste karşı ısrar ve yüksek fiyatlarla burada rastladık. Kasabadan ayrılmadan vadiye bakan kısmın kaldırımında eşeğine binmiş giden bir şifacının heykelinde duruyoruz. İnce narin yapısıyla bir elinde çanta diğer elinde şemsiye hastaları iyileştirmeye gidiyor. Araştırdım ve bu doktorun aslında Gürcü sinemasının “Ağlama” adlı filminin kahramanı olduğunu öğrendim. Heykel sembolik olarak yapılmış. Gürcistan’da heykellerin hep bir hikâyesi var. Tepede, turistik yerlerde moda olan kalp şeklinde, manzaraya karşı kurulmuş salıncakta poz vermeyi ihmal etmedik.
Siğnaği’den ayrıldıktan kısa bir süre sonra Alazani Vadi manzaralı Gürcülerin kutsal Bodbe Manastırına vardık. Vadiye doğru yayılan çok büyük bir alanda kurulmuş manastır Selvi ağaçları, çiçekler, rengârenk bahçesiyle, huzur veriyor. IX ve XI yüzyıllar arasında ilk bazilika inşa edilmiş. Daha sonraları epeyce değişiklikler, ilaveler yapılmış. Anlatılanlara göre IV. yüzyılda o zamana kadar Pagan inancında olan Gürcistan’da, Hz Meryem Hristiyanlığın öğretilerini yayma görevini Kapadokyalı kadın Aziz Nino’ya vermiş. Ayrıca eğik kolları olan hacını da rüyasında ona emanet etmiş. Haç, Gürcistan Ortodoks Kilisesinin en büyük sembollerinden biri olarak kabul ediliyor. Aziz Nino Haçı, Tiflis’teki Sioni Katedraline ulaşana kadar birçok ülke dolaşmış. St. Nino’nun naaşı ise halen bu alandaki küçük bir şapelin içerisinde. Bağımsız bir çan kulesi renkli işlemeleri ve büyüklüğü ile dikkat çekiyor.
Akşamın çökmesine çok az bir zaman kala Tsinandali’ye varıyoruz. Küçük bir köy olan bu güzel yerde Gürcistan’da Romantizm kurucusu Prens Alexander Chavchavadze ve ailesinin yaşadığı yazlık malikâne müze haline getirilmiş ve gerçekten görülmeye değer. Prens zamanında burayı ülkenin kültür merkezi haline dönüştürmüş. Yapı bir İtalyan mimar tarafından çizilmiş. Şimdi peyzaj mimarili bahçede tarihi bir şarap imalathanesi ve mahzeni, otel ve yemek mekânlarını bulunuyor. Bahçe, egzotik bitkileri ve düzeniyle harika gözüküyor. Efsaneye göre âşıklar bahçedeki “Aşk Yolu’nda gözleri kapalı yürüyebilirlerse ömür boyu mutlu olurlarmış. Gürcistan’da şarap ilk kez Tsinandali şaraphanesinde şişelenmiş. Prens Alexander’ın, Vintage şarap koleksiyonu, en eskisi 1814 tarihli olmak üzere 15.000’den fazla şişeden oluşmaktaymış. Halen, 2008 yılından beri Kompleks, “Silk Road Group” tarafından işletiliyor.
Tiflis’e dönüş için 100 km’den fazla yolumuz daha var. Ormanın içinde ilerliyoruz. Saat akşamın sekizi oldu. Zifiri karanlık. Tek bir ışık bile yok. Dağ yolunda viraj çok fazla ve yer yer çalışmalar olduğu için yol aniden tek şeride düşüyor. Dikkatli sürmek gerekiyor. Birden çok şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. O kadar şiddetli ki göz gözü görmüyor. Ne kadar yavaş gitsek te olmuyor. Arkasından dolu da işin içine girdi. Dolu taneleri ceviz büyüklüğünde. Adamcağız arabası mahvolacak diye kaygı içinde. Bir yere park edelim araba korunur diyoruz ama öyle bir yer yok. Doğru yolda olduğumuzdan bile emin değiliz. Ne bir tabela, ne bir ışık. Fırtınanın şiddeti ile ağaçlar yollara devrilmiş. Polis gelmiş, nereden ana yola çıkarız diye soruyoruz. Hiçbir şekilde yardımcı olmuyor. Bu arada küçük bir köy bulunca seviniyoruz. Hele birileri Türkçe konuşunca umudumuz daha da artıyor. Meğer Azerilermiş. Bize yolu tarif edip, sohbet ediyorlar. Sonunda zar zor yönümüzü buluyoruz. Ancak gece 11.00 civarında Tiflis’e varabiliyoruz. Bir günde dört mevsimi yaşamak bizi perişan etti. Yarın Kutaisi’ye gideceğiz. Başka biri ile seyahat etmek istiyoruz ama şoför ben götürürüm diye ısrar edince ertesi sabah 9’da buluşmak üzere ayrılıyoruz. Acil bir şeyler yedikten sonra günün yorgunluğu ile hemen uykuya dalıyoruz.