Beste Serim Erbak: Kafkasya Ülkesi Gürcistan 2023 კავკასიის ქვეყანა საქართველო 2023 წ Zümrüdüanka’nın Ana  Vatanı Svanların Yurdu “Svanetya” Kaf Dağı 2

Ertesi sabah saat 07.00’de diğer turistlerle birlikte acentenin önünde toplaştık. Altı kişilik küçük bir grubuz. Svaneti’nin başkenti Mestia’ya 240 km’lik bir yolumuz var bakalım ne zaman varacağız? …

Sonuçta otobandan gitmiyoruz, yol çetin, ulaşmak kolay değil. Bizi güler yüzlü genç bir Gürcü rehber Lucas karşılıyor. Sanıyoruz ki hemen yola çıkacağız ama öyle olmuyor. Önce Kutaisi’nin içinde Mestia’ya gidip orada kalacak olan başka yolcuları da almak için otel otel dolaşıyoruz. Minibüsün arkası hatta içi bavullar, çantalar ile dolu. Çok şükür oturmak için bir yer bulabildik. Bu konuda bize önceden bir bilgi verilmeği için epeyce rahatsız olduk. Aslında tura oldukça fazla bir ücret ödedik. Anlaşılan ülke tam olarak turizme hazır değil. Neyse, bu olumlu rehber arkadaş sayesinde biraz rahatladık.Terkedilmiş paslı metal yığınlara dönüşmüş fabrikalar, balkonlarından çamaşır sarkan bakımsız ama hala oturulmaya devam edilen, Sovyet dönemi toplu konutları, ağaçlar arasında tek katlı yıpranmış bazı duvarları alüminyum levhalarla kaplı, tahta işlemeli verandalı evler,boyaları gitmiş sütunlu eski okul binaları, dökülen tren vagonları, demir köprüler, her evin kendi kendine yetebilmek için kullandığı ekili bahçeler; yol boyunca görülen bu manzaralar eşliğinde ilerliyoruz.Svaneti’yi seyahat edenlerin geçiş noktası, Zugdidi şehrine yakın “Smart Cafe” de durup kahvaltımızı yapıyoruz.Bizimle birlikte seyahat eden İtalyanlarla tanışıp ayaküstü sohbet etmek iyi geliyor.Minibüs ağır ağır, yolla birlikte döne döne, dağa doğru tırmanmaya başlıyor. Ormanların içinden geçen ve gittikçe daralan bir dağ yolunda gidiyoruz.1400 metrelere kadar çıkıyoruz. Bu daracık yolda şoför öyle bir sollama yapıyor ki; karşıdan gelen araç ile nerdeyse burun buruna geldiği son anda kendi yoluna geçiyor. Yüreğimiz ağzımıza geliyor ama bir müddet sonra alışıyoruz. Bu yolu hava kararınca geçmek mümkün değil, tek bir ışık bile yok, çok ürkütücü.Rioni, Enguri ve Tshenistskali nehirleri vadisi boyunca yayılan Rus sınırına yakın Yukarı Svaneti, karla kaplı dağları, ladin, köknar, kayın,meşe, gürgen  gibi ağaçlardan oluşan ormanları, gölleri, şelaleleri, buzulları ile tüm Dünyanın hayran olduğu Avrupa’nın başlıca yüksek yerleşim bölgesi.

Kafkas Dağlarının en yüksek on tepesinin de bulunduğu yer. Bu sıradağlar, çocukluğumuzda dinlediğimiz masallarda adı geçen Kaf Dağının ta kendisi. Ülkenin en yüksek dağı Şhara (5.201m) burada bulunuyor. Bölge, Yukarı Svaneti (Mestia ilçesi) ve Aşağı Svaneti (Lentehi ilçesi)diye ikiye ayrılıyor. Tarihte Svaneti, bugün Abhazya’da yer alan Kodori vadisini de içine alıyormuş. 11.30’ta gezi programına dâhil olan Enguri hidroelektrik santraline varıyoruz. Girişteki geniş otoparkta arabayı bıraktıktan sonra, gözlem güvertesine kadar yürümemiz gerekiyor.Biletimizi, yani jetonumuzu alıp bariyerden geçtikten sonra hafif bir yokuş tırmanıyoruz. Kısa süre içinde bir anda gördüğümüz manzara inanılmaz etkileyici. Masmavi su,yemyeşil yamaçlar, derin vadi ve devasa baraj. Kafkasya'nın en büyük hidroelektrik santrali olan Enguri, adını aldığı Enguri nehri üzerine kurulmuş, yapımı neredeyse 30 yıl sürmüş ve 1978’de tamamlanmış.Abhazya ile Samegrelo'nun idari sınırında yer alıyor ancak bu bölge Gürcistan'ın kontrolü altında. Ana tesislerin bir kısmı Gürcistan tarafından tanınmayan Abhazya Özerk Cumhuriyeti topraklarında, bulunuyor. Bunedenle baraj ortak işletiliyor ve elde edilen elektrik her iki taraf arasında paylaşılıyor. Gözlem güvertesine geldiğimizde nehir üzerindeki 271,5 metre yükseklik ve 728 metre sırt uzunluğunda kemerli beton barajı seyrediyoruz. Nehrin aktığı vadi boyunca irili ufaklı yerleşimler gözüküyor. Barajda tekne turları da yapılıyormuş.Gözlem terasındaki panolarda santral hakkında açıklamalar yer alıyor.Beni teknik konulardan çok, bu harikulade manzaralar etkiliyor. Baraj gezisinden hemen sonra muhteşem bir şelalede duruyoruz. Yol kenarında, kayalar üzerinden birkaç koldan düşen su inanılmaz bir serinlik oluşturuyor. Yanı başında ürünlerini satan köylülerin kurduğu büyük bir tezgâh yer almış. Yol kenarlarında sıklıkla gördüğümüz bal kovanları buralarda başlıca ürünün ne olabileceği konusunda fikir veriyor. Yer yer beton, ya da toprak her an dağdan bir kaya yuvarlanır diye endişelendiğimiz daracık yol o kadar kötü ki; ancak saat 14.00 civarında tepede bir yere ulaşabiliyoruz. Lucas 20 dakikalık bir mola veriyor. Tahta evlerden oluşmuş küçük yerleşim yeri Karadeniz’in köylerini hatırlatıyor.Evin duvarlarına resim çizen birine rastlayınca seyrediyorum, ne kadar canlı renkler kullanıyor. Birer bardak çay içtikten sonra yeniden yola koyuluyoruz.

Aşağı yukarı yarım saat içinde, tekrar verdiğimiz molada dağcılar arasında iyi bilinen, tırmanışın çok zor olduğu, 4 bin 700 metre yüksekliği ile heybetli Uşba(Ushba)dağı kar kaplı sivri zirveleriyle gözüküyor. Biz yazdayken o kışta. Yeşile boyanmış kalın demir bir çerçevenin üzerinde büyük harflerle #Svaneti #Knowledgeisfrefdom (Bilim özgürlüktür) yazıyor. Bu çerçeveye girip yeşilin bin bir tonu içinde bembeyaz zirveleriyle Uşba manzarasında poz veriyoruz. Nihayet saat 15.00 civarında Mestia’dayız. Yukarı Svaneti, Mestia ile birlikte 1996’da Unesco Dünya Mirasları Listesine girmiş.Yolun zorlu ve dolayısıyla çok yorucu olması birçok turistin buraya havayolu ile ulaşmayı tercih etmesine neden oluyor. Tiflis ve Kutaisi’den direk uçuşlar var. Ancak hava koşullarının elverişli olması durumunda uçuş gerçekleşebiliyor. Mestia’yada bulunduğumuzu Svan Kulelerinden anlıyoruz. Svaneti yaşayan bir etnografya müzesi. Bu kulelerin tarihi, Svanların Ülkesi olan Svaneti'nin de tarihi. Kuleler 2011'de, Uluslararası Taş Mimarisi, dalında ödül almış.Buranın yerli halkı “Svan” lar bölgeye adlarını vermişler.“Svanların yurdu” Svanetya. 25-30 metre yüksekliğinde 3 ya da 4 çok nadir olarak 6 katlı doğal taştan yapılan tepelerinde çatısı olan kuleler Ortaçağda savunma amaçlı kullanılıyormuş. Yukarıya doğru daralan bir yapı sergiliyorlar. Her ailenin bir tane ya da birkaç ailenin ortak bir kulesi evlerin bitişiğine yerleşmiş. Düşmanlar ya da çığ gibi doğal afetlere dayanmak için inşa edilmişler. Kuleler, ayrıca aileler arasında sıkça yaşanan kan davası çekişmelerinde yapılan saldırıları anında haber verebilmeyi sağlarlarmış.Aslında Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi bir kale inşa etmek daha iyi olurdu diye düşünülse de amaç sadece ortak bir düşman olmadığı için ailenin güvenliği düşünülerek farklı bir mimaride savunma sistemi kurmaya karar verilmiş. Tabii buna evlerin topluca aynı yerde bulunmamasın da büyük etken olduğu ortada. Svanlarda aile bağları çok güçlüymüş. Zorlu coğrafyanın savaşçı sert insanları yaşadıkları bu yapılarla tamamen bütünleşmiş. Aralarında Gürcü dilinden oldukça farklı, yazı dili olmayan Svanca konuşuyorlarmış. Uzun yıllar kimse bu toprakları fethedememiş.1854 yılına kadar da hiçbir seyyah buraları ziyarete gelmemiş. Moğollardan Türklere kadar pek çok milletin saldırılarına uğramalarına rağmen,
kimseye boyun eğmemişler. Yukarı Svanetya bölgesinde 80 tanesi tahrip olmuş 200’den fazla kule yer alıyor.

Töre ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olarak yaşamlarını sürdüren pek çok Svan köyünün ortasında kutsal olduğuna inanılan bir ağaç bulunurmuş. Örneğin Latal’da bir ceviz ağacı, Mestia’da bir huş ağacı,Lenjer’de bir kiraz ağacı. Her kutsal ağacın altında taştan kabaca yontulmuş birkaç oturma yeri yapılırmış. Ağaca tapınma Kafkasların pek çok bölgesinde rastlanan bir gelenek. Haftanın üç günü Cuma,Cumartesi ve Pazar tatil günü olarak kabul ediliyormuş. Yakın zamanlara
kadar buralara ulaşım çok zor olduğu için Svanlar uzun yıllar boyunca izole yaşamlarını sürdürmüşler. Kendi dilleri, kendi kanunları kendi gelenek ve töreleriyle yaşamaya devam etmişler. Svaneti dağlarında bir efsane kahraman yaşıyor. Masallarda, farklı kültürlerde, farklı isimlerle adı geçen, bir türlü aşılamayan Kaf Dağlarında yaşadığı söylenen efsanevi Anka Kuşunun (bizim deyişimizle Zümrüdüanka’nın) ana  vatanı bu dağlarmış. Kendini yakıp küllerinden yeniden doğan, kuşların hükümdarı Anka kuşu sabrın, yenilmezliğin,mücadelenin ve emek vererek tekrardan ayağa kalmanın sembolü olarak kabul ediliyor. Şehir merkezine yaklaştıkça evlerin hemen hepsinin restore edildiği restoran, otel, turizm acentesi, pansiyon sayısının fazla olduğunu görüyoruz. Sanki İsviçre ya da Almanya’da bir dağ köyündeyiz.Restorasyon Dünya Bankasından alınan yardımlarla yapılmış. Sırt çantalı, dağ yürüyüşüne hazır turistler, ellerinde batonlarla dolaşıyorlar.
Bölge özellikle kış aylarında bir kayak merkezi.Lucas yemek siparişi verdikten sonra evleri ve kuleleri gezdirmek için grubu ara sokaklara doğru götürüyor. Cadde üzerinde “Dede”(Svanca’da Anne demek)” filminin oynadığı “Pub & Sinema DEDE ”ilgimi çekiyor. Konusu komşu köy Ushguli' de geçen bir dramaymış. 2017
yapımı film birçok dalda ödül almış. Film, Svan geleneklerinin zorluğundan bahsediyormuş. Svanlarda çok yakın zamana kadar kadınların kaçırılması ve zorla evlendirilmesi normal kabul ediliyormuş.Filmin yönetmeni Mariam Khatchvani orada bulunuyor, soruları yanıtlıyormuş. Eğer geceyi burada geçirseydik mutlaka gelirdik.Taş döşeli dar ve dik sokaklarda zorlu bir yürüyüşe başlıyoruz. Yol ortasında dolaşan domuzlar, bir köşede eski bir Sovyet kamyonu, tahta perdeler ile çevrili bahçeler.

Bazı taş evlerin üst katları arasında köprü var. Bir evin hemen köşesinde orta yaşlı bir kadın bu bölgeye özgü özel tuzu satıyor. Tuz diyorlar ama aslında kimyon ve kişnişin de aralarında bulunduğu 8 farklı malzemeden oluşan bir baharat. Tam bir Ortaçağ köyü. Film setinde dolaşıyor gibiyiz. Khergiani kulesinin önünde poz veriyoruz. Artık Lanchvali sokakta 11 numaralı kuleye çıkma zamanı. Savunmada destek sağlayabilmek için kuleler birbirlerine çok yakın inşa edilmiş; Giriş kısmı zeminden üç ya da dört metre yükseklikte olduğu için kulelere taşınabilir ahşap bir merdivenle giriliyor. Saldırı ve kuşatma sırasında merdiven kalkıyor. Böylece kuleye giriş imkânsız hale geliyor.Grimm kardeşlerin masalında Rapunzel’in kapatıldığı kule gözümün önüne geliyor. Bana onu hatırlattı.Tahta merdiven öyle pek sağlam değilmiş gibi gözüküyor. Merdiven bizi doğrudan ikinci kata çıkarıyor. Tabii bu merdiven turistlerin kuleyi gezmeleri için sonradan yapılmış. Ortaçağda merdivenler iple kaldırılıp indirilirmiş. İlk iki katın pencereleri ve kapısı yok. İçerde daracık ve çok dik ahşap merdivenlerden bir üst kata çıkıyoruz. Basamaklar arası yükseklik fazla olduğu için resmen sürünüyoruz. Üst kata varabilmek için merdivenin son basamağından kendimizi yukarıya doğru çekmemiz gerekiyor. Eskiden bir üst kata çıkınca merdiven çekilir aradaki delik taşla kapatılırmış. Böylece alt kat ile irtibat kesilirmiş. Her katta dar bir pencere var. Olduğu gibi vadiyi görüyorsunuz. Yalnızca son katta dört tane pencere bulunuyor. Zemin kat hayvanlar için yapılmış. İkinci kat gıda malzemeleri deposuymuş. Üçüncü katta aileler toplanırmış. Dördüncü kat ise savunma taşlarının atıldığı yermiş. Bence bu insanlar kısa boyluymuş yoksa buralara nasıl çıkarlarmış? Uzun boylu İtalyan Hanım bir türlü tırmanamadı. Zaten katlar arasındaki küçücük deliklerden geçmek de zor. Yardımlaşma usulüyle çıkıyoruz. Üst baş perişan halde
iniyoruz.Lucas bizden giriş ücreti topluyor ve kule ile bağlantısı olan evin anahtarını alıyor. Böylece bir Ortaçağ Svan evinin içindeyiz. Tek ya da iki katlı olan evlerde insanlar ve hayvanlar aynı ortamı paylaşıyorlarmış.Hayvanlar küçük pencereleri olan tahta işlemeli kısımda yaşıyorlarmış.Onların üzerinde insanların uyuduğu yataklar var. Hayvanların sıcaklığından faydalanıyorlarmış. Tahta mobilyalarda güneş sembollerinin de yer aldığı oymalar çok güzel. Salonun ortasında hem
ısınmayı sağlayan hem de yemek pişirilen ocak bulunuyor. Ocağa bakan yine tahtadan oymalı bir taht var. Bu koltuk evin en kıdemlisine aitmiş.Yine tahtadan bir oturma grubu var. Erzak dolapları ekmek pişirdikleri fırınları bulunuyor. Geceleri kuleler aydınlatılıyormuş. Ne yazık ki bu güzel görüntüyü kaçırdık.

Saat 17.00 oldu biz ancak yemek yiyoruz. Güzel bir terasta Mestia manzarasında Gürcü mutfağının lezzetleri. Rehberimiz acele ediyor Malum bu gelişin bir de dönüşü var. Alelacele küçük bir dükkândan hatıralık bir şeyler alıyoruz. Apar topar diğer arkadaşlara “Hoşça kal” diyoruz zira onlar burada kalıyorlar. Dönüş için yeni yolcular alıyoruz ama sayıları az olduğu için bu sefer rahat rahat oturuyoruz. Dağlarda Cafe Nodashi diye bir yerde duruyoruz. Su kaynağının bunduğu yerde bir mola daha veriyoruz. Yol uzun. Gece yarısına doğru ancak Kutaisi’ye varıyoruz. Neyse yarın rahat rahat uyuyup şehrin bilmediğimiz yerlerinde
dolaşacağız. Svaneti unutulmaz bir rüyaydı.Bu sabah hiç acelemiz yok çok rahatız. Terasta bir şeyler içtikten sonra öğleye doğru gezmeye başladık. Meydandan Tsereteli caddesinde dolaşırken bizim Türk markalarının mağazalarına rastlamak hoş bir tesadüf oldu. Coton, Penti… Başka bir sokakta da Waikiki’yi görmüştük.
Ara sokakta Sanimusho Unlu Mamullerde çok leziz ve uygun fiyata öğle yemeği yedik. Caddeler geniş ve ulu ağaçlarla kaplı. Tek ya da iki katlı evler eski ama belli ki zamanının sağlam yapılarıymış. Bazıları restore edilmiş, ferforje pencere, balkon ve kapıları ile zarif gözüküyorlar, çoğu otel, restoran ya da pansiyon olmuşlar. Dikkatimi en çok çeken şey ise kapı numaralarını büyük yazılması, çok uzaklardan görülebilir biçimde.Almanca eğitim veren anaokulu, Amerikan okulu, Vaftizci Yahya Kilisesi,dans okulu, bir binanın yan duvarında renkli uçurtmasıyla oynayan küçük kızı gösteren duvar resmi, Karvasla alışveriş merkezi, karşısında bir dondurmacı ve en son önünde işbirliği yaptığı diğer belediyelere olan uzaklıkların belirtildiği (Karşıyaka Türkiye 1441km, Gomel Beyaz Rusya,Dnipropetrovsk Ukrayna, Harkov Ukrayna, Laiwu Çin gibi…) mavi bir tabela topluluğu ile belediye binasını görüyoruz.Tekrar Rustaveli caddesine dönüp Tea House’ta bir şeyler içerek dinleniyor ve Kutaisi’nin kapalı çarsısı Yeşil Çarşı veya diğer deyişle Mtsvane Bazar’a gidiyoruz. Halkın tüm market ihtiyaçlarını temin ettiği bu rengârenk yerde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Çarşının bir girişinde tüm duvarı, kil rengi rölyef ve kabartma heykellerle kaplı.Güzel şehir Kutaisi’ye yine Argo’da leziz bir akşam yemeği ile veda ediyoruz. Artık Batum yolları gözüküyor.