Dominik Cumhuriyetinin Gizemleri- 4
Samaná / Kuzey Atlantik Okyanusunun Kambur Balinaları
Misterios de la República Dominicana
Bugün sabahın beşinde, erkenden uyandık. Mango sularımızı keyifle yudumladık. Gideceğimiz Samana yarımadası buradan yaklaşık iki buçuk saat uzaklıkta olduğu için acele etmemiz gerekiyor. Samaná’dan bota binip okyanusa açılacağımız yer de oradan 20 dakika sürüyormuş. Kuzey Atlantik Okyanusunda kambur balinaları göreceğiz. Yaşayacağımız bu macera eşine az rastlananlardan olduğu için çok heyecanlıyız.
Samaná Dünya’nın en fazla palmiye ağaç türlerinin bulunduğu bir yarımada ve Dominik’in en el değmemiş yerlerinden biri. Dominik’in kuzey doğusunda yer alan Samana Eyaletinde Las Terrenas, Las Galeras kasabaları doğal güzellikleri ile Dünyaca ünlüler. Santa Bárbara de Samaná, Samana Eyaletinin baş şehri. Eski şehir UNESCO Dünya Mirasına alınmış. Kristof Kolomb Yeni Dünya’nın keşfi sırasında burada konaklamış. Samana’ya ilk yerleşim ise ancak 1756 yılından sonra yapılmış.
Samana Körfezi bir süre korsanların barınağı olarak kullanılmış. Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart da buralara kadar gelmiş. En son olarak Amerika’dan kaçarak özgürlüklerine kavuşan Afrikalı kölelerin ve Kolomb ile birlikte İspanya’dan gelen halkın da buraya yerleştiği düşünülürse, Samana birbirinden çok farklı kültürlere ev sahipliği yapmış. Ayrıca Samana körfezi Deniz Memelilerini Koruma Alanı’na ev sahipliği yapıyor. Santa Bárbara de Samaná, güzel manzaraları ve plajları ile önemli bir turizm cenneti. Karayipler bölgesinde Kuzey Atlantik Kambur Balinaları izleme turlarının yapıldığı yer. Eko-turizm, doğal güzelliklerin merkezi. Samana ’da bir havaalanı var.
Presidente Juan Bosch adıyla da bilinen Samaná El Catey Uluslararası Havaalanı sayesinde turizm iyice canlanmış.
Dar bir asfalt yolda ilerlerken gün ağarıyor. Geçtiğimiz yerleşim yerlerinde öğrenciler formaları sırt çantaları ile okula gidiyorlar. Doğa muhteşem. Santa Barbara’ya vardığımızda ortalık iyice aydınlandı. Avenida de la Marina’da rengârenk boyanmış kolonyal dönemin mimarisi ile yapılmış Hollanda tipi evler hemen dikkatimizi çekiyor. İlk işimiz öğleden sonra Caraibe Tours’dan Santo Domingo bileti almak oldu. Zira buradan döneceğiz. Meydandaki Balina heykeli buranın en güzel aktivitesini simgeliyor. Manzara muhteşem.
Deniz kenarına geldiğimizde uzaktan körfezin iki yakası arasında bulunan küçük adacıklardan geçip iki yakayı birbirine bağlayan Santa Barbara (Los Puentes) yaya ya da bisikletle geçilebilen köprü görülüyor. Şehrin simgesi olan betondan yapılmış bu köprü 1970 yılında tamamlanmış. Köprü ilk defa Napolyon tarafından tasarlanmış ama daha sonra değişik bir plan uygulanmış. Üzerinde yürümek çok isterdim ama ne yazık ki böyle bir zamanımız yok. Deniz kıyısındaki parkta Samana yazan büyük harflerin önünde poz veriyoruz. Bu artık klasik oldu. Her yerde böyle bir yazı var. Harfler çeşitli resimlerle süslenmiş.
Bir balina heykelinde fotoğraf çekmeye devam ederken Kambur Balina turu satmak isteyen motosikletliler etrafımızda dolaşıyor. Burada pazarlık devreye giriyor. Fiyatlar yüksek ama bizim Dominikli arkadaşlar hiç yılmıyorlar. Kıyasıya pazarlık. Aslında limandan kalkan tekneler var ama onlar çok pahalı. Neyse sonunda anlaştılar. Hemen arabaya binip teknenin kalkacağı yere geldik. Küçük tahta bir köprüden küçük bir tekneye bindik. Bir satıcı Dominik Cumhuriyeti’nin milli içeceği olan Mamajuana satıyor. Ağrılara, acılara çare olduğu düşünülen hatta afrodizyak etkisi olduğu söylenen çeşitli otların içine Rom kırmızı şarap, bal ilave ediliyor. Onlar kuru otların olduğu şişeleri satıyorlar. Dominik’in ilk yerlileri Taino Kızılderilileri tarafından yapıldığı söylenen bu içki tüm turistler tarafından satın alınıyor. Bana nasip olmadı desem.
Hepimiz can yelekleri takıyoruz. Motoru kullanan bir kişi, bize bilet satan bir diğeri ve Deniz Memelileri Koruması ile ilgilenen resmi bir görevli de tekneye biniyor. Okyanusa açılıyoruz. Doğa muhteşem. Küçük küçük adalar üzeri yemyeşil ağaçlarla kaplı. Buralarda muazzam bir biyolojik çeşitlilik söz konusu. Büyüleyici. Balinalar 50 Milyon yıllık evrim süresince sudaki yaşama tam olarak uyum sağlamış canlılar. Binlerce yıldır aynı göç yolunu izliyorlar. Kambur Balinalar bu sulara doğum için Ocak ve Mart ayları aralığında geliyorlar.10 – 16m uzunluğunda 40 -100 ton ağırlığındalar. Sayıları 80 bine yakın. Yaşama süreleri ise 50-60 yıl. Kambur balinaların dişleri yok. Onun yerine ağızlarında tarak şeklinde plakalar var. O kadar ağırlıklarına rağmen akrobatik hareketlerle yüzebiliyorlar. İnleme sızlanma, horlama hatta çığlık sesi çıkarabiliyorlar. Biz işittik, kaydettik. Göç sırasında 25.000km yol kapıyorlar.
Dünyanın kuzeyindeki sulardan Orta Amerika ve Hawaii çevresindeki sıcak sulara geliyorlar. Bu sularda doğum yapıp yavrularıyla yüzüyorlar. Karın kısımları ve kuyruklarında bazı bölümler beyaz. Bilim adamları Balinaların zekâsının olduğunu söylüyor. Tekne bata çıka ilerliyor. Kaptan bir yere gelince motoru durduruyor, okyanusun ortasına demir atıp bekliyoruz. Bir de bakıyoruz bizim gibi birçok tekne var. Hepsi durmuş balinaların çıkmasını bekliyor. En ufak bir kıpırtıda tekneler oraya doğru yöneliyor. Aslında ürkmedik desem yalan olur. Neticede balina teknenin kaç misli. Ama sonunda yavrusuyla görünüyor. Sesini duyuyoruz. Türkiye’den gelen dostlara “Merhaba” diyor. Kuyruğuyla suyu dövüyor. Şov yapıyor. Yükselmesi için bağırıyoruz. Bu inanılmaz bir deneyim.
Orada epeyce kalıyoruz. Sonra yavrusuyla uzaklaşıyor. İspanyolca deyişle balinalar (Las Ballenas)bize kendilerini gösterdiler. Şimdi rotamız Cayo Levantado. Bu küçük adacık plajı ve doğasıyla ünlü.1970’lerde burada Bacardi içki reklamı çekildiği için Bacardi Adası diye de geçiyor. Adacık aslında 2006 yılından beri Luxury Bahaia Principe Cayo Levantado Resort tarafından işletiliyor. İskeleye yanaşınca muhteşem oteli görüyorsunuz. Plaj halk plajı. Zaten tekneler belirli saatlerde yanaşıp sonra dönüyorlar. Deniz bir mücevher gibi parlıyor. Bembeyaz kumsal yeşil mavi sular. Tropikal cennet. Sanki bir film karesindeyiz. Burada yemek yiyip denize gireceğiz. Palmiyeler uzun kumsallara doğru eğilmiş. Girişte ellerindeki şapkaları satmaya çalışan satıcılar bizi karşılıyor. Palmiye ağaçlarının yapraklarından yapılan şapkaları satmak istiyorlar. Gerçekten çok orijinal. Ama çok ağır. Seyahatimizin başındayız diye almak istemedik. Bir patikadan ilerleyince yerel ürünlerin sergilendiği sağlı sollu satıcılar ile karşılaşıyoruz. Rengârenk ürünler. Tahta oymalar, balina resimlerinin çizildiği el yapımı tişörtler, bilezikler ve daha neler neler… Palmiye ağaçlarının gölgesinde ilerliyoruz. Restoranların bulunduğu alana geldiğimizde yine Dominikli arkadaşlarımız pazarlık yapıyor ve bir restorana (Ballena Blanca) oturuyoruz. Yemekler hemen gelmeyeceği için ananas suyu içip muhteşem turkuaz plaja gidip yüzüyoruz. Şezlonglar ücret karşılığında kiralanıyor. Kristal sulara kendimizi atıyoruz. İnce, beyaz, berrak kumlar mükemmel. Mavi ve yeşilin her tonu. Rüya gibi. Yemekte balıklarımız Hindistan cevizi soslu. Nefis.
Ayrıca Tostones (Kızarmış yeşil olgunlaşmamış muz) ve salata. Yemekten sonra tekrar denize giriyoruz. Doyamıyoruz. Öğlene doğru çok kalabalık oluyor. Tüm tekneler yanaşıyor. Biz erken gelmenin avantajını yaşıyoruz.
Masaj yerleri dikkatimi çekiyor. Keşke zamanımız daha fazla olsaydı. Artık dönüş vakti. Otobüsümüz saat 6’da kalkıyor. Ancak yetişeceğiz. Arkadaşlarımızla vedalaştıktan sonra yorgun bir halde otobüsümüze biniyoruz. Hala gördüğümüz güzelliklerin etkisindeyiz. Üç saat süren bir yolculuk yaparak Santo Domingo’da güneşi batırdık. Yarın Havana’ya geri döneceğiz. Dominik’e doyamadık. Çok güzel bir Ülke. Doğayı betimlemede sözcükler yetersiz kalıyor.