Bosna-Hersek Cumhuriyeti
Republike Bosne i Hercegovine
Mostar – Stari Most 2024 II.Bölüm
Bugün Mostar çevresini gezmek üzere otel görevlilerinin çağırdığı bir taksi ile yola koyulduk. Sürücümüz Armin çok kibar ve cana yakın biri.
İlk durağımız Kraviçe şelaleleri. “Kravica” isminin nereden geldiği konusunda güzel bir hikâye anlatılıyor: Efsaneye göre şelalenin daha bu kadar çok tanınmadığı zamanlarda sürüsünden ayrılan bir inek tepeden sularla birlikte nehre düşmüş. İlginç bir şekilde boğulmayınca şelaleye bu mucizeyi hatırlatmak adında Boşnakçada “Krava, yani inek anlamına gelen” Kravice adı verilmiş.
İlerlediğimiz ağaçlıklı yol pek güzel. Aşağı yukarı yarım saat sonra Kravica şelalelerine ulaştık. Ljubuški kasabasının yakınında, Trebizat nehri üzerinde tüf oluşumu kayalardan dökülen şelalelerin28 metre yükseklikten düşensularınınserinliği girişe kadar varıyor. Bu arada hatırı sayılır bir yağmur daha şelalelere ulaşamadan bizi sırılsıklam yapıyor. Çağlayana gitmek için aşağıya doğru inen taş döşeli yolu takip ediyoruz.Ara ara yapılmış seyir teraslarında çektiğimiz fotoğraflar ile adım adım yaklaştığımızı hissediyoruz. Kayalıklardan dökülen suların gürleyen sesi,çevredeki yemyeşil bitki örtüsü,aşağıda oluşmuş muhteşem renkte bir gölet, o kadar güzelki; bu pitoresk ortamda âdeta büyüleniyoruz. Çok yaklaşmamamıza rağmen şelaleden sıçrayan damlacıklar, yağmur damlalarına karışıyor. Tek kelimeyle olağanüstü bir tablo.
Bosna- Hersek’te nehir sularının zümrüt yeşili görünmesinin nedeni içindeki taşlarda bakır madeninin bulunmasıymış.
Öğlen yemek isteyince Armin bizi aralarda bir yerlerde nehir kıyısında bir restorana götürüyor ama ne yazık ki kapalı. Aslında buraya birçok kez ailecek geldiklerinden bahsediyor. Daha çok yerli halkın bildiği bir yer.
Şimdi sırada Gabela’ya giden yol üzerinden içeriye doğru biraz girerek ulaştığımız,dördüncü yüzyıl başlarından kalma gizli mücevher, Mogorjelo’yu görmek var. Burası Antik Roma dönemi, zengin bir çiftlik evinin kalıntıları. “Villa Rustica”. Merkezi bir bina ve onun etrafına sıralanmış diğer yapılardan oluşan duvarlarla çevrili kırsal bir yerleşim. Ağaçların arasında çok iyi korunmuş, hemen hemen tüm kalıntılar görülüyor. Tarımsal arazisi, değirmenleri, fırınları, zeytinyağı üretim yerleri, demirhaneleri ile zengin bir malikâne. Alan, 1899’dan1903’e kadar Avusturyalı arkeolog Karl Patsch’ın gözetiminde kazılmış. Ev zamanında yakınlardaki büyük Roma şehri, Narona’ya yiyecek tedarik ediyormuş. Bu nedenle güvenliğine önem verilerek bir de kale inşa edilmiş. Girişte bir restoran bulunuyor. Ama sezon dışı olduğu için henüz açılmamış. Antik kalıntıya birkaç basamak merdivenle ulaştık. Ulu ağaçlar arasında sessiz ev muhteşem. İnsan eski halini gözünün önüne getirebiliyor, huzurlu bir ortam. Geçmişin sesini kuş cıvıltıları eşliğinde dinliyoruz.
Buradan Adriatik denizine yakın Unesco Dünya Mirası, 1383’te kurulmuş tarihi köy Poçitel’le (Počitelj)doğru yol alıyoruz.Köyün ilk kuruluşu Ortaçağa kadar uzanıyor. 1471 yılında Osmanlı tarafından ele geçirilmiş. O dönemde önemli bir ticaret ve askeri üs olmuş.
Etrafı kale surlarıyla çevrili tam bir Osmanlı köyü. Özelliği kurulduğu günden bu yana aynı kalabilmesi.Kayalık bir kütlenin üzerinde küçük bir kalesi ile aşağıda Neretva nehrini seyreden şirin, güzel bir köy. Gezmeden önce köyün hemen girişinde Türkçe bir yazı görüp “Adem’in Yeri” küçük lokantaya dalıyoruz. “Stari Grad Cafe”de çok ucuz, lezzetli bir yemeğin ardından başlıyoruz tırmanmaya. Yalnız daha sonradan öğrendiğimize göre; Arkadan dolaşan bir yola girip köyün en tepesinden aşağıya doğru inmek çok daha kolaymış.Nefes nefese geniş ve taşlıklı merdivenleri çıkarken her yerde durarak yemyeşil bitki örtüsü içeresindeki bu tipik köyü fotoğraflıyoruz. Çoğu bahçeli, ince yapraklar hâlinde ayrılabilen kayrak taşı ile örülmüş çatıları ile taş evleri inceliyor, doğa ile bütünleşmiş zamana meydan okuyan bu yapılara hayran kalıyoruz. Daha önce de bahsettiğim gibi bölgenin aşırı rüzgâr alması ve kiremitleri uçurması çatılarda bu malzemenin kullanılmasını gerektirmiş.
Bu “Taştan köy” tam bir açık hava müzesi. Birçok tarihi ev ziyaretçilerin konaklayabilmesi için butik otel ya da pansiyona dönüştürülmüş. Evlerin arasındaki bahçeler nar ve incir ağaçları ile dolu.1562-63 yılları arasında inşa edilen Şişman İbrahim Paşa Camii, onun etrafında medrese, mektep, saat kulesi ve han yapılarından meydana gelen külliyenin köye canlılık verdiği kesin. Medrese ve İbrahim Paşa Kervansarayı yenilenip restoran haline getirilmiş.
Gavran Kaptan Konağı(Gavrankapetanovića kuća)yapıların en görkemli olanı. Önündeki açıklamada İngilizce de yer alıyor.Anlaşılan iyi de bir restorasyon görmüş. Günümüzde birçok ülkeden gelen sanatçıların çalışabildiği, Uluslararası Sanat Sempozyumlarının yapıldığı bir mekân olarak hizmet veriyormuş.Onun hemen bir üstünde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından inşa edilen tek kubbeli Şişman İbrahim Paşa Camii bulunuyor. Avlusuna girince tam ortada yer alan yaşlı Selvi ağacı yıllara meydan okuyor.
Bosna savaşı sırasında bombalanan cami tamamen yenilenmiş. İçindeki kalem işi ve taş oyma süslemelerinin birçoğu orijinal. Tahtadan oyma kapısı harika. Caminin bahçesinde bir köşede tarihi oymalı, motifli eski taş parçalar sıralanmış. Tırmana tırmana en yukarıda köyün en yüksek noktasındatek kuleli, harabe kaleye varıyoruz. İlk yapımı konusunda tam bir tarih bilinmiyor. Çok büyük olmamasına rağmen geçmişte önemli roller üstlenmiş.Muhteşem manzara, aşağıda akan Neratva nehri, yemyeşil doğa inanılmaz. Tüm yorgunluğumuz bu güzellik karşısında silinip gidiyor.
Poçitel’le vedalaştıktan yarım saat sonra Stoca şehrine yakın bir konumda bulunan,UNESCO Dünya Mirası alanlarına dâhil edilmiş Radimlja “Ölüler Şehri” Nekropolüne varıyoruz. 12. Yüzyıl ile 16. yüzyıl arasıtarihlenen Balkanların tipik mezarlıklarından biri. Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ ve Sırbistan’ın sınır bölgelerine dağılmış olananıtsal Orta Çağ mezarlıklarının içinde en tanınmış olanıRadimlja.Hepsi birbirinden farklı Stećak (Stecak) adı verilen beyaz taşların üzerine oyulmuş,zengin geometrik desenler, semboller ve figürler kullanılarak anlatılan günlük yaşam sahneleri tarihin birebir tanıkları.
Girişte açıklamaların yer aldığı, diğer mezarlıkların yerlerini içeren yazıları okuduktan sonra bilet almak için girdiğimiz ana binada Stecak’larıanlatan bir film izliyoruz. Çok etkileyici. Daha sonra Selvi ağaçlarının gölgesinde geniş biralana serpilmiş 133 mezar anıtı ve lahitlerin bulunduğuNekropolü gezerken bazı açıklamalar yapmak üzere güler yüzlü bir görevli yanımıza geliyor. Özellikle Ülkede birçok yerde rastladığım sağ elini kaldırmış adam motifi çok ilgimi çekiyor.
Yine bir yarım saatlik yoldan sonra Neretva nehrinin önemli kollarından biri Buna’nın doğduğu Blagay köyünevardık. Arabadan indiğimizde ip gibi yağan yağmur bizi sırılsıklam yaptı. Buna’nın karstik kaynağının çıktığı yerde, hemen su kenarına dervişler tarafından kurulan Osmanlı mimarisiyle 1520’lerde inşa edilmiş 550 yıllık tarihi tekke, Blagay’ın adını duyurmuş. Nehir kayaların içindeki mağaradan doğuyor. Önce iki katlı tekkeyi ziyaret ettik. Her odası açık değil. Buraya bitişikSarı Saltuk ve tekkede uzun süre şeyhlik yapan Âşık Paşanın sandukalarının olduğu bir türbe ziyaretçileri ağırlıyor. Karşı kıyıya küçük bir köprüden geçip zümrüt yeşili suya aksi vuran tekkenin fotoğraflarını çektik. Muhteşem, tam bir huzur ortamı.
Yeniden tekkeye dönüp, Mlinica Restaurant’da bir şeyler içip, ısındık. Suyun her iki yakasında restoranlar bulunuyor. Hava güzel olduğunda buraların çok dolu olacağını düşünüyorum. Şarap almak isteyince Armin bizi hem restoran hem de bir bağın ortasında Romanca adında bir yere götürdü. Artık Mostar’a dönme vakti geldi. Hava karardı, yorgunluk çöktü. Terrace Lagero’da ışıklar içinde Mostar’ı seyrederek keyifli bir akşam yemeği yedik. Yarın bu güzel yerden ayrılıyoruz.






