Beste Serim Erbak: Doğu Anadolu Günlükleri – Muş..

Doğu Anadolu Günlükleri 2022
Ters Laleler Diyarı, Muş…

Tatvan’dan çıkmak için acele etmedik. Gideceğimiz yer öyle uzak değil. Güroymak, Budaklı kaplıcalarını göreceğiz. Yarım saat, 45 dakikalık bir mesafede.

Güroymak, Bitlis’in bir ilçesi. Kaplıcalara ulaşmak için anayoldan ayrılıp, son derece kötü, toz, toprak içinde bir yola giriyoruz. Manda ve ineklerin beslendikleri engin otlakların görüntüsü muhteşem. Hayvanlar o kadar besili ki; toprağın ne kadar verimli olduğunu anlamak hiç te zor değil. Güroymak Ovası, Rahva ile Muş Ovası’nın devamı.
Kış aylarında bile sıcaklığı 45 dereceyi bulan kaynak sularına giren mandalar ve atların banyo seremonisi buranın adını bir hayli duyurmuş. Aşırı soğuklarda, sabahın erken saatlerinde çöken yoğun sis ile kaynayan suyun buharı birleştiğinde, yüzen hayvanları görüntülemek amacıyla fotoğrafçılar buraya akın ediyorlarmış. Aslında çok görmek isterdim ama ne yazık ki bu mevsimi yakalayamadım. Tektonik haraketlilik sonucu oluşan ovada sıcak suyun fokurdayarak çıktığı çeşitli yerler içinden büyük olanının etrafı ince bir duvarla çevrilerek havuz haline getirilmiş. Maalesef çok bakımsız bir yer. Gelenlerin şifa bulmak niyetiyle girdikleri su bol miktarda kalsiyum, potasyum ve flor içeriyor. Birçok hastalığa iyi geldiği biliniyor.

Arabayı park edip indiğimizde, suya girmek için gelmiş ailelerden biri ile karşılaştık. Sohbet başladı. Buralara gelmeden önce, İzmir’de Muş’a gideceğimizden bahsettiğimizde, bize hemen bazı tanıdıkların adları verilmişti. Güroymak, Muş’a çok yakın olduğu için belki tanırlar diye adlarını söyledik. Meğer onların yakın akrabalarıymışlar. Garip tesadüfler zincirine bir halka daha eklendi. Çok şaşırdık. Numaralar alındı, verildi, tekrar görüşmek üzere deyip ayrıldık.

Dönüşte Güroymak ilçesinden geçerken mahalle arasında bir yerlerde Selçuklu mezarlarının ortasında, otlar arasında bakımsız kümbeti görünce gezmek istedik. Tarihi mezar taşları yok olmaya yüz tutmuş. Son derece bakımsız durumdalar. Bilgi veren hiç bir tabela yok. Halk arasında bu kümbetin adı “Kalender Baba” olarak biliniyor ama kitabesine göre “Karanday Ağa Kümbeti” olduğunu öğrendik. Ahlat taşlarından yapılmış. Özellikle koni şeklindeki üst kısımda harika bir taş işçiliği göze çarpıyor. Ahlat Selçuklu Mezarlığındakilere benzer mezar taşları sebebiyle Kümbetin XIII. yüzyıldan kalmış olabileceği düşünülüyor.

Güroymak’a bağlı Günkırı Beldesinde uzun yıllardan beri, neredeyse bir asırdır, çamurdan tandır imalatı yapılıyor. Bu yapım şeklini görebilmek için beldeye giriyoruz. Güroymak’a çok yakın. Tandırlar oldukça büyük ve yurdun çeşitli yerlerine hatta yurt dışına gönderiliyor. Bir evin kapısını çalıp yapımını nerede görebiliriz deyince bizi hemen bahçelerine buyur ediyorlar. Evin Hanımı ve genç kızları tandır yapıyorlarmış. Hamur yoğuran eller toprağı yoğuruyor, ona şekil veriyor. Aile kalabalık. Güler yüzlü, evin en büyüğü olduğunu düşündüğüm Hanım daha bu sabah “Manda yoğurdu yapmıştım demek ki size nasipmiş” diyor, hemen masa kuruluyor. Çaylar ve Anadolu’da misafire sunulan bisküviler geliyor. Bahçede ağaçların gölgesinde oturuyoruz. Kışı karşılamaya hazırlanmış tezekler, etrafta dolaşıp karınlarını doyuran tavuklar, yıkanan inek, sorular soran çocuklar, gençler… Hanım bize tandırın nasıl yapıldığını gururla anlatıyor. Burada sanki zaman durmuş, hiç geçip gitmemiş. Her şey doğal ve doğa ile bütünleşmiş. Evin Beyi bahçesinden elde ettiği tütünü özenle sararak, sigara ikram ediyor. Her türlü sebze ve meyveyi ekmişler. Evin genç kızı Nevil bize telefon numarasını veriyor. Birlikte çekilen fotoğraflardan sonra yeniden çok sevdiğimiz yollara düşüyoruz.

Artık Muş ili sınırları içindeyiz. Bahar aylarında ovayı kaplayan Ters laleleriyle meşhur Muş’un Hasköy İlçesindeki kahvehanelerde, tuğlalardan yapılmış ocakların üzerine yerleştirilen kazanlar meşe odununun ateşi ile kaynıyor ve kıpkırmızı közde demlenen çay adı üstünde “Köz Çayı” meşhur mu meşhur. Alt tarafı çay ne kadar leziz olabilir ki diye sakın düşünmeyin. Yıllardan beri demlenmeye devam eden bu çay Hasköy’ün adının duyulmasına neden olmuş. Buralara kadar gelip te köz çayını tatmadan gitmeyelim diyerek, sayıları 20’yi bulan kahvehanenin yer aldığı ilçe ana meydanına varıyoruz. Halk adeta çaykolik olmuş, kişi başı günde ortalama 20-25 bardak çay tüketiliyor. Küçük yerden bitme masalar ve taburelerin bulunduğu çok kalabalık bir kahvenin dışarılara taşmış masalarından birine oturduk. Halk hemen etrafımızı çevirdi. Hoş geldiniz “deyip Bize para ödetmiyorlar, siz misafirimizsiniz diyorlar. O sırada Kahramanmaraşlı bir satıcı arabasına son derece düzenli bir şekilde yerleştirdiği, yerel ürünlerini satıyor. Sumak ve daha birkaç baharat alıp sohbet ediyoruz. Bölgeyi dolaşıp ürünlerini satıyormuş. O sırada arabanın plakasını gagalayan bir tavuk dikkatimizi çekiyor. Plakanın üzerine yapışan sinekleri yiyormuş.

Muş’a saat 15.00 civarında giriyoruz. Çok geniş bulvarlı bir caddeden geçerek, otelimize ulaşıyoruz. “Mir Saray otel”. Güler yüzlü bir karşılama. Yerleştikten sonra aşağıya inip, bize otelde yer ayırtan Selam Bey’le buluşuyoruz. İzmir’deki akrabalarından haberler getirdik. Ona kaplıcalardaki karşılaşmadan bahsedince çok şaşırdı. Dünya küçük dedik. Yemek yiyebileceğimiz bir yer var mı? diye sorunca birlikte cadde boyunca yürüdük. Önerisi doğrultusunda, otelden fazla uzak olmayan Ekin Ocak başında, leziz kebaplar yedik. Hep söylediğim gibi Doğu Anadolu’da etin lezzeti bir başka. Biraz sokaklarda dolaştık. Gündüz kaplıcalarda tanıştığımız Mehmet Salih, bizi akşam yemeğine götürdü. Cumhuriyet Caddesinde Elit Restoran, iki katlı, yemekler harika. Sonra da Muş’un gözbebeği, halkın vakit geçirmek için çoluk çocuk akın ettiği Murat Köprüsü parkına geldik. Ertesi gün, gündüz görmeyi planladığımız yeri şimdi gece ışıklar içinde görüyoruz. Şehirden 12km uzakta, Muş-Varto karayolu üzerinde. XIII. yüzyılda inşa edilen tarihi köprü 143m uzunluğunda, 5m genişliğinde ve 12 gözlü. Yapılış tarihi tam olarak bilinmiyor.

Murat nehri tüm ihtişamı ile gürül gürül akıyor. Köprünün ayakları ışıklandırılmış, bir de buna Dolunay eklenince manzaranın tadına doyum olmuyor. Etrafta yürüyüş yolları, parklar, küçük kafeler, restoranlar, süslü faytonlar. Köprünün üzerinde gidip geliyor, şurada da bir fotoğraf çekelim burada da diye ikide bir duruyoruz. Hayran olduk. Sonunda bir kafeye oturup köz üzerinde demlikle gelen çayı içerek, kabak ve Ayçiçek çekirdeği çıtlatıyoruz. Ne keyif. Gece yarısı oldu. Ayrılmak zor geliyor.

Ertesi sabah Muş şehir merkezini görmek istiyoruz. İlk durağımız Kale Mahallesinde XVII. yüzyılda inşa edilen Hacı Şeref Camii. Camiye daha sonradan bazı ilaveler yapılmış. Selçuklu mimarisinin kullanıldığı caminin içi son derece sade. Bakımlı değil. Kare şeklindeki caminin bahçe duvarına bitişik iki tarihi kabir bulunuyor. “Başları Kesik Şehit Kardeşler” etrafı demir kafes ile çevrilmiş. Rivayete göre bu kişiler savaşırken kesilen başlarını koltuklarının altlarına alarak kahramanlıklarına devam etmişler sonra da bugünkü mezarlarının bulunduğu yere gelerek şehit olmuşlar.

Minaresi çok güzel. Onun biraz ilerisinde Alâeddin Bey Camii bulunuyor. XVIII yüzyıl başlarında şehrin valisi Alâeddin Bey tarafından iki renkli kesme taş kullanılarak yaptırılmış. Biraz daha yürüyünce Ulu Camiye varıyorsunuz. Avlusunda yatan Şeyh Muhammed-i Mağribi tarafından yaptırılan Ulu Caminin, mimari özelliklerine dayanarak XIV. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı saptanmış. Caminin dışarı kısmında taburelere oturmuş çay içerek namaz vaktini bekleyen Muşlular bizi görünce hemen buyur ediyorlar. Çoğu İzmir’e gelip, çalışmış. Buradan yukarıya Muş’un tepelerine doğru tırmanıyoruz. Harap ama bir o kadar da değişik Muş evlerinin bulunduğu en eski yerleşim yeri olan mahallelerden geçerek Kale Parkına varıyoruz. Şehre hâkim bir noktada bulunan park yeşillikler içinde. Ulu ağaçlarla dolu parkta bir“Muş Kültür Evi” yapılmış. Bulanık ilçesindeki tarihi bir yapıdan esinlenerek inşa edilen ev Muş kültürünü, gelenek ve göreneklerini sergiliyor. Bizi karşılayan Muş Belediyesinde görevli Mustafa Tuncer, şehri anlatıyor. İçeride üzeri halı kaplı divanlarda oturuyoruz. Muş Belediyesi tarafından hazırlanmış çok güzel bir video gösteriyor. Bayıldık. Muhteşem olmuş. Ancak bu kadar güzel bir tanıtım yapılabilir. Memleketimizin her yeri ayrı bir değer. Biraz daha yukarıya tırmanınca Kale restorana ulaşıyoruz. Şehrin en eski yerleşim yeri olan Muş kalesi artık yok. Tarih boyunca süren birçok istila ve savaşlar sonucunda ne yazık ki kaleden eser kalmamış.

Şehri tepeden seyrediyoruz. Şehr-i Sefa &Cafe Restoranın genç işletmecisi Burak, son derece güler yüzlü ve samimi. Burası bir aile işletmesi. İçerde kendi topladığı yöreye ait antika malzemeleri sergiliyor. Çok güzel.
Yeniden şehir merkezindeki çarşıya iniyoruz. 1307’de Miralay Seyfi Bey tarafından yaptırılan Yıldızlı Han’ı ziyaret etmek istiyoruz ama kilitli. Biz de fotoğraf çekmekle yetiniyoruz. Bina iki katlı, alt kat kesme taştan üst kat ise Selçuklu mimarisine uygun kerpiçten yapılmış. Hanın birinci katı dükkânlar için üstü ise otel olarak kullanılmış. İçinde toplam 52 dükkân bulunuyormuş. Çevredeki kişiler şimdiye kadar harap olan hanın, yakınlarda Belediye tarafından onarıldığını söylüyorlar.

Buraları bir zamanlar Türkler ile Ermenilerin birlikte yaşadıkları mahalleler. Ermenilere ait tarihi Meryem Ana Kilisesini görmek istedik. Kilisenin bir öyküsü var. Kamuya ait olan kilise binasının bulunduğu yer seneler önce açık arttırmayla birine satılmış. Şimdi tekrar kamulaştırmak isteniyormuş ama sahipleri bunu kabul etmiyorlarmış. Ara sokaklardan ulaşmak istedik fakat bir noktadan sonra yürümemiz gerekti. Rastladığımız kişiler gitmemize değer olmadığını, binanın nerdeyse tamamen yıkıldığını söyleyince vazgeçip geri döndük.

Tarihi Murat Köprüsünü bir de gündüz gözüyle görelim istedik. Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzel. Akşam yemeğini çok methedilen Eywan Cağ Kebap’ta yedik. İnanılmaz tatlar. Söylenildiği kadar varmış.