Beste Serim Erbak: Farklı Dünya Küba- Havana

Farklı Dünya Küba- Havana 2020
Mundo Diferente Cuba- La Habana 2020

Küba maceram bende derin izler bıraktı. Böyle bir ülkeye gidebilmek, havasını solumak halkın düşünce yapısına şahit olup yaşamak nasıl bu kadar anlam dolu olabilir.O kadar farklı değerlerle yaşamış o kadar farklı düşünce yapısı geliştirmişiz ki böyle bir düzenin olabileceği konusunda inancımızı yitirmişiz anlaşılan. Kitaplar okumak, filmler seyretmek, seyahat yazıları incelemek tamam da gerçeğe şahit olmak, inanılmaz.

Seyahate çıkmadan önce Küba Turizm Bakanlığına sosyal medya üzerinden bir yazı yazdım. Öğretmen olduğumu kız kardeşim ile Küba’ya bir seyahat planladığımı belirttim ve bana yardımcı olmalarını istedim.Hemen yanıt geldi.
İstanbul’da bir telefon numarası verdiler.Ertesi gün konuştuğum kişi İzmir’de oturmam nedeniyle beni İzmir’deki “José Martí Küba Dostluk Derneği”ne yönlendirdi. Konuştuğum Didem Hanım, Havana’da bir Kübalı bayanın numarasını
verince onunla iletişime geçtim. Adanay tüm seyahatimizin planlanmasında son derece yardımcı oldu.
Yolculuklarımda genelde tripadvisor ve booking kullanarak otel arar ve rezervasyon yaparım. Ama Küba için bunu yapmakta zorlandım.Rezarvasyonu bir türlü gerçekleştiremedim. “Küba’ya seyahat etme amacınız nedir?” sorusuna
işaretlenen hiçbir yanıt doğru olmuyor dolayısıyla ilerleyemiyorsunuz. Küba’da konaklamak için otelden ziyade tercih edilen halkın evlerindeki bir odayı ya da evin tamamını pansiyon olarak vermesi sonucu “Casa Particular” denen yerler. Bu evlerin kapılarında ters bir çıpa resmi bulunuyor. Bu işaret evin Küba Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığından resmi izinli olduğunu gösteriyor. Böylece Küba halkının yaşam tarzını kültürünü çok daha yakından gözlemleme fırsatı buluyorsunuz.

Küba Türkiye’den çok uzakta bir ada ülkesi. 109.884 km2 yüzölçümü ile aşağı yukarı Türkiye’nin Ege Bölgesi kadar bir büyüklüğü sahip. Civarında irili ufaklı adacıkların sayısı hayli fazla. Nüfus ise 12 Milyona yakın. İstanbul’un 16 Milyon civarında olduğunu düşünürsek ülkenin kalabalık olmadığı anlaşılıyor. Küba hiç kimseye vatandaşlık hakkı vermiyor. Bir kişiye bu hakkı verdiklerini söylüyorlar o da Arjantinli Küba Devrimini gerçekleştiren Ernesto “Che” Guevara. Ancak şartlara göre oturma izni alabiliyorsunuz. Üniversitelerinde okuma hakkı tanıyor.
Karayiplerin en büyük adasında yer alan Küba Cumhuriyeti Amerika kıtasından sadece 150 km uzaklıkta, Karayip Denizi ve Kuzey Atlantik okyanusu ile çevrili.

Adanın keşfi İtalyan kâşif Kristof Kolomb tarafından 1492 yılında yapılmış. O zamanlar burada sadece yerli halk yaşıyormuş.Colomb’un burayı bir İspanyol adası olarak ilan etmesiyle Küba’nın kaderi başlamış. Hayvancılık, tütün ve özellikle şeker kamışı üretimi tarih boyunca adaya olan ilginin canlı kalmasını sağlamış.Gemilerle çok sayıda Afrika’dan getirilen köleler buradaki zengin İspanyol tüccarların hizmetine sunulmuş ve tabii adanın yerli halkına da eziyet başlamış. İspanyol tüccarlar daha sonraki tarihlerde, her ne kadar kendileri burayı terk etseler de günümüzde adanın resmi dili olarak kabul edilen İspanyolcayı kalıcı olarak bırakmışlar. Kölelik zihniyeti ve güçsüzleri ezme yok etme felsefesini bir türlü anlamak mümkün değil. İnsanoğlunun kaderi bu olmamalı diye
düşünüyorum.Ama olmuş ve halen şekil değiştirmiş biçimde devam etmekte.

İzmir’de yaşayan İspanyolca öğretmeni Kübalı arkadaşım Fernandez, hangi şehirleri ve yerleri gezmem konusunda bana epeyce yardımcı oldu. Seyahatimi planlamak için internette Küba ile ilgili ne kadar yazı varsa okudum. Ne yazık ki
gezilecek yerler hakkında bilgi alsam da halkın nasıl yaşadığı konusunda yeterince veriye ulaşamadığım gibi bazı bilgilerin de doğru olmadığını gördüm. Belki de zaman içinde değiştiler, bilmiyorum. Seyahate çıkmadan önce Küba’nın başkenti Havana’da bulunan elçiliğimize ve oradan gitmeyi planladığım Dominik Cumhuriyetindeki Konsolosluğumuza da yazı yazarak ülkeler hakkında bilgi almak istedim. Yardımcı olmalarını istedim ama
maalesef Küba’da tam bir sonuç alamadım. Dominik Cumhuriyetinden ise yanıt geldi fakat bir buluşma ayarlamak mümkün olmadı.

THY ‘nın İstanbul’dan Havana’ya direk uçuşu bulunuyor ama çok pahalı. Biz KLM Hollanda Hava Yollarını tercih ettik. İstanbul Amsterdam aktarmalı bir uçuş. Küba yeşil pasaporttan vize istemiyor. Ancak kız kardeşimin bordo pasaportu için vize almamız gerekti. Vize ayrı bir kâğıtta veriliyor. Pasaporta damga vurulmuyor. Biz Küba’dan Dominik’e gidip tekrar Küba’ya döneceğimizden ülkeye iki kez giriş olacağı için iki vize almak gerekti. Vize İstanbul’dan alınıyor. Posta ile hal oluyor. Zor değil.

Adanay gezeceğimiz şehirlerde Casa’ları (Evleri) ayarladı. Küba’da Devlete ait iki büyük otobüs şirketinden biri olan ve genellikle turistler tarafından tercih edilen Viazul’den gitmek istediğimiz yerler için biletlerimizi aldı. Önceden almak çok daha iyi. Zira gün içeresinde çok fazla sefer yok ve turist sayısı çok fazla. Bu durumda
hemen o anda bilet bulanamayabilir diye düşündük. Daha sonradan bu konuda çok isabetli bir karar verdiğimizi anladık. Seyahatimizden bir gün önce İstanbul’da kalmak istedik. Ertesi gün uçağımız Sabiha Gökçen Havalimanından erken kalkacağı için risk almak istemedik. İstanbul’da trafiği daima düşünmek gerekiyor. 18 Ocak 2020, Cumartesi günü sabah 8.40’da kalkan uçağımız yerel saat ile 10.30’da Amsterdam’a vardı. Amsterdam’da herkes uçağa bindi ama beni almadılar. Polis Küba vizeniz olması lazım diye tutturdu. Yarım saatten fazla mücadele verdim. Sonunda haklı çıkınca özür dileyerek uçağa aldılar. Anlaşılan Hollanda polisinin bu konuda hiçbir bilgisi yok. Yerel saat ile 12.35’te kalkan uçak, Küba’nın yerel saati ile 17.15’te Havana’ya vardı. Küba Türkiye’den 7 saat geri. Jet lag kaçınılmaz. Uçuş uzun ve saat farkı çok. Uçaktan inmeden önce bir hostes yolcular için hazırlanmış bir
beyan formu doldurmamızı istedi.Havana José Marti Uluslararası Havaalanı çok büyük değil. Kolayca pasaporttan geçtik ve bu formu polise verdik. Yalnız kesinlikle yaptırdığınız seyahat sigortasının aslını istiyorlar. Vize kâğıdını da alıyorlar. Türkiye’den gelen turist gruplarına rastladık. Küba’ya seyahat Türkler arasında oldukça popüler. Herkes Ülkeyi görmek istiyor. Hatta Kübalılar “Türkiye de çok mu Küba reklamı yapılıyor?” diyorlar. Pasaporttan geçtikten sonra hemşire ve doktorların yer aldığı bir danışma masası bulunuyor. Küba sağlık alanında çok ileri gitmiş bir ülke. Devrimden sonra Doktor, Tıp fakültesi ve hastane sayısı oldukça artmış. Doktorların hemen hemen yarısı aile hekimi olarak çalışıyor. Bir doktora düşen hasta sayısı çok az. Ayrıca Küba Kanser konusunda da birçok ilerleme kaydetmiş. Dünya’nın her yerinden insanlar tedavi olmak için geliyorlar.
Sağlık Turizminde Dünyada ön sıralarda yer alıyorlar. Dünyaya doktor ihraç ediyorlar.

Küba’da iki para birimi kullanılıyor. Biri CUC biri CUP. 1 CUC = 25 Peso. Eğer Dolar bozdurmak isterseniz bir vergi alınıyor.1 CUC 1 Dolar .Küba seyahatinizde Euro bozdurmalı ve karşılığında CUC almalısınız.Halkın kullandığı birim CUP .Küba para birimini teke indirmek için uğraşıyormuş. Havaalanında para bozdurmak için bir yer vardı ama çok kalabalık olduğu için vazgeçtik. 1950’lerin arabalarından bir taksiye binerek Vedado semtindeki evimize
doğru hareket ettik.Bu arada havanın erken karardığını farkettim.Yüksek ağaçların bulunduğu ana caddeyi dik kesen sokakta bir zamanlardan kalma çok güzel bir eve geldik.Ev değil de villa ya da malikane demek daha doğru olur.Bizi şirin bir genç kız karşıladı.Glenis Maria Rodriguez Castillo’nun evi.Ev antika eşyalarla dolu.Ortada büyük bir avlu bizim eski evlerimizde hayat dediğimiz türden. Birkaç oda kiralanmış.Bizim odaya bir başka odadan geçiliyor.Düzgün yataklar , eski bir gardrop ve aynalı komodin ile ihtiyacı karşılar biçimde. Ayrıca tuvalet ve banyo da
temiz ve düzenli. Klimanın olması sevindirici.Evin duvarları fotoğraflarla dolu. Genç kızın dedesi Francisco Gonzalez Lopez’in, devrimde asker olarak gösterdiği kahramanlıktan dolayı Küba devrim liderlerinden Fidel Castro’dan madalya alırken olan fotoğrafını bir tavus kuşunun tüyü süslüyor. Odaya yerleştikten sonra avluda
oturduk. Adanay ve eşi geldi.Böylece uzun zamandır yazıştığım Adanay ile nihayet karşılaştım. Çok güler yüzlü insanlar. Bize biletleri ve rezarvasyon kağıtlarını teslim ettiler. Sonradan anladım ki Küba’yı ziyaret eden Türklerin tüm rezarvasyonları onun tarafından yapılıyor.

Gelelim Küba’nın tarihine.1 Ocak 1959’da, 7 yıl süren mücadelenin, bir gerilla savaşının ardından Fidel Castro ve Che Guevara önderliğinde gerçekleşen devrim ile Küba tam bağımsızlığına kavuşur. Castro Küba’nın Komünist bir devlet olduğunu ilan eder ve Sovyetler Birliği ile müttefik olur. 1960’ta Küba’daki tüm ABD kaynaklı kurumlar hiçbir tazminat ödenmeksizin devletleştirilir.1965’te Küba Komünist Partisi tek güç olarak iktidara gelir. Fidel Castro başkan olur Che ise yoluna devam ederek başka halkların özgürlükleri için savaşır. Che Guevera
ayrılırken arkasında bir veda mektubu bırakır..
Mektubunda:
“Fidel,
Dünyanın başka ülkeleri benim mütevazı çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba’ya olan sorumluluğunun sana imkân vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi.” der.

Küba 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle yeni bir ekonomik darbe alır.1993’te ABD Küba’ya uyguladığı ambargoyu daha sıkı bir hale getirir.1996’ta ise ambargo kalıcı olur. Günümüze kadar gelen ambargo Küba’yı her zaman zor durumda bırakır. 2006 ‘da Castro hastalanır ve kontrolü geçici olarak kardeşi Raul’a devreder. 2008’de ise Raul Castro, devlet başkanı olarak başa geçer. Fidel emekli olur. 2016 Kasımında Fidel Castro, Eski Küba Devlet Başkanı ve Küba Devrimi’nin lideri 90 yaşında yaşamını yitirir.
2018 yılında seçilen Devlet Başkanı Miguel Mario Díaz-Canel Bermúdez ise halen görevine devam ediyor.

1500’lü yıllarda kurulan ve 1982 yılında Unesco tarafından Dünya Mirasları listesinde yer alan Havana’nın Vedado semti en lüks yerlerindenmiş..Hakikaten evler çok güzel. Hemen hemen hepsinin bahçesi var.Kaldığımız evin ortasında bir kadın heykelinin bulunduğu avluya bakan başka bir bağlantı da Villa Vedado adında bir otele dönüşmüş.Buranın altında ise “Cuatro Lunas “adında bir restoran bulunuyor.Evin camekanlı bölümü arkada büyük bir bahçeye açılıyor. Bahçede çamaşırların yıkandığı bir bölüm göze çarpıyor.. Anlaşılan bir zamanlar ihtişam içinde yaşamışlar.Özellikle yer karoları çok değişik. Tavanlar yüksek pencereler bol camlı. İspanyol mimarisini her yerde görmek mümkün. Küba’da tropikal iklim hüküm sürüyor.Hava sıcak zaman zaman yağmur yağıyor.Kaldığımız evin kızı sabah kahvaltısını hazırlıyor. Günlerden Pazar. Kahvaltıda meyve,domates,salatalık,bal, yağ ,ekmek ve taze sıkılmış meyve suyu var. Kahve ya da çay içiyorsunuz. Omlet de yapmış. Doyurucu. Ama abartılı değil. Herşey yiyebileceğiniz kadar.Yan odada
kalan İzmir’deki Küba Dostluk Derneğinin düzenlediği Küba Turu ile gelen Meral Hanım ve Hasan Gürkan da bizimle kahvaltı yapıyor. Sohbet ediyoruz. Ertesi gün onlarla birlikte Vinales turuna katılmayı planlıyoruz. Çok güler yüzlü arkadaşlar. Memleketten bu kadar uzakta Türkçe muhabbet ayrı bir zevk.Küba’da suyun pahalı olmasından söz ediyoruz.. Toptan alırsanız ucuz oluyor. Devlete ait büyük mağazalarda satılıyor. Sabah böyle güzel bir kahvaltının ardından yürüyerek Eski Havana’dan gezimize başlamak istiyoruz.

Denize doğru inersek ulaşabileceğimizi düşündük. Yokuş aşağı inerken bir sokak içinde 1950’li yıllardan kalma rengarenk arabalarını görünce dayanamayıp binmek istedik. Renkler muhteşem,mavi,pembe,kırmızı. Metal kısımlar pırıl pırıl. Herkes kendi arabasının bakımını yapıyormuş. Üstü açık bir araba ile salsa müziği eşliğinde şehir turu yaptık.Chevrolet Bel Air, Ford Fairlene ,Ford Falcon gibi markalar her yerde. Limuzin , Mercury Impala,Plymouth, Chrysler New Yorker, Lada 2101 gibi Rus ve Amerikan yapımı arabalar. Küba’da yıllarca süren Amerikan
ambargosu nedeniyle 1956 yılından sonra buraya pek araba gelmemiş. Eski arabalar tamir edilip kullanılmış. Öyle aman arabamı altı yıl kullandım artık eskidi şimdi değiştirme zamanı gibi bir kaygıları olmamış.
Şoför bizi bayağı gezdirdi. Vedado semtinden sahil boyunca uzanan Malecón tam bir kordon boyu. Atlantik Okyanusu kıyısındaki Malecon odukça büyük inşa edilmiş bir dalga kıranı da barındırıyor. 8 km’den fazla uzunluğu var. Eski Havana’ya (Habana Vieja) kadar uzanan bu kıyıdaki büyük caddeden üstü açık pembe renkli 1950’lerin arabasıyla süzülüyoruz desem çok yerinde olur. 1920’li yılların sonunda inşa edilmiş Hotel Nacional değişik mimarisi ile göze çarpıyor. Otel birçok ünlüyü ağırlamış. Leonardo Di Caprio ,Frank Sinatra, Ava Gardner, Marlene Dietrich, Gary

Cooper, Marlon Brando, Ernest Hemingway ve Winston Churchill ve daha birçokları. Vaktinde 8 katlı ve 5 yıldızlı olan otel Amerikan mafyası tarafından çalıştırılmış. 1962 Füze Krizi sırasında Fidel Castro ve Che Guevara bu oteli üs olarak kullanmış. Tarihi olaylara tanıklık etmiş. Sahilde 1898 yılında Küba körfezinde esrarengiz bir şekilde patlatılan savaş gemisi USS Maine’de bulunan ve ölen denizciler için inşa edilmiş anıt dikkat çekiyor. Maine zırhlısı büyük bir tarihi öneme sahip. Kübalıların İspanyollarla savaştıkları sırada Amerikalıların
Guantanamo’yu ele geçirmek için batırdıkları amerikan savaş gemisi. Biraz ilerleyince dalgalanan Amerikan bayrağı gözüme çarpıyor.1961 yılında kapatılan Amerikan elçiği 54 yıl sonra yeniden açılmış. Kordondan Havana’nın adeta balta girmemiş diyebileceğim ormanlarına dalıyoruz. O kadar ulu ağaçlar var ki.Tropikal iklimin göstergesi. Havana’nın en eski ağacının 500 yıllık Bamyan ağacının bulunduğu ,antika Amerikan arabaların turistleri gezdirmek üzere beklediği orman.

Almendares parkı adını aynı isimdeki nehirden alıyor. Parkta içtiğimiz Piña Colada nefis. Rom (Havana Club), hindistan cevizi ve ananas suyu. Turuncu renkte demir bir banka oturup şöyle bir ormanı solumak harika…
Ormandan çıkınca ünlü Devrim Meydanı (Plaza de Revolucion) bizi bekliyor. 1953’te Batista tarafından yaptırılmış. Çok büyük bir meydan. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen yüzlerce turist sağa sola serpilmiş fotoğraf çekmekle meşgul.
Che’nin demirden eskizi bir binanın duvarında yer alıyor. Küba deyince her zaman akla gelen figür. Bir tarafta mermerden yapılmış Jose Marti heykeli yükseliyor. Bir diğer tarafta Camilo’nun portresi yer alıyor.Binaların bir yüzünde yer alan bu portreler meydanı seyrediyorlar.1 Mayıs ve Devrim kutlamaları bu meydanda yapılıyor. “Zafere kadar mücadeleye devam” “Hasta la victoria siempre” diyen Arjantinli devrimci Che sosyal adaletsizlik ve yoksulluk için ölene kadar mücadele etmiş kahraman, sessizce size bakıyor. Çinli bir gurup ilkokul öğrencisi öğretmenleri eşliğinde devrim şarkıları söylüyor. Kenara sıralanmış eski Amerikan arabaları turistleri gezdirmek için bekliyor. Bu arabalar ile Küba arasında tuhaf bir ironi olduğunu düşünüyorum. III. Carlos caddesinden geçiyoruz. Eski yapıların her biri ayrı güzel. Rengârenk Havana. Değişik yapısıyla New york Otel. Çin mahallesinin arkasında gözüküyor.

Iglesia del Sagrado Corazon de Jesus “İsa’nın Kutsal Kalbi Kilisesi” Reina Kilisesi de deniliyor.Gotik stilde 1914-1923 yılları arasında yapılmış bir Katolik kilisesi.Yan duvarında Havana’nın 500.kuruluşunu kutlayan Papa’nın resmi var. İspanyol mimarisi ile yapılmış bazen yıkık dökük bazen restore olmuş halleriyle evler.
Derken beyaz bina.El Capitolio Nacional Başkanlık Sarayı.Washington DC’deki ABD Capitol binasının tıpa tıp aynısı. (Beyaz Saray’ın). 1929’de Devrimden önce inşa edilmiş.Beyaz granit kolonları uzaktan fark ediliyor..Devrimden önce Meclis Binası olarak kullanılmış. Şimdi ise Bilim ve Teknoloji Bakanlığı tarafından kullanılıyor ayrıca burada büyük bir kütüphane bulunuyor.
19 Ocak,Pazar gezmeye devam ediyoruz.Devrimden önce ihtişamlı malikanelerde yaşayan Amerikalı ve İspanyol tüccarlar çifliklerinde çalıştırmak üzere Afrika’dan getirdikleri köleleri evlerinin müştemilatlarında barındırıyorlarmış.Her köle aileye bir oda düşüyormuş.İşçilerin çocuk sayıları artınca zenginler bu evleri terk ederek daha başka semptlerde yaptırdıkları evlerine yerleşmişler ve çalışanlara da çocuk yapma yasağı getirmişler.Devrim gerçekleştiğinde bu yapılar harap ve bakımsız durumdaymış. 1990 Yılında “Havana Kent Ofisi” kurulmuş.Küba Hükümeti belli bir miktar para aktarımı yaparak bu kuruluşu desteklemiş. Binaların restorasyon ve yenileme çalışmaları başlamış.Evlerde uzun süreden beri oturanlar kira ödemeden orada kalmışlar. Yenileme gerçekten işin ehli kişiler tarafından yapılmış. Hatta özellikle giriş kapılarında eskilerden kalan yazılar bırakılmış.Böylece yeni ve
eskinin bir arada görülmesi sağlanmış.Mimari değeri olan her bina sırasıyla bu aşamadan geçmeye başlamış.Oturanlara kullanım hakkı verilmiş ama mülkiyet hakkı verilmemiş.Satma olmadığı için üç nesildir halk buralarda yaşıyor.Evler
restore edilirken aynı mahallelere geçici konaklama evleri kurularak oturanlar buraya yerleştirilmişler.Ayrıca Restorasyon Meslek Lisesi kurularak gençlerin bu alanda eğitim almaları sağlanmış.

Opera Binası “Gran Teatro de La Habana” tüm heybetiyle karşımıza çıkıyor.1837’de Barok stilde yapılmış,heykellerle süslü. Anlaşılan Havana’da her tarzdan yapıyı görmek mümkün. Havana Ulusal Balesi gösterilerini burada
yapıyormuş.Bale,Küba’da çok önem taşıyan bir sanat dalı. Bina Enrico Caruso, Fanny Elssler, Anna Pavlova gibi birçok ünlü ismi ağırlamış. 1985’te ünlü dansçı Alicia Alonso gösterisini burada sunmuş.1500 kişilik kapasitesiyle çeşitli konserler, bale gösterileri ,opera ve operet gibi sahne sanatlarının yapıldığı yer. Araba
gezimizin son bulduğu Parque Central’e varıyoruz.Sıraya dizilmiş Amerikan arabalarının görüntüsü çok hoş.Burası Old Havana’nın girişi. José Martí’nin beyaz heykeli bizi karşılıyor.Jose Marti ( 1853-1895) Küba halkının bağımsızlığı için yıllarca savaş vermiş bir şair ve yazar. Eliyle sanki Old Havana’yı gösteriyor.Parkta dolaşanlar ve internet erişimi yapmak için oturan kişiler oldukça kalabalık.

İnternet erişimi Küba’da sıkıntılı.Önceleri pek çözemedik ama sonra gayet iyi anladık.Benim telefonum Türkcel operatörüne bağlı.Küba’da bulunduğunuz sürece telefonunuzu mutlaka uçak moduna almalısınız. Yoksa sürekli konuşuyormuş muamelesi yapılıyor ve inanılmaz ücretler ödeniyor.Konuşabilmek için Etecsa telefon kartı almalısınız. Bu kart belirli yerlerde satılıyor.Üzerindeki bir yeri kazıyınca çıkan numarayı telefonunuza giriyorsunuz ve sadece internetin bulunduğu yerlerde konuşabiliyorsunuz. Özellikle turistlerin bol olup telefonlarına baktıkları yerler bu noktalar.Konuşmanın süresi var.Buna dikkat etmeniz gerekiyor. Biz Casa’ya ilk geldiğimizde “wi-fi var mı?” diye sormuştuk . Genç kız bir kod girdi konuştuk. Daha sonra bitti dedi. Sonradan anladık ki gelenler kod verip konuşuyor. Ama süreyi doldurmadıkları için siz de kullanabiliyorsunuz.

Obispo Caddesine doğru yöneliyoruz. Faytonların ve Coco taksilerin bulunduğu yere geldiğimizde bir heykel daha görüyoruz.Plaza de Albear’da Francisco de Albear (1816-1887)Küba’lı mühendis.En büyük projesi Havana’ya su taşıyan Albear Su kemerini inşa etmek olmuş.Karnımız acıktığı için hemen girişte bir restorana dalıp nefis deniz ürünleri yiyoruz. Canlı müzik eşliğinde büyük keyif.Cadde boyunca dans eden insanlar,her kafeden gelen hafif duyulan latin müzikleri ,büyülü bir Dünya.Küba’ya ait hediyelik tahta eşyalar,bayraklar,Che şapkaları,tişortları ve envayi çeşit hatıralar.Alışveriş yaptığımız bayan samimiyetle sarılıp poz veriyor. Binaların üst kısmında teraslı restoranlar,meyve satıcıları.

Park Cervantes’e gelince ,ağaçların altında eşeğe binmiş şişko Sancho Panza heykeli dört nala.
Miguel de Cervantes’in Don Kişot’u birçok kişiye örnek olduğu gibi Che’nin de çok sevdiği bir esermiş.Bir rivayete göre Cervantes’in İstanbul’a esir olarak geldiği ve 1578 -1580 yılları arasında Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camisi’nin inşaatında çalıştırıldığı söyleniyor.Üzerinde Türkiye eşofmanıyla yürüyen bir Kübalı görünce
hoşuma gidiyor.Sadece Pazar günleri açık el sanatları pazarı harika.Ne ararsanız var. Bu arada burada deri işleri ve doğal taşlar oldukça fazla ve çok güzel.

La Lluvia de Oro Bar’a girip soluklanmak istiyoruz. Dünyaca ünlü Avustralyalı pop star Kylie Minogue 2018’de “Stop Me From Falling feat. “ adlı şarkısına bu barda bir klip çekmiş. İçerisi çok büyük. Çiftler müziğin ritmiyle dans ediyorlar. Biz Mojito ısmarladık. Mojito Küba’nın tanınmış içkisi. Misket limonu, beyaz Rom, nane, şeker ve sodanın karıştırıldığı bol buzlu içecek bu sıcakta nefis oluyor. Buradan çıktıktan sonra inanılmaz güzel bir dans izliyoruz. Barların birinde Kübalı bir çiftin müzik eşliğinde adeta süzülmesi diyebilirim. Mükemmel. . Aslında Küba sanatçılar için paha biçilmez bir değer. Her yer ayrı bir renk ayrı bir kültür.

Bir dükkan ,daha doğrusu kapısının üzerindeki resim ilgimi çekiyor.“Panaderia dulcería San José” Kurabiye ,ekmek gibi unlu mamüller yapıyor.Tarihin kokusu dışarıya taşıyor.

Mercaderes Caddesinde yüksek kaidelerin üstüne oturtulmuş ustaların heykelleri beni çok etkiledi. William Shakespeare (1564–1616), İngiliz şair, oyun yazarı ve oyuncu.Miguel de Cervantes Saavedra (1547- 1616), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarı ve Luis Vaz de Camões (1524 -1580) Portekiz’in en büyük şairi.Shakespeare’in heykeli 2019 yılında, İngiltere Prensi Charles ve eşi Camilla tarafından açılmış.Ara sokaklardan dolaşa dolaşa eski Havana’nın ilk meydanı Plaza Armas’a ve parkına varıyoruz. Burada demir parmaklıkların çevrelediği
Küba’nın ilk Cumhurbaşkanı (1819-1874) Carlos Manuel de Céspedes del Castillo’nun bir heykeli bulunuyor. Cespedes Kübalılar için çok önemli. 1868’de kölelerini azat edip bağımsızlık savaşını başlatan isim. Cespedes Yıllarca
Küba’nın bağımsızlığı için mücadele vermiş . Armas’ta Castillo de la Real Fuerza’nın giriş kapısının karşısında Havana’nın meşhur tarihi anıt yapısı El Templet’i görüyoruz.Önemli bir tarihi değer taşıyan bu yapı ,sessizce Küba
başkenti Havana’nın ilk kuruluş yerini işaret ediyor.1828 yılında Arjantin doğumlu bir İspanyol generali olan Francisco Dionisio Vives Küba adasının Kaptanı ve valisi olarak atanmış ve toplanan ilk katolik kominyon ayinini anmak adına denize bakan bu tapınağı inşa ettirmiş.Binanın ilk bölümünde bir katolik kilisesi var. Bina neoklasik tarzda yapılmış.Yapı antik Yunan tapınaklarına benziyor.İçerde Fransız ressam Jean Baptiste Vermay’ın El Templete’nin neden yapıldığını tam olarak anlatan üç resmi bulunuyor. Vermay’ın (1786- 1984) mezarı ise yapının
bahçesinde .Burasının bir değeri de bahçede bulunan ve Yoruba dini ve Havana halkı için kutsal kabul edilen Ceiba Ağacından geliyor.Ağacın etrafında dönerek dilek tutuluyormuş.Bu nedenle ağaç 2016 yılında kaldırılmış ve yerine başka bir ağaç dikilmiş. Yapının karşısında bulunan şato ve kale Castillo de la real fuerza Küba’nın hatta Amerika kıtasının en eski kalelerinden biri. 1558 yılında yapılmış ve 200 yıl boyunca şehrin İspanyol valilerinin ikametgahı olarak kullanılmış.Etrafı hendeklerle çevrili ,mazgallı siperler,heykeller toplar.Bahçede Kübalı ressam
,seramikçi Alfredo Sosabravo tarafından 2004 yılında bronzdan yapılmış “Soldadito” heykelini çok beğendim.O kadar güzel şeyler ifade ediyor ki.

Bir efsaneye göre, içerde sergilenen La Giraldilla isimli bronz heykel Doña Isabel kayıp kocasının denizden dönmesini bekleyen bir kadını tasvir ediyormuş. Kulenin üzerinde bulunan rüzgar gülünde yer alıyormuş. Aslında kadının kocası, ölmüş ve asla geri dönmemiş. Bu kadın heykelinin diğer bir anlamı daha var. Hem şehri hem
de “Havana Club Rom” unu sembolize ediyormuş. Kale, 1982 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmış. Kalenin içinde bir de Deniz Müzesi müze var.Yelkenli maketleri görülmeye değer. Yukarıya çıkarsanız manzara harika. Gördüğüm en güzel kalelerden biri. Aşağıda İspanya Kralı VII. Fernando’nun(1808-1833) da bir heykeli var.Tekrar parka yürüyünce yerel kostümleri ,puroları ile Kübalı bayanlarla fotoğraf çektiriyoruz.Bu bir Küba klasiği.

Biraz ilerleyince yine güzel bir bina ile karşılaşıyoruz.Palacio-Segundo-Cabo “İkinci Pelerin Sarayı” 18.Yüzyılda yapılmış barok tarzda bir yapı.Bir zamanlar Kraliyet Postahanesi olarak kullanılmış.Şimdi ise Küba ve Avrupa Kültür Merkezi olarak hizmet veriyor.Tacon caddesinden yürümeye devam ediyoruz.Sokakta turistik eşya satıcıları ressamlar renklere renk katıyorlar.San Ignacio sokağından geçerken sağlı sollu binaları seyretmek pek hoş. Plaza de la Catedral, adını buradaki Catedral de San Cristobal’den alıyor. Bir katolik katedrali.Kuleleri asimetrik ve Barok tarzda 1748 – 1777 yılları arasında yapılmış.Önünde her yıl büyük bir ayin yapılıyormuş. Christophe Colomb adına
inşa edilmiş. Kristof Kolomb’un cenazesi 1898 yılına kadar buradaymış ama daha sonra Sevilla’ya taşınmış. 1746 yılında yapılan ve Arcos Marki’sinin sarayı olan yan binanın sütunların birine yaslanmış. Dünyaca ünlü İspanyol dansçı, Flamengo ustası, koreograf ,devrimci İspanyol Ulusal Balesini kurucusu Antonio Gades’in(1936-2004) tunçtan bir heykeli duruyor.Küba’ya defalarca gelen sanatçı bir Castro taraftarı,Devrim tutkunu.Öldükten sonra vasiyeti üzerine külleri Küba’ya getirtilmiş ve resmi tören yapılmış.Halen kurmuş olduğu Flamengo Bale topluluğu Dünyayı dolaşarak harika gösteriler sunuyor.Binanın duvarında buranın restorasyon çalışmalarında bulunan mimar Luis BAY Sevilla adına bir plaket görülüyor. Ayrıca burada Dünyanın en eski posta kutusu olduğu söylenen ağzı açık Yunan trajedilerinin bir maskesi var.Tam karşıda 1760’ta yapılan Aguas Claras ‘a ait barok saray muhteşem. Binanın restorasyonu yapıldıktan sonra burada açılan ”El patio” restoran ve kafeden gelen latin müziği saray ile harika bir uyum içersinde. Hemen yanda el sanatları mağazasında oldukça orjinal ürünler var.Yürürken Nümismatik Müzesi dikkatimi çekiyor. Müze Küba Merkez Bankası tarafından açılmış.Sokakta dondurma yiyenler büyük bir kalabalık oluşturmuşlar.Eh bu sıcakta en akıllıca iş.

Artık bir Coco taksiye binerek eve dönüyoruz. Çok hoş. Malecon’dan geçerken balık tutan,yürüyen,sohbet eden Küba halkını seyretmek ayrı bir zevk. Koca bir günü Eski Havana’yı adım adım yürüyerek gezdik. Akşam eve geldiğimizde Emel Hanım ve Hasan Bey ile Casa yakınlarındaki bir restorana gittik.Cafeteria Nelys. Yemekler lezzetli.Çok bekledik ama değdi. Ertesi sabah hep birlikte Vinales’e gideceğiz. Vinales (Viñales)

20 Ocak,Pazartesi günü kahvaltıdan sonra Vinales turuna katılmak üzere evimizin hemen yan sokağına bizi almaya gelen otobüsümüzü bindik.Bugün buradan iki buçuk ,üç saat uzaklıkta, Pinar del Río’da, 1999 yılında UNESCO tarafından Doğal ve Kültürel Miras olarak kabul edilen Vinales Vadisi ve Milli Parkını görmeye
gidiyoruz. 132 km2’lik bir alana yayılan dağlarla çevrili ve karstik bir yapı sergileyen bölge halen geleneksel tekniklerle sürdürülen tarım, iklim özelliği ve verimli toprakları nedeniyle Dünyanın en iyi tütün üretilen yerlerinden biri.

Vadide çarpıcı olan, düz yeşilliğin içinde dağ görünümlü kaya yükseltileri, Mogotelerin ilginç bir görünüm oluşturması.Bölgedeki çiftlik evleri geleneksel mimariyle doğal malzemelerden yapılmışlar ve çatıları çok değişik.
Arazide birkaç yüzyıldır aynı teknikle sürdürülen tarım yapılıyor.. Özellikle tütün ekimi çok önemli bir yer tutuyor. Mekanik tarım tütün hasatında kaliteyi düşürdüğü için burada yapılan geleneksel tarım çok değerli. Aile çifliklerinde yıllardır babadan çocuklara geçen tarım geleneği sürüyor. Orijinal bir kültürü yakından izlemeniz
mümkün. Ülkede olası doğal afetler ve küresel ısınmanın vadiyi etkilemesini engellemek amacıyla devlet tarafından çeşitli önlemler alınmış.

Otobüsümüz Küba’nın yeni inşa edilen modern binalarının yapıldığı bölgeden geçiyor. Bol bol devasa iş makinaları,vinçler çalışıyorlar.Adanın batı tarafına doğru ilerliyoruz.Sierra de los Organos’a doğru. Küba Bağımsızlık Savaşı’nda önemli bir rol oynayan General Calixto García Íñiguez’in (1839-1898)heykelini
görüyoruz.1928’de yapılan koyu pembe renge boyanmış,colonial mimarisi ile dikkat çeken President Otel Havana’nın ilk yüksek yapılarındanmış.Çiçek açmış ağaçlar yolları süslüyor.Caddeler geniş.Bu yeni yapılaşmanın arasında yenilenmiş rengarenk colonial evler. Bazıları hala restore edilmeyi bekliyor.Sokak aralarında eski kitap satıcıları, hatta bir sirk çadırına rastlıyoruz. Bir müddet sonra yolumuza deniz kenarından devam ediyoruz. Otobüs Las Barrigonas‘ta duruyor. Vadiye giden tüm turlar burada mola veriyorlar. Turistik bir merkez.Doğanın farklı bir
örtüyle bezenmesi buradan itibaren başlıyor..Yeşilin her türü.Çatılar doğal malzemeyle kaplanmış.Suların aktığı bir yer.Buradaki bir mağazadan yeşil timsah çizili bir Küba tişortu satın alıyorum. Aslında Küba’nın lakabı “Yeşil Timsah” . Zira adanın şekli timsahı andırıyor,yeşilinin de bol olduğu düşünülürse yakışır bir ad.Duvardaki büyük bir harita bulunduğumuz bölgeyi gösteriliyor. Biyolojik çeşitliliği fazla olan topraklar. Manzara muhteşem.Bir kahve molasından sonra buradan ayrılıyoruz.

Küba’da dikkatimi çeken birşey de çoğunlukla örneğin bir köye mi geldiniz ya da falanca yeri mi arıyorsunuz doğal bir taşın ya da bir tahta parçasının üzerine yazılmış bir yazı görüyorsunuz. Pratik ,maliyetsiz ve yaratıcı.Evler tek katlı. Renkli ve mutlaka varendalarında sallanan koltuklar var. Bunlar çoğunlukla demirden veya tahtadan.Ayrıca bazı duvarlarda ankesörlü telefon görülüyor. Her evin mutlaka bahçesi var. Bir köyden geçerken gördüğümüz açık havada çalışan berber ilginç. Tütün tarlaları köy okulları, okula giden öğrenciler, atlarına binmiş köylüler görüyoruz.” Bohios” denen penceresi olmayan doğal malzemelerden yapılmış evler yeşilin içinde o kadar güzel gözüküyorlar ki. Bir ailenin işlettiği Benito Camejo Noderse’in çiftliğine geliyoruz. Burada puronun nasıl yapıldığı, tütün ve hasadı konusunda bilgiyi ailenin genç oğlundan dinliyoruz.

Erkeklerin şapkaları ilgimi çekiyor. Tam kovboy şapkası. Tütünün yaprakları çok büyük. Onların kurutulması ve hazırlanışı hiç de kolay değil. Daha sonra rehber bahçede çeşitli ağaçları bunlardan elde edilen ürünler hakkında bilgi veriyor. Burası tam bir çiftlik. Her türlü hayvan var. Evde aile kendi yaptığı Rum’dan ikram ediyor. Hem
puro hem Rum hem de kahve satıyorlar.

Sırada Dünyanın en büyük duvar resmi olarak kabul edilen Mural de la Prehistoria var. Yemyeşil bir alana -güzel bir kapıdan giriyoruz. Ağaçlar çok değişik. Ulu kayalar alanı çevirmiş. Büyük bir kaya bloğunun üzerindeki duvar resmi hemen göze çarpıyor. 120 metre yüksekliğinde ve 180 metre uzunluğunda olan bu kaya resmi, ressam ve bilim adamı Leovigildo González Morillo tarafından, tarafından 1961’de tasarlanmış ve resmin tamamlanması tam dört yıl sürmüş. 18 Ressam çalışmış.Jura devrinden kalma kayaya çizilen eserin boyalarının zaman içinde bozulmaması için birçok işlem yapılmış.Resimde dinazor tasvirleri,dev deniz kabukları,sürüngenler ve ilk insanlar görülüyor. Resim insanın evrimi anlatılıyor.
Birçok Ulusun bayrağının bulunduğu barda bizim bayrağımızı da görmek gurur veriyor.

Öğle yemeğini “El Palenque de los Cimarrones”adında hemen resmin yakınında yer alan bir restoranda yiyoruz.Her yerde olduğu gibi burada da müzik var.Küçük bir topluluk çeşitli ezgiler çalıyor.Küba’nın TuKola’sı ve yerel yemekleri eşliğinde bu güzel doğada inanılmaz bir huzur. Bahçede elinde pala bir köle ve elinde kırbaç bir
sahibi temsil eden bronzdan heykeller görüyoruz.Yemekten sonra restoranın arka tarafında girişi olan San Miguel mağarasında iki kişi müzik eşliğinde ateş ile bir gösteri yapıyor.Dar bir yoldan kireç taşı mağarasında ilerliyoruz. Çıkış kapısında bir kafe ve bar var.Çok güzel Malezya’daki mağaralara benziyor.Yağmur yağmaya
başlıyor.Koşarak otobüse biniyoruz.

Havana’ya akşam dönüyoruz.Bir grup eski Havana’da iniyoruz. Doña Eutimia Paladar ‘da akşam yemeği yiyoruz. “Paladar “ Restoran demek. Harika bir yer.Nefis bir yemeğin ardından ara sokaklara dalıp La Bodeguita del Medio Restoran- Bar’a gidiyoruz. İçerden gelen müziğin ritmi ile dans eden içki içenler sokağa taşmış. Birçok ünlü kişinin buraya gelmiş olması nedeniyle oldukça ünlü bir yer. Pablo Neruda, Salvador Alende , Ernest Hemingway gibi. 1942 yılında açılmış. Ve Mojito ‘su ile ünlü. Hatta bu içkinin ilk defa yapıldığı yer olarak biliniyor. İçersi çok ilginç.Duvarlar fotoğraflar imzalar ,anılar ile dolu. Mojitolarımızı alıp müzik dinledik. Büyük keyif. Ertesi gün Dominik Cumhuriyeti’ne gideceğimiz için erken yatmak istedik ve evimize döndük.