Beste Serim Erbak-Eğirdir-Yalvaç (Pisidia-Antiocheia) Eflatunpınar-Beyşehir

Eğirdir’i nedense Eğridir olarak bilirdim. Belki de böyle söylemek kolay olduğu için. Eğirdir adının nereden geldiğini araştırdım. Anlatılanlara göre eskilerde burada göl yokmuş. Bir bahar mevsimi çok fazla yağmur yağmış. Günlerce devam etmiş. Dindiğinde bir nine kapısının önüne oturmuş, başlamış yün eğirmeye. Bu sırada da dağlardan inen sular sel olmuş inmeye başlamış. Herkes kaçışmış. Nineye de sen de kaç canını kurtar demişler ama o bunları işitmemiş, yün eğirmeye devam etmiş. Dağlardan gelen sular göl oluşturmuş. Halk da göle ninenin adına Eğirdir demiş. Efsaneleri çok seviyorum. Kim bilir belki de gerçektirler. Akşam 19.00 civarında Eğirdir’e girdik.

Isparta’ya çok yakın. Yol önce bir dağa tırmanıp sonra iniyor. Tam da inişte göl tüm güzelliğiyle gözüküyor. Dağda yazılan yazıdan burada bir askeri birlik olduğu anlaşılıyor. Gece karanlığın çökmesiyle manzarayı görmek zorlaşıyor. Hevesimizi ertesi güne saklıyoruz. Merkezde bir Öğretmen Evi buluyoruz. Biri yerini iptal ettiği için biz kalabiliyoruz. (İki kişi 45 TL )Şu sıralarda Eğirdir Su Şenlikleri olduğu için hiçbir yerde yer yok. Öğretmen Evi kalenin eteğinde. Resepsiyondaki görevli bu akşam şiir dinletisi olduğunu söylüyor. Çok hoşuma gidiyor. Balık yiyeceğimiz bir yer sorunca Yeşil Ada diyorlar. Eğirdir Gölünde birbirine bağlı iki ada var. Bu adalar da ana karaya bağlı. Denilenlere göre adaları karşınıza, dağı sırtınıza aldığınızda lodos eserse adaların sol tarafı (Yazla tarafı )dalgalı, adaların sağ tarafı ( Kemik Hastanesi tarafı)sakin olurmuş. Poyraz eserse adaların sol tarafı sakin, sağ tarafı ise dalgalı olurmuş. Bunun nedeni ise rüzgârın dağın iki ayrı tarafından esmesi ve rüzgârlara set olmasıymış.

Burada epeyce de pansiyon var. Eğirdir bu yörenin turistik merkezi. Eski, restore edilmiş evler dikkatimizi çekiyor. Melodi Restoran’da göl levreği yiyoruz. Çok leziz. ( 55TL )Anadolu’nun pek çok yerinde içki içilmiyor. Ne yazık ki artık böyle. Ama burada balık ile içkimizi içiyoruz. Yandaki masada asker aileleri var. Göl karanlıkta bir başka güzel. O kadar büyük ki deniz izlenimi veriyor. Küçük bir yer olduğu için hangi caddede yürürseniz ilk geldiğiniz yere ulaşıyorsunuz. Göl kenarında yürüyüş yolu yapılmış. Her taraf yeşillik, park. Yolun sonunda bir okul var. Bahçenin giriş kapısı bir tarihi sütun kullanılarak yapılmış. Okulun hemen yanında dik bir yokuşla tarihi bir Eğirdir evine varıyorsunuz. Tahta malzemenin kullanıldığı bir yapı. Merkezde Dündar Bey Medresesi az da olsa restore edilmiş. İçerde gül ürünleri satan dükkânlar var. Hızır Bey Camii’nin giriş kapısı oldukça süslemeli. Dışarıda Göl kenarında kahve içiyoruz. Doğal gül ürünleri satan Rosenöl, yolun bitiminde görülüyor. Bu marka Isparta’da sık sık göze çarpıyor. Hava çok güzel. Göl olduğunu bilmesem deniz kenarında oturuyorum sanırım.

Su Şenliklerinin yapıldığı yere doğru ilerliyoruz. Bu şenlik Eğirdir’e bayağı bir hareket getirmiş. Bir bakıyorsunuz bisikletli sporcular, bir bakıyorsunuz yelkenliler. Ne hoş. Adalar ağaçlıklı yolla ana karaya bağlanmış. Solda değişik bir park görüyoruz. Değişik diyorum çünkü birçok modern heykel var. Parka bakan bekçiyle sohbet ediyoruz. Bu heykellerin ne olduğunu neden buraya konulduğunu bilmiyor. Bir açıklama da yapılmamış. Belki benim yazımı okuyan heykeltıraşlardan biri bu konuda bilgi verebilir diye düşünüyorum. Öyle ya da böyle park içindeki bitkiler ve heykelleriyle çok güzel. Saat 11 00 civarında Eğirdir ’den Yalvaç’a hareket ettik. Gölün etrafını dolaşan yolu izliyoruz. Yolda mısır kaynatan satıcılar var. Birinde durup alıyoruz. Çok leziz. Saat 13.00’te Yalvaç’a vardık. Şirin yeşillikler içinde bir yer. Önce Yalvaç Müzesini gezdik. St. Paul ( Hıristiyanlığın yayılmasında büyük katkıları olan misyoner)bu bölgeyi de ziyaret ederek bir kilise kurmuş. Bu azize ait resimler müzede yer alıyor. Öğle yemeğini çarşı içinde bir lokantada yedik. Kuru fasulyenin tadı damağımda kaldı. Buradan Antiocheia Antik Kenti’ne doğru yol aldık. Önce su kemerlerini gezdik. Gerçekten şimdiye kadar gördüğüm en muhteşem su kemerleri. Oldukça geniş bir araziye yayılmış. Yalvaç Antik Kenti ise beklediğim kadar güzel değil. Kazı çalışmaları devam ediyor. Açıkçası biraz hayal kırıklığı yaşadım.

Beyşehir güzergâhında gidiyoruz. Beyşehir’e 15 km kala solda Sadıkhacı sapağından geçerek Eflatun Pınar’a varıyoruz. İşte tam da görülecek yer. Beni çok etkiledi. Hitit döneminden kalma. Hakikaten suyun rengi eflatun. Buz gibi. Burası çok önemli bir dini merkezmiş. Kayalara oyulmuş figürler var. Ama benim en çok hoşuma giden yandan bakıldığında tek bir kaya gibi gözükmesi. Ancak ön tarafa geçildiğinde figürleri fark edebiliyorsunuz. Epeyce vakit geçirdik. Oradaki köylülerle konuştuk. Bu yörede her yerden su fışkırdığını söylüyorlar. Bize tarhana kurusu ikram ediyorlar. Bunları kışın tüketiyorlarmış. Beyşehir’in girişinde Eşrefoğlu Camii tahta sütunlarıyla gerçekten görülmeye değer. İnsanın içini ferahlatan bir görünüm. Caminin içinde kışın toplanan karların konulduğu karlık denilen bir çukur var. Bu çukur yaz aylarında buzdolabı görevi görüyormuş. Beyşehir suların aktığı Taşköprü’sü ile bir başka güzel. Konya Ovası’nı sulamak için yapılmış. Işıklandırma harika. Suyun her iki kenarında kafeler, lokantalar sıralanmış. Gece Ali Bilir Otel’de kalıyoruz. Göl manzaralı. Oldukça temiz ve güzel. Zaten sokağın adı da Ali Bilir sokak. Anlaşılan buranın eski bir ailesi. Akşam Yalı Balık Evi’nde göl kenarında yiyoruz. Göllere fena alıştık. Ertesi sabah otelin baktığı meydanda bir antikacı görüp sohbet ediyoruz. Beyşehir’i sevdim.