Beste Serim Erbak: Kafkasya Ülkesi Gürcistan 2023 კავკასიის ქვეყანა საქართველო 2023 წ Siğnaği’dan “Kafkasya’nın İncisi”Borjomi’ye… Gori

Yeni bir gün, yeni yerler için hazırız.

Bu arada otelin restoranında yemek yerken köşede Gürcü ürünlerin bulunduğu küçük bir masa dikkatimi çekti. Üzerindeki örtüyü çok beğenip resepsiyondaki bayanlara nereden alabilirim deyince onlar biz internetten sipariş verelim, gelince ödersiniz demişlerdi. Ama ne yazık ki zaman yetmedi. Lurji Supra diye adlandırılan pamuklu kumaş üzerine baskı desenleri yapılmış çivit mavisi ve beyaz bir örtü. Geleneksel bir ürünmüş. Almak kısmet olmadı. Tiflis’ten ayrılmadan önce Gürcistan Bankasının değişik binasını görmek istiyoruz. Bir uzay şehri yapısıymış gibi yükselen binanın mimarları George Chakhava ve Zurab Jalaghania. İnşaat 1975 yılında tamamlanmış. Bina beş yatay, iki katlı yapı bloğundan oluşuyor. Sanki üst üste yığılmış izlenimi veren iç içe geçmiş bloklar yerden yüksekte yer alıyorlar. Modern mimarinin değişik bir yansıması. Ritüeller sarayından sonra gördüğüm ikinci orijinal yapı. Yaklaşık 20 km kadar daha gittikten sonra, M.Ö 3. ve 5. yüzyıllar arasında Kartli Krallığı’na başkentlik yapmış, Mtskheta’yı tepeden seyreden, kayalık bir dağın zirvesinde, Jvari Kilise ve Manastırına (Cvari Kutsal Haç Manastırı ) varıyoruz. Gürcistan’da 4.yüzyılda Hıristiyanlık kabul edilince, önceleri paganların barınağı olarak bilinen bu tepeye Kral Mirian, büyük bir tahta haç diktirtmiş. Daha sonraları bu tahta haçın etrafı çevrilerek küçük bir kilise inşa edilmiş. I. Stepamoz ise günümüzde Jvari manastırı olarak bilinen manastırı yaptırtmış. Yoldan yukarıya doğru geniş merdivenleri çıkıyoruz. Girişteki tanıtım yazısı harap olmuş, okumak imkânsız. Hala restorasyon çalışmaları devam ediyor. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan manastır, Kura (Mtkvari) ile Aragvi Nehirlerinin buluştuğu noktayı kuşbakışı seyrediyor. Bir tarafta Trialecki Dağları, diğer tarafta Saguram Dağları ile çevrili. Burası Gürcü Ortodoksların haç yeri olduğundan aşırı bir kalabalık var. Gelenler bu güzel yerin çevresinde poz verebilmek için adeta köşe kapmaca oynuyorlar. Hafif esen rüzgâr da fotoğraflara hareketlilik katıyor. Manastırın arka tarafından aşağıya bakıldığında, Tiflis’ten Rusya sınırına kadar uzanan Askeri Karayolu ip gibi gözüküyor.

Rusya’nın Gürcistan’ı işgali sırasında Rus birliklerin tarafından kullanılan bu yol boyunca, yaşanan çatışmalar nedeniyle, Karayolu “Mezar” diye anılıyor.
Manastırın içi orijinal fresk ve mozaiklerle kaplı. Haç şeklinde mimari bir yapı sergiliyor. Jvari, Kafkasya’daki kubbeli mimarinin başyapıtı olarak
kabul ediliyor. Kilisenin cepheleri taş kabartmalarla süslü. Manastırdaki yazılar, artık sadece din adamları tarafından kullanılan eski Gürcü alfabesiyle yazılmış. Jvari’de tepeden gördüğümüz, bir zamanlar İberya Krallığına başkentlik yapmış, Dünyanın en eski şehirlerinden, ilk yerleşim tarihi MÖ 1000 olan kadim şehir Mtsheta’yı dolaşmak için sabırsızlanıyoruz. Halen Gürcü Ortodoks Kilisesi’nin genel merkezi ve Patrik’in ikametgâhı olan Mtsheta, Gürcü Ortodoks Kilisesi tarafından “Kutsal şehir “olarak ilan edilmiş. Ortaçağ Gürcistan’ının havasını solumaya, Arnavut kaldırımlı dar sokaklara giriş yaparak başlıyoruz. Taşıtın girmediği yollarda yürümenin keyfini süreceğiz. Hemen girişte hediyelik eşyaların satıldığı minik rengârenk dükkânlar oldukça turistik bir yere geldiğimizi işaret ediyor. Öğle yemeğimizi burada yiyelim istedik. Şoförümüz olmaz, burası çok pahalıdır dese de biz onun önerdiği yere gitmeyip, hemen soldaki yerel yemeklerin yapıldığı restorana “Qartuli Ezo” adlı restorana daldık. Ve tabii sonuç yüklü bir hesap. Alanya’nın turistik mekânlarına benzer bir yer. Gürcüce dışında, menüde Rusça ve İngilizce açıklamalar var. Yemekler fena değil. Karnımızı doyurur doyurmaz gezmeye başlıyoruz. Üzüm prinasından yapılan oldukça sert bir likör olan Çaça (Chacha),şarap, antik Gürcü Khantsi içme boynuzları, madalyalar, madeni paralar, pullar, magnetler, binbir çeşit kürkler, halılar, örtüler, takılar, koca kalpaklı minik Gürcü bibloları satan dükkânları seyrede seyrede ilerliyoruz. Kahramanmaraş dondurmacısını görünce hemen sohbet başlıyor. Türk kahvesi yapan küçük bir yer de buna ilave olunca tamam Türkler buralara da yerleşmiş diyoruz. Sağ tarafımızda yine başka bir UNESCO Dünya mirası, erken Ortaçağın başyapıtlarından biri olan Svetitshoveli Katedralinin  (Yaşayan Sütun Katedrali), kalın yüksek bahçe duvarları başlıyor. 1029 yılında yapılan katedral kale gibi çok büyük bir alanı kaplıyor. Taş oyma sanatının ustaca kullanıldığı katedralin içinde Tiflis’in kurucusu Vakhtang Gorgasali gibi Gürcü hükümdarların mezarları bulunuyor. Bu yapıya ait olan birçok efsaneden en önemlisi İsa’nın Cübbesi hikâyesi: Yahudi rahibin kızları Sidonia ve Elioz hakkında. Anlatılanlara göre Hz İsa çarmıha gerildiğinde Kudüs’te bulunan Elioz peygamberin cübbesini alarak Mtsheta’ya getirir.

Kız kardeşi Sidonia cübbeyi Elioz’dan alır ve ona dokunduğu anda İsa’nın ölümüyle ilgili çektiği acıyı hisseder ve o anda ruhunu teslim eder. Cübbeyi elinden bırakmayan Sidonia onunla birlikte gömülür. Kral Mirian’ın emriyle Sidonia’nın mezarı üzerinde yeşeren, insanları iyileştirdiğine inanılan, devasa sedir ağacı kesilip yedi sütuna dönüştürülür ve kilisenin temelleri atılır. Kilisenin “Hayat Veren Sütun” yani “Svetitshoveli” ismi buradan geliyormuş. Girişte, ziyaretçileri gezdirmek için bekleyen beyaz atlı arabalar, poz vermeye hazır, yüz kısımları boş bırakılmış, Kafkas milli kıyafetleri içinde, gelin ve damadı gösteren ayaklı pano, koca meydana yerleşmiş. Çok kalabalık.Kasabadan ayrılıp Gori’ye doğru yol almaya başladık. Bu şehir itilaflı bölge Güney Osetya’ya yakın. Gürcistan bu özerk cumhuriyeti tanımıyor ve burayı Kartli bölgesi olarak kabul ediyor. Eğer biraz daha ilerler ve Güney Osetya’ya girersek tekrar Gürcistan’a dönmede sıkıntı yaşanır. Saat iki civarında şehir gözüktü. Shida- Kartli bölgesinin merkezi olan Gori şehrinin kuruluşu 1100’lü yıllara dayanıyor. Yüksek bir tepeye yerleşen şehir adını Rusçadan alıyor. Gori, Rusçada “Tepe” anlamına geliyormuş. Bir zamanlar Sovyet Rusya lideri olan Josef Stalin’in doğduğu yer. Bir dönem tam bir endüstri merkeziymiş. Sovyetler yıkıldıktan sonra ülkedeki birçok yer gibi burada da ekonomik bir çöküş yaşanmış. Gürcistan’ı gezerken boş terkedilmiş, paslı demirler ve malzemelerin yığılı olduğu fabrikalara sıkça rastladık. Artık çalışamaz durumdalar. Geniş caddeler, Sovyet tarzı binalar ile eski devirlerin izleri fark ediliyor. Tepeyi çevreleyen Gori kalesinin surları rahatlıkla görülüyor. Şehre gelme amacımız Joseph Stalin (1879 -1953) Müzesini ziyaret etmek. 1922’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin genel sekreteri olan Stalin 1924 yılında Lenin’in ölümü üzerine partinin ve ülkenin başına geçmiş. Müze 1937 yılında yapılmış. Saray görünümünde olan binada Rus mimarisi en ince detayda bile kullanılmış. Müze geniş ve bakımlı bir bahçenin içinde yer alıyor. Kapıda Stalin magnetleri satılıyor. Fotoğraf çekmemi istemediler. Tavanlar yüksek. Stalin’in çocukluğundan ölümüne kadar tüm hayatını anlatan fotoğraflar, belgeler ve diğer eşyaları sergileniyor. Adım başında bir görevli bayan bekliyor. Açıklamalar Rusça ve Gürcü dilinde. Anlamak için iyice inceliyoruz. Stalin’in doğduğu ev bahçede geziliyor.

Kendisinin 1941 yılından itibaren özel gezilerde kullandığı lüks vagonu da ziyaret edebiliyorsunuz. Vagonun önünde eski Rus paraları satan satıcıdan hatıra alıyoruz.Gori’den yarım saat uzaklıkta kocaman bir kaya dağa oyulmuş yapılış tarihi Antik Çağa kadar uzanan, Kafkasya’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen Uplistsikhe’ye gidiyoruz. Şehir altın çağını yaşadığı dönemlerde, 700’den fazla mağara ve taş yapıya sahipmiş. Günümüze kadar ancak 150 tanesi ulaşabilmiş. Tepede bir bazilika bulunuyor. Kura nehri kıyısında bir Açıkhava Müzesi. Efsaneye göre Uplistsikhe köleler tarafından inşa edilmiş. Çalışmaları için kölelere, bir yarısı demirle diğer yarısı ise altınla kaplı balta verilirmiş. Vaat edilene göre, eğer köle kendisine verilen görevi başarabilirse özgürlüğüne kavuşacak ve değerli baltasını alacakmış. Dağı oyup ev yapmanın inanılmaz şekilde zor olduğu kesin. Efsane bu yörede altın madeninin
bulunduğunu doğrular durumda. Kayalık yerleşim, Uplistsikhe yakınlarda yaşayan toplulukların ikametgâhı haline gelmiş. Devasa kaya oyularak kentsel tipte bir
yerleşim yeri inşa etmişler. Antik şehir, 2007 yılında Gürcistan’ın Ulusal Öneme Sahip Taşınmaz Kültür Anıtları listesine eklenmiş. Uplistsikhe sit alanının girişinde, kazılardan çıkarılan, farklı dönemlere ait eserlerin bulunduğu bir müze var. Önce müzeyi geziyoruz. Birkaç fotoğraf çekiyorum ama yetkili çekmeyin diye uyarınca bırakıyorum. Neden böyle bir şey söylediklerine de pek bir anlam veremiyorum.Ardından kayaya oyulmuş dar sokaklara tırmanmaya başlıyoruz. Güneş tepemizde, hava çok sıcak, kayalarda gölge bulmak ancak bir mağaraya girmekle mümkün olabiliyor. En yukarıya ulaşabilmek için tahta ve demirden yapılmış merdivenleri çıkıyoruz. Basamaklar bitince kayalara oyulmuş delikleri kullanarak tırmanıyoruz. Mağaraların çoğuna kayaların üzerinden atlayıp zıplayarak gidilebiliyor. Oldukça zorlandım. İlginç olan uzaktan çok kaygan diye düşündüğüm kayaların, hiç kaymaması. Manzara harika. Aşağıda nehrin suladığı topraklar yemyeşil gözüküyor. Zorlu bir gezi. Nasıl böyle bir kayadan bir kasaba inşa edilebilmiş diye şaşırıyor insan. Böyle bir Antik şehri ilk kez gezdim. Mağara devrinde dolaşıyor gibiyim. Dönüşte tekrar Gori’den geçerken gördüğümüz Belediye binası 2008’de Rus Gürcistan savaşı sırasında bombalanmış. Daha sonra restore edilen binanın önünde 2010 yılına kadar Stalin’in heykeli bulunuyormuş.

80 kilometrelik yolu bir buçuk – iki saatte alarak Borjomi’ye varıyoruz. Yolda çalışmalar yapılıyor. Asfalt bozuk. Yer yer oluşan çukurlara düşmemek için dikkat ediyoruz. Bazen tamamen kaybolan asfaltın yerine toprak yollardan, dar virajlardan geçmek zorunda kalıyoruz.  Borjomi, 800 metreden daha yüksek rakımlı, Samtskhe-Javakheti bölgesinde, Borjomi-Kharagauli Milli Parkı içinde adını aldığı Borjomi Dağ geçidine yerleşmiş çok büyük olmayan yeşillikler içinde bir tatil beldesi, sağlık turizmi cenneti. Kura nehrinin geçtiği muhteşem doğası ile turistlerin Gürcistan’daki en popüler güzergâhlarından biri. Dinlenmek, dağ havası solumak, ünlü şifalı sulardan içmek, kaplıcalarda yüzmek, doğanın tadını çıkarmak için harika bir yer. Borjomi, maden suları ile ününü tüm dünyaya duyurmuş. Bu suların safra yolları, mide-bağırsak ve daha birçok hastalıklarına karşı son derece faydalı olduğu saptanmış. Maden suyu çok sayıda uluslararası yarışmanın galibi. Günümüzde, 40’tan fazla ülkeye ihraç ediliyormuş. Kaynak, Bakuriani dağlarının zirvelerinden süzülüp Borjomi vadisinde yüzeye çıkıyor. Rus İmparatorluğu zamanında 1820’li yıllarda keşfedilmiş. Markanın geçmişi, Romanov hanedanı ile yakından ilişkili. Hanedan temsilcileri tedavi için buraya gelirlermiş. 1871’de Borjomi, kraliyet ailesi üyesi, Kafkasya’nın genel valisi olan Büyük Dük Mikhail Nikolayvich  tarafından yönetiliyormuş. Vali Borjomi’yi aristokrasinin gözde yazlık beldesi haline getirmiş ve ona “Kafkasların incisi” adını vermiş. 1860’lı yıllarda yeni oteller inşa edilmiş ve maden suları idaresi kurulmuş.1890’ların sonlarında maden suları şişelenmeye başlanmış. Coğrafi açıdan korunaklı bir konuma sahip olan Borjomi yeşilin tüm tonlarını barındırıyor. Hemen girişte burnumuza gelen mis gibi su ve orman kokusu muhteşem bir atmosfere düştüğümüzün göstergesi. Borjomi yazısının bulunduğu üzerinde kabartmaların yer aldığı dikilitaşı görüp, yolumuza devam ediyoruz. İnanılmaz kalabalıkta park edecek bir yer bulabilmek marifet. Central Parkın bulunduğu caddede yürüyebilmek için arabadan iniyoruz.

Coşkuyla akan Borjomula nehri üzerinde salyangoza benzeyen modern köprü, dağlardan inen şelale, doğanın yapısına uygun inşa edilmeye çalışılmış, rengârenk Crowne Plaza oteli, kuş cıvıltıları, ellerinde bardak ya da plastik şişelerle maden suyu içmeye, doldurmaya çalışan insanlar. Bir kuyruğa girip biz de tattık. Tabii öyle güzel bir tadı yok. Ama çok faydalıymış. Cadde üzerinde hemen Central Park girişinde, 1892 yılında Mirza-Rıza-Khan’ın yazlık konutu olarak yapılmış nadide bir mücevher gibi parlayan Firuza adlı türkuaz renkteki, Borjomi denince aklımda kalacak olan konak, ince tahta işlemeleri, aynalı balkonuyla tam bir zarafet örneği. Şöyle bir öyküsü var: 1937’de Tahran’da vefat eden İranlı diplomat ve şair Rıza Han Arfa’ el- Dawlah, eğitimine Tebriz’de bir ilahiyat okulunda başlamış, İstanbul’a gelerek çalışmış. Türkçe ve Fransızca Öğrenmiş. Ardından 1873 yılında Tiflis İran Konsolosluğuna tercüman olarak atanmış. Daha sonraları Konsolosluğuna kadar yükselmiş. 1899’da Şah Kaçar tarafından kendisine Mirza (Prens) unvanı verilmiş. 1895’te St. Petersburg’daki Rus sarayında Pers bakanı olmuş; 1900’de Osmanlı sarayında elçilik yapmış. Bu güzel evin dışında Tiflis’te ve Monako’da (Villa Ispahan) lüks birer malikâne yaptırmış. Bina uzun yıllar Sanatoryum olarak kullanılmış. Evin önündeki ayaklı panoda Rıza Han’ın resmini görünce Osmanlı Paşalarından biri sandım. Bugün bina Golden Tulip Oteli. Geceyi Borjomi’de geçirsek iyi olurmuş. Programı yaparken uzaklıkları tam hesap edememişiz. Kutaisi’ye gecenin bir saatinde,10’da varabildik. Kalacağımız oteli (Hotel Rero) bulmakta zorluk yaşadık. Aynı isimde bir eğlence mekânı olduğu için önce oraya gittik ama sonradan anladık ki merkeze çok yakınmış. Burada şoförümüzden ayrıldık, Tiflis’e dönmesi gerekiyormuş. İki güler yüzlü bayan bizi karşıladı. Hemen bavulu bırakıp meydana “Baraqa” adlı restorana gittik. Yarın şehri gezeceğiz.