Beste Serim Erbak: Dominik Cumhuriyetinin Gizemleri 1 – Santo Domingo – Kelebekler Ülkesi

Dominik Cumhuriyetinin Gizemleri 1 / Santo Domingo / Ocak 2020
Kelebekler Ülkesi

Misterios de la República Dominicana / Tierra de Mariposas Atlantik Okyanusu ve Karayip Denizi ile çevrili tropik Hispanyola Adasını Haiti Cumhuriyeti ile paylaşan Dominik Cumhuriyeti, dünyanın en iyi plajlarına, muhteşem tatil köylerine sahip. Ülke Karayiplerin en popüler tatil beldesi olarak tanınıyor. Porto Riko, Küba ve Jamaika ile çevrili. Başkenti Santo Domingo. Burası 1492 yılında Kristof Kolomb’un Yeni Dünyayı keşfi sırasında ilk ayak bastığı yer. O zamanlar Ozama nehri kıyısına kurulmuş Santo Domingo’ya ilk yerleşen
sömürgeci İspanyol tüccarlarmış. İspanyollar aynı Küba’da olduğu gibi Afrika’dan köleler getirterek plantasyonlarda şeker kamışı üretimi yapmaya başlamışlar. Bir dönem İngilizlerin de yerleştiği Dominik Cumhuriyeti, 1844’te bağımsızlığını ilan etse de buna pek izin verilmemiş ve İspanyollar yeniden egemen olmuşlar. En son 1916’da ABD ülkeyi işgal etmiş. Daha sonra 1930’da yapılan bir darbe ile dikta rejimi başlamış.

Tarihinde verdiği uzun mücadeleler sonunda Cumhuriyet yönetimine geçebilen ülke, halen 2016’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerini 2. kez kazanan Danilo Medina liderliğinde yönetiliyor. Benim Dominik Cumhuriyetine olan ilgim, Mirabal Kardeşlerin öyküsünü okumam
ile başladı. 1930 yılında darbe ile idareyi ele geçiren diktatör Trujillo ülkedeki karanlık günlerin başlamasına neden olmuş. Trujillo’ nun 30 yıl süren iktidarı boyunca halk her türlü baskı ve zulüm ile ezilmiş. Üç kız kardeş, Mirabal kardeşler ve eşleri bu yönetime karşı örgütlenmişler. Kız kardeşler başkaldırıları yüzünden birçok kez tutuklanarak, işkenceye maruz kalmışlar ama yılmamışlar. Hatta Trujillo bir konuşmasında ülkede sadece iki sorun olduğundan bahsetmiş. Kilise ve Mirabal kardeşler… Üç kız kardeş türlü işkence yapıldıktan sonra bir uçurumdan atılarak öldürülmüş. Mirabal Kardeşlerin öldürülmeleri Dominik’te büyük bir
ayaklanmayı tetiklemiş. Halkın direnişi güçlenmiş ve bir yılın sonunda diktatörlük devrilmiş. Patria, Minerva ve Maria Teres kardeşlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi ancak ölümlerinden sonra sonuçlanmış.1960 yılında öldürüldüklerinde çok genç 25, 35 ve 36 yaşlarındaymışlar. Mirabal Kardeşler tarihte “Kelebekler” diye anılıyorlar. Atıldıkları uçurumdan binlerce kadın kelebeğin Dünyaya yayıldığına ve Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadelenin başladığına inanılıyor.

1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı Mirabal kardeşlerin öldürüldükleri gün olan 25 Kasım’ı, “Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü” kabul etmiş. 1999’da ise Birleşmiş Milletler tarafından, 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edilmiş.

Dominik Cumhuriyetinin para birimi Dominik Pesosu üzerinde Mirabal kardeşlerin resmi bulunuyor.

Küba’dan Dominik’e, her iki ada arasında sefer yapan İnterCaribbean Airways’le uçacağız. Gün içeresinde fazla uçuş yok. Bu nedenle biletlerimizi Türkiye’den aldık. Doğrusu bu iyi olmuş. Son anda yer bulmak çok zor.
21 Ocak, Salı sabahı erkenden havaalanına gidebilmek için bir gece öncesi Eski Havana’dan kaldığımız yere bizi getiren Coco taksinin şoförü ile konuşmuştuk.

Sabah çok erken havaalanına gitmek zorunda olduğumuz için taksi bulmak pek kolay değil. Şoför telefonda biriyle konuştu ve ertesi sabah saat 5’te eniştesinin geleceğini söyledi. Hatta bizden ücret almak istemedi yarın ona toptan verirsiniz dedi. Acaba gelir mi diye düşünerek biraz endişelendik ama tam vaktinde geldi.

Biz bu arada yanımıza sadece küçük bir valiz aldık. Diğer eşyalarımızı Casa’da bıraktık. Dönüşte bir gece daha burada kalacağız. Küba çok güvenli bir ülke. İnanmakta zorlanıyoruz. Küba’ya gelen gezgin şanslı. Mavi renkte, 1955 Plymouth marka Amerikan arabasıyla, José Martí Uluslararası Havaalanına vardık. Artık Dominikliler ile seyahat edeceğiz. Uçağımız 9’30’da.
13.05’te Santo Domingo “Las Americas” havalimanına ineceğiz. Dominik saati Türkiye saatinden 7 saat daha ileride. Küba ile Dominik arasında saat farkı yok.

Uçuş 3,5 saat sürüyor. Uçak tıka basa dolu. Sadece su ikram ediliyor. Küba gibi burada da konuşulan dil İspanyolca. İspanyolların tarihte birçok sömürgesi olması dillerinin geçerli olduğu ülke sayısının fazla olmasıyla doğru orantılı.
Aslında bilet alırken Haiti’ye de gitmeyi düşünmüştük ama hem zamanın kısıtlı olması hem de başkent Port-au-Prince’ te güvenliğin fazla olmaması nedeniyle bu geziyi daha başka bir zamana bıraktık. Uçakta Dominik’e inmeden önce bir form doldurduk. Dominik, Türklerden vize istemiyor. Gümrükten kolayca geçtik. Havaalanı ferah. Beyaz rengin hâkim olduğu duvarlarda Dominik’in ilk yerlilerin
kullandıkları ağaçtan oyma kayık örnekleri puro üretiminde kullanılan malzemeler, fotoğrafların olduğu koridorlardan geçerek dışarıya çıktık. Havaalanı şehir merkezine 42 dakika uzaklıkta.

Santo Domingo’da tanıdığımızın evinde misafir kalacağız. Çıkışta Dominik pesosu aldık. Kalacağımız evin torunu Maribel bizi karşılamaya gelmiş. Çok cana yakın ve güler yüzlü bir genç kız. Şehre giden otoyol ile Karayip Denizinin güzel manzaraları ve palmiye ağaçları eşliğinde kalabalık, bol gürültülü Santo Domingo’ya vardık. Santo Domingo Yeni Dünyanın en eski şehri olma özelliğini taşıyor. İki katlı çiçekler içindeki evin üst katını bize ayırmışlar. Hiç vakit kaybetmek istemediğimiz için Maribel ile Santo Domingo’nun en eski yerleşim bölgesine “Zona Colonial” e gitmek için yola koyulduk.

UNESCO tarafından 1990 yılında Dünya Mirası olarak kabul edilen şehrin sömürgecilik dönemimden kalma bu tarihi bölgeyi en ince detayına kadar gezmeyi planlıyoruz. Aile tarafından buraların güvenli olmadığı konusunda uyarıldık. Hatta pasaportlarımızı ve paramızın bir kısmını evde bıraktık. Hırsızlığın çok olduğunu söylediler. Bu nedenle, yakın da olsa Santo Domingo’da her yere taksi ile gittik. Tabii taksinin ailenin tanıdığı olduğunu söylemeye gerek yok. Küba’dan sonra bizim için bu önlemler hiç kolay olmadı.

Önce “Bağımsızlık Parkı” Parque Independencia’ya gidiyoruz. Vatan Sunağını “El Altar de la Patria” göreceğiz. Dominik Cumhuriyeti’nin kurucuları Francisco del Rosario Sánchez, Juan Pablo Duarte ve Ramón Matías Mella’nın mozolesinin bulunduğu yer. Tarihi kapıdan içeri giriyoruz. Kale,1502 yılında İspanyollar tarafından Ozama Nehri’ne bakan şekilde inşa edilmiş. Amerika’daki Avrupa kökenli en eski resmi askeri yapı. Kalenin bu kapısı Puerta del Conde veya Puerta del 27 de Febrero olarak adlandırılıyor. Sömürge Bölgesi olarak bilinen antik surlarla çevrili Santo Domingo şehrinin giriş kapısı. Önünde yuvarlak tuğladan yapılmış sömürge muhafız kulübesi bulunuyor. Burası 1884’te Haiti’den ayrılan Dominik’in bayrağının çekildiği ilk yer. Tarihi kapının üzerinde Dominik bayrağı dalgalanıyor. Kapıda nöbet tutan Ulusal Muhafızlar olarak bilinen üniformalı bir muhafız hiç kıpırdamadan nöbet tutuyor. Aslında belli saatlerde bayrak töreni yapılıyormuş ama biz rastlamadık. Parktaki yürüyüş yolunda özellikle yere döşeli kırmızı parke taşları dikkat çekiyor, mükemmel bir şekilde sıralanmışlar. Park yüksek ağaçlarla kaplı, yemyeşil. Biraz
ortaya doğru yürüyünce taşların arasında bir yıldız şekli görülüyor. Burası coğrafi açıdan sıfır noktası olarak kabul ediliyormuş. Yollar, tüm sokak ölçüleri buraya göre planlanıyormuş. En sondaki mermerden modern anıtsal yapıya gelinceye kadar sağlı sollu yüksek kaidelerin üzerine büstler sıralanmış… 1844’te Ülkenin bağımsızlığı için savaşan Dominik Kurtuluş Savaşı kahramanlarının büstleri.

Biraz daha ilerleyince Dominik Cumhuriyetinin kurucuları adına yapılmış olan devasa mozolede “Los Trinitarios” diye adlandırılan Juan Pablo Duarte, Francisco del Rosario Sánchez ve Ramón Matías Mella’nın devasa beyaz mermer heykelleri ve mezarları bulunuyor. 1976 yılında mimar Cristian Martinez Villanueva tarafından tasarlanmış olan yapıt yüksek sütunlar üzerine oturuyor.
Vatanseverlerin anısına hiç sönmeyen bir de ateş göze çarpıyor. Çıkışta El Conde yaya caddesine doğru yürüyoruz. Amerika’nın ilk ticari caddesi 500 yıldan fazla bir geçmişin içindeyiz. Caddenin başlangıcında Albay Caamaño Deñó’nun yaklaşık 3 metre yüksekliğinde bronz heykeli bizi karşılıyor. Heykel, Nisan 1965 devrim kahramanı Albayı Dominik Cumhurbaşkanı olarak göreve başladığında ilk
konuşmasını yaparken, başkanlık yemini etmesini gösteriyor. Caddede rengârenk geleneksel giysileriyle 3m boyunda heykelsi yüzü olmayan oyuncak bebek gibi Dominik kadınını simgeleyen bir sergi var. Her biri farklı sanatçılar tarafından yapılan, 12 heybetli heykelin yer aldığı sergi çok ilgi çekici. Oldukça kalabalık. Caddenin her iki tarafına dükkânlar sıranmış. Giysi ve ayakkabı satan mağazalar; hediyelik eşya dükkânları, sanat galerileri, kuyumcular, tütüncüler, eczaneler, sokak satıcıları, eski kitap satıcıları ve daha birçokları. Özellikle elde yapılmış tahta eşyalar ve doğal taş ya da deniz ürünlerinden yapılmış orijinal takılar mükemmel. Restoranlar, kafeler… Domino, satranç veya dama oynayan küçük gruplar. Özellikle domino Dominik Cumhuriyetinde sadece bir oyun değil sanki bir yaşam biçimi. Her yerde, her yaşta kadın erkek herkes domino oynuyor. Ayrıca burada ahşap balkonlu, demir parmaklıklı sömürge dönemi evleri ve 20. yüzyılın başlarından kalma Art-Deco mimarisine sahip güzel binalar bulunuyor. Özellikle duvarlara sıralanmış satılık yağlıboya tablolar ilgimi çekiyor. Ne çok ressam var.

Dominik purosu ile ünlü. Her yerde satılıyor. Kendileri sarıyorlar. Sokağın sonunda 1502 yılında Belediye Başkanlık konutu olarak inşa edilmiş ve bugün gayet güzel restore edilmiş binanın “Palacio Consistorial” önünde Kristof Kolomb’un kardeşi Santo Domingo valisi Don Bartelom Colon’un büstü bulunuyor. Beyaz binanın sütunları arasında pandomim yapan sanatçılar, değişik görüntüler oluşturuyor.

Dominik’te dikkatimizi hemen çeken ilk şey çok yüksek sesle müzik dinlenmesi. Oldukça fazla gürültü kirliliği var. Colon Parkına doğru yürüyoruz. Güvercinler, dolaşan, banklarda oturan halk ve Kristof Kolomb’un heykeli. Parka bakan ve 1521 yılında yapılan Amerikan’ın ilk katedrali Catedral Primada de America olarak bilinen gotik ve barok mimarisi ile göze çarpıyor. Devasa ağaçların gölgesinde serinlemeye çalışan halk, oynayan çocuklar. Buradan geze geze sahile doğru iniyoruz. Ve George Washington Caddesi üzerinde bir dev heykel daha. Bu heykel beni çok etkiledi, hayran kaldım, âdeta büyülendim diyebilirim.15 metre yüksekliğinde bronz Fray Antón de Montesinos Anıtı. 1983 yılında Meksika tarafından Dominik Cumhuriyetine bağışlanmış. Heykel Santo Domingo limanına
bakıyor.

Fray Antón de Montesinos (1480-1540), sömürgecilerin, Christopher Columbus’un Amerika’yı keşfi sırasında, Hispaniola adasında bulunan yerlilere yaptıkları kötü muamele ve zulme karşı savaşan Dominikli bir rahipmiş. Adeta bütün dünyaya yapılan bu kıyımı haykırıyor. Heykel tam bir kompleksin üzerinde. Tek elini ağzına siper etmiş Malecon’dan denize doğru haykırıyor. Okyanuslar onun sesini tıpkı kelebeklerin uçuşu gibi başka yerlere götürüyor. Heykel uzun süre bakımsız kalmış ama daha sonra yetkililer tarafından restore edilmiş.

Artık yavaş yavaş akşam çöküyor. Sahile kordona Malecon’a iniyoruz. Güzel bir yerde akşam yemeği yemek için dolaşıyoruz Maribel bize D’Louis restoranı öneriyor. Hakikaten yemekleri nefis. Restoran deniz kıyısında. Önümüzde Karayipler, nefis bir akşam. Eve dönmek istemiyoruz. Ama çok yorulduk. Yarın gene yoğun bir gezi programı bizi bekliyor.