Beste Serim Erbak: Doğu Anadolu Günlükleri – Siirt – Botan Kanyonu

Doğu Anadolu Günlükleri 2022
Botan Kanyonu

Siirt, binlerce yıllık tarihi ile Güney Doğu Anadolu’nun kadim şehirlerinden biri. Bulunduğu bölgenin dağlık ve kayalık oluşu nedeniyle uzun yıllar şehre ulaşmakta zorluk yaşanmış. Petrol ve bakır madeni rezervleri açısından oldukça zengin topraklara sahip. Şehir, şimdi bir şantiye görünümünde. Her yerde inşaat var.

Bu sabah, Osmanlı döneminden bu yana yapılan ünlü Büryan kebabını tatmak üzere midemi hazırladım. Şehrin merkezine gidiyoruz. Tam da merkezde Merkez Büryan Salonu’nun önüne park ediyoruz. İki katlı güzel bir lokanta.
Büryan sözcüğü Farsçadan geliyor. Aslında Büryan sabahın 5’inde kahvaltı olarak yeniliyor, ama biz saati 9.30 yaptığımız için ancak sonuna yetişebiliyoruz. Büryan kebabı, Bitlis ile Siirt arasında bir rekabete dönüşmüş. Her iki şehir de bu lezzetin kendisine ait olduğunu söylüyor. Siirt, Büryan Kebabının patentini alsa da Bitlis iddiasından vaz geçmiyor.

Meydan Büryan’ın ustası, Ömer Eksik kebabın yapılışı hakkında bilgi vermek üzere yanımıza oturuyor ve başlıyor anlatmaya: “Dükkân gece saat bir, bir buçuk civarında açılır. İçeride bulunan, 1,5 – 2 metre derinliğindeki kuyuya odun atılır ve iyice kızarması, köz haline gelebilmesi için iki buçuk saat beklenir. Bu kuyuların iç yüzeyleri ateş tuğlaları ile örülmüştür. 10 cm yükseklik ve genişliğinde olan tuğlalar, arka kısımlarına dökülmüş olan kaya tuzları sayesinde kolay soğumazlar. Tuğlalar birbirlerine çamur ve saman ile sabitlenir. Saman nemi emmek içindir. Üstleri ise çamur haline getirilmiş kül ile sıvanır. Et için, ilkbahar ve sonbahar aylarında 3, 8 bazen 11 aylık ya da iki yılını henüz doldurmamış kuzular seçilir. Kuzunun kemikleri bakır bir kazanın içinde kuyunun dibine sarkıtılarak haşlanır. Kemiksiz olan etler ise askılarda sudan ve tuğlalardan çıkan buhar ile pişer.40 dakika ile üç saat arasında pişirme tamamlanır. Isıya bakarak etin pişip pişmediği anlaşılır.” diye bitiriyor. Bu kadar işlem görmüş bir etin ne kadar lezzetli olduğunu anlatmak için kelimeler yetmiyor.

Yemek yerken karşı masada oturan, sonradan Siirt’in yerlisi olduğunu öğrendiğimiz delikanlı yanımıza gelip bize eşlik ediyor. Sohbet başlıyor. Şehrini, halkını anlatıyor, kültürlerinden bahsediyor. Ümran’ın çarşıda eşarp sattığı bir dükkânı var. Yemekten sonra buluşmak üzere sözleşiyoruz. Aşağıda hesabımızı ödemek istiyoruz ama ödenmiş. Ümran’ın yaptığını anlıyoruz. Oradakiler bu çok normal. Sonuçta siz misafirsiniz diyorlar. Anadolu’nun içten halkı, bize değişik duygular yaşatmaya devam ediyor.
Lokantadan çıkıp hemen sola dönünce battaniye satan bir yer görür görmez içeriye dalıyoruz. Siirt El Sanatları Dünyası Nur Kilimcilik. Kendi imalatları dokumalarına her türlü logo yazıyorlar. Ünlü Siirt battaniyesi, tiftik keçisinden elde edilen liflerden yapılıyor. Tamamen el emeği göz nuru. Çok yumuşak bir dokuma. Siirt’te bu sanat 200 yıldır sürdürülüyor. Biraz alışverişin ardından, Helvacılar çarşısında Ümran’ın küçük dükkânına uğruyoruz. Çaylar, hemen hazır. Ümran bize çarşıyı gezdiriyor. Birçok dükkânın ön yüzleri bir örnek yapılmış. Belli ki restorasyon görmüşler. Siirt sadece battaniye ve fıstığı ile ünlü değil, aynı zamanda menengiç (Çitlembik)yağından yapılan “Bıttım” sabunlarıyla da ünlü. Siirt Sabun Evi’ne girince, tam bir organik sabun cenneti ile karşılaşıyoruz. Eşek Sütü, kil, ardıç katranı, yılan yağı, gül, pirinç, keçi sütü, lavanta sabunları ve daha birçokları… Sahibi Mithat Apari, sabunların yapılışı konusunda bilgi veriyor.Yurt içi ve yurt dışına ihraç ettiklerini söylüyor. Talep fazlaymış. Ortalık mis gibi kokuyor.

Şimdi yolculuk, Botan Kanyonu, Deliklitaş’a doğru. Şehrin güneyinden çıkıp 5km kadar gittikten sonra,“Ras’ıl Hacar(Taşbaşı) Botan Kanyonu” yazan kahverengi tabeladan saparak, toprak bir yola giriyoruz. Yol kötü ama fıstık ağaçları eşliğinde gitmek güzel. Çok şükür ki fazla sürmüyor. Arabayıpark edip,biraz yürüyünce karşılaştığımız manzara karşısında büyülenip kalıyoruz.350m’den fazla yükseklikten, aşağıda tüm haşmetiyle akan Botan Çayı’nı seyrediyoruz. Eski çağlarda yerleşim yeri olarak kullanılan mağaraların bulunduğu bir yer. Kanyona bakan kayaların doğa olayları sonucu oyulmasıyla oluşan Deliklitaş’tan aşağıdaki mavi, yeşil suya bakıyoruz. Bir tarafta yüksek yamaca keyif terasları yapılmış. O sırada güzel bir genç kız elinde bendir, büyük bir eda ile gelip hafif yüksek bir yerden başlıyor çalmaya. Güzel tempo kanyonda müthiş bir yankı yapıyor. Zaman duruyor sadece o ses ve doğa ile baş başa kalıyoruz.Bu sahneyi, bu keyifli anı unutmak imkânsız. Tepedeki restoranda yediğimiz öğlen yemeği ayrı bir zevk.

Buradan Tillo Kalesi, Cam Seyir Terasını görmek üzere şehrin diğer tarafına, Tillo ilçesine gitmek üzere ayrılıyoruz. Tillo Süryanicede “Yüksek Ruhlar” anlamına geliyor. Bu topraklarda onca Evliyanın bulunması nedeniyle olsa gerek. Büyükçe bir kapıdan hafifçe bir yokuş tırmanınca bir parka giriyoruz. Her tarafta ağaçlar, çiçekler, mükemmel… Vadiyi seyretmek üzere kamelyalı oturma yerleri yapılmış. Cam seyir terasına doğru yöneliyoruz. Terasın vadiden yüksekliği 1.100m. Çelik konstrüksiyondan yapılmış ve dışarıya doğru uzanmış cam kısımdan Botan vadisini seyrediyoruz. Ürkütücü ama bir o kadar da güzel. Kaleye gelince, bizim bildiğimiz savunma ya da barınma amaçlı yapılmış bir kale değil bu. Sadece taşların harç kullanılmadan üst üste yığılmasıyla örülmüş, yaklaşık yarım metre eninde, 4 metre genişliğinde ve 3 metre yüksekliğinde bir duvar söz konusu. Duvarın tam ortasında küçük bir pencere bulunuyor. Aslında bu duvarın yapılış amacı çok farklı. Tamamen astronomi ve matematik bilimlerine hizmet ediyor. Hikâyesi şöyle: 1657 yılında Siirt’in Tillo köyünde (Aydınlar ilçesi) doğan İsmail Fakirullah büyük bir din âlimi. Tillo Medreselerinde mühendislik dersleri veriyor. “Anlarsa uzağım yakınımdır, Anlamazsa yakınım uzağımdır ”diyen Fakirullah’ın öğrencisi Erzurumlu İbrahim Hakkı, üstadının mütevazı yaşamına ve ahlâkına hayran. İsmail Fakirullah’ın 1734 yılında ölümünden sonra defnedildiği yere kozmografik özellikleri olan bir türbe yaptırıyor. Din yanında fizik, tıp ve astronomi gibi fen ilimlerine de hâkim olan İbrahim Hakkı, hocasının türbesinin hemen yanı başına on metre yüksekliğinde içinde mercek olan bir kule; türbe ve kuleye yaklaşık 3 km uzaklıktaki tepeye ise harçsız bir duvar-kale inşa ettiriyor. Böylece İbrahim Hakkı’nın “Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyim?” diyerek 257 yıl önce yaptığı ışık düzeneği tamamlanmış oluyor. Her yıl ekinokslarda, dağın arkasından doğan güneşin ilk ışıkları,bu duvarın ortasındaki küçük pencereden süzülerek henüz Tillo sokaklarına ulaşmadan, türbenin yanında bulunan kuledeki aynaya yansıyor ve kırılarak türbenin penceresinden süzülüp İsmail Fakirullah’ın kabrinin başucunu aydınlatıyor. Asırlardır devam eden bu ışık olayı tamamen bilimsel bilgilere dayanıyor. Birkaç dakika boyunca süren bu görselliğe şahit olmak isteyenler ekinoks zamanlarında türbeye akın ediyorlar.1780 yılında ölen İbrahim Hakkı hocasının ayakucuna defnediliyor. İsmail Fakirullah Türbesi ve Işık Kırılma Mekanizması 2015 yılında UNESCO Dünya Geçici Miras Listesine alınmış. Fakirullah’ın türbesinin hemen yanında ilim adamı ve mutasavvıf,Şeyh İb¬ra¬him el-Mü¬ca¬hid’in türbesi bulunuyor. Onu da ziyaret ettikten sonra, Ulu Camiinin civarında eski, temelden yukarıya doğru daralan, üç katlı, küçük pencereli, düz damlı, Tillo taş evlerinden birine rastlıyoruz. Bitişiğindeki yeni yapı ona yaslanmış. Fersah köyüne doğru gittiğimizde, Anadolu’da yetişen büyük evliyadan biri olan Şeyh Muhammed el-Hazin ’in türbesi, güzel bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Tarihi, kültürel ve doğal miras olarak tescilli olan Şeyh El Hazin Türbesi güzel bir bahçede, çokça mezar taşları arasında. Huzur veren bir yer…

Akşam Ümran bizi otelimizde ziyaret ediyor. Otelin caddeye bakan masalarında oturup sohbet ediyoruz. Siirt fıstığı getirmiş. Bir de buranın hatırası olarak gaz lambası. Çok hoşumuza gitti. Ne güzel insan.
Ertesi sabah, Siirt’e gezemediğimiz bazı yerleri ziyaret ettikten sonra şehirden ayrılmayı planladık. Şehir merkezinde, 1905 yılında Alâeddin Paşa tarafından yaptırılan tarihi saat kulesi bulunuyor. Önceleri, Ulu Cami’de yer alan ve üç kuşaktır aynı aile tarafından bakım ve onarımı yapılan yaklaşık 250 yıllık tarihi saat, 1974 yılında Ulu Cami’den sökülerek, 72 basamakla çıkılan saat kulesine yerleştirilmiş.

Siirt’in ağaçlarla çevrili dar sokaklarında kayboluyoruz. Aniden karşımıza çıkıveren Ulu Camii, gerçekten muhteşem bir yapı. Minaresi ve üzerindeki işlemeler, Özbekistan’da gördüklerimize çok benziyor. Caminin ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmiyor. Kitabesinde yazılanlara göre, Yapı 523’te Selçuklu Hükümdarı tarafından genişletilmiş ve külliye haline getirilmiş. Osmanlı Devleti zamanında da çeşitli onarımlar görmüş. Kiliseye benzer kısımları bulunuyor. İlk yapıdan tam olarak sadece kubbeleri taşıyan orta ayaklar ve minare kalmış. Diğer bölümler sonradan ilave edilmiş.

Camiyi gezdikten sonra arabayı park ettiğimiz yerde küçük taburelere oturmuş sohbet eden taksi şoförlerinin çay davetini kıramayıp, onlara eşlik ediyoruz. Caddenin kenarında satılan çok değişik bir kavun türü ilgimi çekti. Ekşi, tatlı karışımı mayhoş bir tadı olan Siirt kavunu. (Cefan Kavunu). Sıra Siirt’in Baykan ilçesinde bulunan Anadolu’nun değerli velilerinden Veysel Karani’nin türbesine gitmekte. Türbe büyük bir alana yapılmış. Yarım ay planında sütunların çevirdiği bir parkın içinde. Etrafında buraya gelip, dua ettikten sonra dilekleri gerçekleşenlerin alması için birçok şeker dükkânı bulunuyor. Rengârenk bir ortam. Çok kalabalık. Geceyi Bitlis’te geçireceğiz. Yolda tek gözlü tarihi Çarpıran köprüsü bana inanılmaz zarif geldi.16.yüzyılda inşa edilen köprü, Bitlis çayına dökülen ama şimdi kurumuş olan bir derenin üzerinde. Roma döneminden kalmış yapı düzgün kesme taş kullanılarak yapılmış. 2006 yılında restore edilmiş. Karayolu köprüye biraz uzak bir noktadan geçiyor. Köprü öylece yol kenarında duruyor.