Bosna-Hersek Cumhuriyeti
Republike Bosne i Hercegovine
Visegrad- Višegrad 2024
Macaristan’ın Vişegrad kasabası ile Bosna –Hersek’in Visegrad şehri aynı ismi taşıyor. Biz Bosna-Hersek’inVisegrad’ını Drina nehrinin üzerinden geçen ve Mimar Sinan’ın imzasını taşıyan tarihi Drina Köprüsü ile tanıyoruz.
Sabah erkenden Saraybosna otobüs terminaline koşturduk. Geç falan kalırız da otobüsü kaçırırız diye düşündük ama vaktinde kalkmadı. Epeyce beklemek zorunda kaldık.
Yolda dört mevsimi yaşadık diyebilirim. Bahar gelmiş beyaz pembe çiçek açmış ağaçlar, karla kaplı ormanlar, geniş çimenlerin ortasında tek tük tipik evler, virajlı yollardan sonra tepelerden inip şehre vardığımızda saat 10’u bulmuştu. Muhteşem köprü gözüktü. Vişegrad’ı ikiye bölen Drina nehri tüm ihtişamı ile akıyor, dağlardaki yeşilin tonları suya yansımış.2007 yılında UNESCO Dünya miraslarında yerini alan bu tarihi köprüyü görebilmenin keyfini yaşıyoruz. Turistlerin köprüde inmelerine alışık şoför bizi tam da köprünün başında indiriyor. Köprünün namı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi şair Ivo Andriç’in Drina Köprüsü adlı romanıyla tüm Dünyaya yayılmış. Mimar Sinan tarafından Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın adına 1577’de yapılan köprü coşkuyla akan Drina nehrinin üzerinden geçerek iki yemyeşil yakayı birbirine bağlıyor. Üzerinden yürüyerek karşı tarafa geçiyoruz. Şoför tam 13’te burada olun zira başka otobüs yok deyince koştura koştura gezmeye başlıyoruz. Köprünün tam ortasında Vişegradlıların “kapiya” dedikleri bir yer bulunuyor. Orada öylece oturup etrafı seyrederek geçmişi hissediyoruz. Gerçekten hayran olunacak bir yapıt.
Karşıda nehir kıyısında Višegrad Otelin köprü manzaralı restoranında terasta harika bir yemek yiyor, Drina nehrinin tadını çıkarıyoruz. Girişte salonda Ivo Andriç‘in fotoğrafı var. Visegrad’ın gurur duyduğu yazarın resmi her yerde, bazen bir magnette bazen de bir bardağın üzerinde. Nehirde tekne turları yapılıyor. Keşke yeterli vaktimiz olsaydı da biz de binebilsek bu yeşil denizinin ortasında süzülebilseydik.
Hemen bir taksi ile anlaşıp 12 km uzaklıkta, Rzav nehri vadisinde, Sırp sınırına yakın dağlık bölgede Kruševo adıyla da bilinen tarihi Dobrun Manastırını görmeye gidiyoruz.Hz Meryem’e adanmış manastırın ilk yapım tarihinin 1343’te olduğu tahmin ediliyor. Taştan yapılmış çeşmesine dağlardan gelen sularan içtim. 1383 yılında keşiş Jovan, zamanında buraya ek bir bina yapılarak muhteşem fresklerle donatılmış. Girebilmek için bayağı bir çaba harcadık.
Kapı kilitliydi. Nasıl açtırabiliriz diye sağa sola bakındık. Zile bastık. Sonunda genç bir görevli gelerek bu sorunu çözdü. İçerdeki freskler gerçekten yıllara meydan okuyor. Dobrun Manastırının ana binası çimlerle kaplanmış gayet bakımlı huzur dolu bir bahçeye yerleşmiş. Tarihte birçok kez yenilenmiş, birkaç katlı, bembeyaz bina hemen yolun sol tarafında yükseliyor. Manastırın üstündeki kayalarda eskiden rahiplerin yaşadığı, girişi taş bloklarla kapatılmış bir mağara bulunuyor.Manastır halen faaliyetlerini sürdürüyor. Etrafta Dobrun Antik Kentinin kalıntılarını, görebiliyorsunuz. Uzun zaman önce burası bölgedeki en tanınmış bir orta çağ kentiymiş.
Dönüşte yeniden köprüden geçmek çok keyifli oldu.Otobüs durağında Şilili turist Bay Guillermo ile sohbet ettik. Siz buraya neden geldiniz sorusuna elindeki Drina Köprüsü kitabını göstererek bu romanın peşinden diye cevap verdi.Ivo Andriç‘in anlatımı Dünyanın dört bir köşesinden insanları toplayıp bu güzel noktada buluşturuyor.
Dönüşte yoğun trafik yüzünden şehre bir türlü giremeyerek ancak saat beş civarında Saraybosna’ya varabildik. Nehir kıyısında Sarajevo yazısının önünde klasik seyahat pozlarından birini veriyoruz. Kenti ikiye ayıran Miljacka Nehri üzerinde Šeher Ćehaja Köprüsünden geçmeden önce Saraybosna’ya gelen her turistin uğradığı İnat Kuça (İnat Evi)evinin bulunduğu yere gidiyoruz. Şimdi restoran olarak hizmet veren evin İlginç öyküsüşöyle: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde Saraybosna’ya görkemli binalar yapılmış. Belediye binasının yapılacağı en uygun yer olarak da nehir kıyısı düşünülmüş. Binanın yapılacağı yerde bulunan ev yetkililer tarafından satın alınmak istenmiş ama ev sahibi bunu ret ederek “ Eğer çok istiyorsanız evimin malzemelerini kullanarak birebir aynısını karşı kıyıda yapın. Ancak bu şartla teklifi kabul ederim ”demiş. O zamanlar evin yerine yapılan ihtişamlı Belediye binası şimdi Vijecnica Kütüphanesi olarak hizmet veriyor.
Osmanlı’nın Saraybosna’da yaptığı 13 köprüden biri olan Šeher Ćehaja Köprüsü 1585 yılında inşa edilmiş. Yaşanan sel felaketi ve savaş köprünün birkaç kez onarılmasına neden olmuş. Karşıya geçip Başçarşı’nın Arnavut kaldırımlarında yürümeye başlıyoruz. O kadar çok Türk turist grupları var ki; kulağımıza sadece Türkçe geliyor.
Alçak yapıları, Arnavut kaldırımları ile çarşı bir tiyatro sahnesinin dekorlarını hatırlatıyor. Minik restoranlar, hediyelik eşya satan dükkânlar, Osmanlıdan kalma tarihi yapılar… Buraların restorasyonunda kardeş şehir Bursa’nın yardımları çok olmuş. Bir kafede oturup kahve içtikten sonra önce hemen meydanda kafenin bitişiğinde Osmanlı zamanında 1528 yılında yapılmış Çarşı Camii’ni görüyoruz. 2015 yılında yenilenmiş. Biraz daha ilerleyince 1753’te Mehmet Paşa Kukavica tarafından yaptırılan Başçarşı Sebil’ ini göze çarpıyor. Sebilin her iki tarafında sürekli akan çeşmeleri bulunuyor.Eser birçok yenileme görmüş. Yüksek bir kaide üzerinde birkaç basamakla çıkılan sebilin yenilenme sürecinde Bursa Belediyesinin bu görevi üstlendiği bir sütunda belirtilmiş. Meydanda demir sütun üzerinde yükselen saat zamanı bildiriyor.
Osmanlı Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev tarafından1530 yılında yaptırılan Gazi Hüsrev Bey Cami ve külliyesi 16. yüzyılda inşa edilen tarihi saat kulesi ile komşu. Kesme taştan yapılmış zarif bir eser. Avlunun ortasına 1893’te on iki köşeli kâgir yeni bir şadırvan yapılmış. Şadırvanın fıskiyesinden ve oluklarından akan sular, ulu ıhlamur ve kavak ağaçları insana büyük bir huzur veriyor. Caminin yapıldığı günden beri minareden ya da cami girişindeki ahşap ezan kürsüsünden, çıplak sesle ezan okunuyor. Bahçenin dış duvarında iki oluklu bir çeşme var. İnanışa göre bu çeşmenin bir oluğundan su içen tekrar Saraybosna’ya gelirmiş. Diğer oluğundan içen ise bu şehirden biriyle evlenirmiş.
Hava yavaş yavaş kararmaya başlayınca Petica Cevabzinica restorana girip, Saraybosna’nın meşhur Cevap cici bizim bildiğimiz İnegöl Köftesini yiyelim istedik. Bir lavaşın içinde yanında küp küp doğranmış kuru soğan ile servis ediliyor. Üzerine PalacinkaraSCS (Sweet Therapy, Sarajevo) pastahanesinde yediğimiz şöbiyet pek güzel geliyor.








