Farklı Dünya Küba
Santa Clara 2020
Mundo Diferente Cuba
Yorgun argın vardığımız Santa Clara’da diğer turistlerle birlikte bir dolmuş tutarak Carmita’nın hosteline doğru yol alıyoruz. Arabaya üst üste bindik diyebilirim. Carmita bizi kapıda karşılıyor. Yerleşir yerleşmez yürüyerek akşam yemeği için çıkıyoruz. Ara sokaklardan birinde Kübalıların yediği bir yerel restorana oturuyor ve gezimizin en ucuz yemeğini yiyoruz. Yanımızda getirdiğimiz nazar boncuklarını garsona ve yemek yiyen şeker bir çocuğa hediye ediyoruz.
1689’da kurulan Santa Clara, Küba Villa Clara eyaletinin başkenti. Havana’dan 260 km uzaklıkta bulunuyor. Santa Clara’ya en yakın havaalanı şehirden on kilometre mesafede olan Abel Santamarina Uluslararası Havalimanı. Şehirde en eskisi, 1851 yılında kurulan üç büyük üniversite var. Dolasıyla kent hatırı sayılır bir öğrenci nüfusunu barındırıyor. Ayrıca Santa Clara’nın Küba Devrimi açısından değeri büyük. Devrimi zafere götüren en önemli mücadelelerden birinin gerçekleştiği yer olması nedeniyle daima adı geçen bir şehir. Ayrıca Che Guevara’nın anıt mezarının burada bulunması kente ayrı bir önem veriyor.
1928 yılında Arjantin’de doğan Ernosta Guevara’nın devrimci kişiliği Tıp eğitimi alırken iyice ortaya çıkmış. Hayatını, o yıllarda ABD’in arka bahçesine dönüşen, cunta yönetimleri ile baskı zulüm, kölelik altında yaşamaya çalışan ve gittikçe fakirleşen Güney Amerika halklarını kurtarmaya adamış. Üniversite eğitimi sırasında motosikleti ile tüm Güney Amerika’yı gezerek bu zulme bizzat şahitlik etmiş. Ülkelerde yapılan yanlışlıklar hakkında notlar alarak zengin ve fakir arasındaki uçurumu görmüş. Üniversiteyi bitirdikten sonra sürgünde bulunan Kübalı Fidel Castro ile Meksika’da yolları kesişmiş. Küba Devrimini gerçekleştirmek üzere birlikte mücadeleye başlamışlar. Küba halkı başarıyla sonuçlanan devrim sayesinde uzun yıllardır özlemini duyduğu özgürlüğüne kavuşmuş. Guevara, tüm dünyada “Che” lakabıyla anılıyor. Aslında Che tüm Güney Amerika halklarını kurtarmak istemiş ama bu idealini ne yazık ki sadece Küba’da gerçekleştirebilmiş. Şubat 1959’da zafer kazanan hükümet tarafından Guevara “Doğuştan Küba vatandaşı” ilan edilmiş. Bu ayrıcalık tarihte sadece Che Guevara’ ya verilmiş. Bugün bile Küba vatandaşlığına kimseyi almıyor.
Che devrim tamamlandıktan sonra kendisine verilen tüm görevlerden ayrılarak yoluna devam etmek istemiş. Önce Kongo’da bir devrimci mücadeleye katılmış daha sonra 1966’da Bolivya’ya gitmiş. 8 Ekim 1967’de kampının yerini öğrenen CIA ajanları onu 39 yaşında Bolivya ordusu askerleri aracılığıyla yakalatmış. Ve bu kahraman vurularak öldürülmüş. Mezarının yeri, 1995 yılına kadar gizli tutulmuş. 1997’de, cenazesi mezardan alınarak kendisi için yapılan mozolenin bulunduğu Santa Clara şehrine getirilmiş.
Santa Clara devrimin zaferle sonuçlandığı en son nokta. Devrim o zamanlar Küba’nın başında bulunan General Batista kuvvetlerine karşı gerçekleştirilmiş. General Batista tarihte iki kez Küba başkanlığı yapıyor. İlki 1940-1944 arası, ikincisi de 1952’den 1959’a kadar. Eğitiminin büyük bir kısmını Amerika’da tamamlıyor. İlk dönemde halkın desteğini alarak kendisini başkan seçtirtiyor. İkinci seferde ise ABD’nin desteklediği bir diktatör olarak başa geliyor. Batista ülkesindeki bütün siyasi özgürlükleri kaldırarak kendisi bir anayasa hazırlar. Zenginle fakir arasındaki uçurumu iyice açarak orta sınıfı yok eder. Zenginler servetlerine servet katarlar. Özellikle şeker plantasyonu sahipleri. Bu duruma karşı çıkan herkes öldürülür ve işkence görür. Kısacası Batista artık tüm gücü elinde bulundurmaktadır. Medya sansürü başlatarak halkın haber alma özgürlüğünü de bitirir. Bu sırada sürgünde Meksika’da bulunan Fidel Castro, Che ile Devrim hazırlıklarını tamamlar ve 1956’da Küba’ya gelerek mücadeleye başlarlar. En son olarak Che’nin komuta ettiği 18 devrimci genç kendi yaptıkları Molotof kokteyller ve bir buldozer ile Aralık 1958’de Santa Clara’dan kaçmaya çalışan ve Batista’nın ordusunu cepheye taşıyan “Tren Blindado”’yu raydan çıkartarak, içindeki 350 subay ve askeri esir alır. Ele geçirilen silahlar mücadele eden gerillalara dağıtılır. Böylece 1 Ocak 1959’da Küba Amerikan egemenliğinden ve diktatörlükten kurtulur. Fidel Castro ülke yönetimini ele geçirir. Artık Batista ülkeden kaçış planları yapmaya başlar. Askeri müttefiki Dominik Cumhuriyeti diktatörü Rafael Trujillo’ya sığınır. Buradan Portekiz’e taşınır. Batista şahsi servetiyle ölene dek rahat rahat yaşar. 1973’te 72 yaşında ölür.
Bugün 31 Ocak, benim yaş günüm. Akşama kadar bu güzel şehri etraflıca görmek istiyoruz. Sabah kahvaltıdan sonra sokaklar arasında kaybolmanın güzelliğini yaşamak amacımız. Önce Etecsa internet kartı almalıyız. Şehrin güzel yapıları evleri arasından ilerliyoruz. Santa Clara çok büyük bir şehir değil. Her yere yayan gitmek mümkün. İletişim bürosunun önünde kuyruk var. Öne geçmek isteyenlere izin vermiyorlar. Kapı kapalı. İçerden bir görevli ikişer ikişer çağırıyor. Bir saate yakın bekliyoruz. Bu arada bekleyenlerle sohbet pek hoş oluyor. Buradan çıkınca yol boyunca Santa Claralı ressamların tuval olarak kullandığı duvarlar oldukça ilgimizi çekiyor. Sokaklar sanat galerisi gibi.1923 yılında yapılan daha sonra büyük bir yangın geçiren Santa Clara Katedrali heybetli bir yapı. Giriş kapısının üst kısmında üç İsa heykeli fark ediliyor. Ankesörlü sokak telefonları, resmi binalar, duvar resimleri, oldukça yıpranmış eski evler, iki sokağın kesiştiği yerde bir kol saati heykeli, sokaklar fotoğraf karelerini bekliyor. Santa Clara’daki savaşın 30.yıldönümünde Aralık 1988’de açılan Che’nin mozolesinin bulunduğu tepeye doğru hafifçe tırmanıyoruz. Çevre ağaçlar, bitkiler çiçekler ile rengârenk. Küçük bir tabela mozoleyi işaret ediyor. Yerler pembe büyük karolarla döşenmiş. Che’nin heykelinin baktığı alan Resmi törenlerin yapıldığı Devrim Meydanı “Plaza de la Revolución” ,oldukça büyük.
Mozolenin planlaması Jorge Cao Campos, Blanca Ernades ve Jose Ramon Linares adlı mimarlar tarafından yapılmış. Heykeltıraşlar Jose de Lazaro Bencomo ve Jose Delarra. Birçok Kübalı usta ise gönüllü olarak yapının tamamlanmasında yardımcı olmuş. Che’nin yaşamını anlatan sembolik tasarımlar kabartmalar ve yazılarla dolu farklı yüksekliklerde 4 stel Devrim Meydanına bakıyor. Ortada Che’nin heykeli büyük bir granit kaidenin üzerine oturtulmuş. .Kaide ve Che’nin heykelinin toplam yüksekliği 22 m. Che’nin bir elinde makinalı tüfek var diğer eli ise alçıda. Son mücadelede kırılan kolu simgelenirken boynunda askının olmaması onun kendine bile isyan eden ruhunu göstermek istenilmesindenmiş. Ayrıca heykel Güney Amerika yönüne bakıyor. Böylece Che’nin bağımsız birleşik tek Güney Amerika hayali işaret edilmiş. Heykelin kaidesinde ise ünlü “Hasta la Victoria Siempre””Zafere kadar daima” yazıyor.
Ön tarafta ise Che’nin Fidel’e yazdığı ünlü veda mektubu bulunan stel yer alıyor. Che’nin emekçiler ile birlikte tarlada şekerkamışı keserken betimlenen kabartmaları göze çarpıyor. Anıt kompleksi, Comandante Che Guevara Müzesi ve Mozolesini içeriyor. Stellerin bulunduğu platformun altında Che ve Bolivya’da onunla birlikte öldürülen 30 yoldaşının mezarları bulunuyor. Bir de Che’nin özel eşyalarının ve yaşamından bazı detaylara ilişkin belge ve fotoğrafların sergilendiği bir müze.
İçeride fotoğraf çekmek yasak. Hatta çantanızla birlikte giremiyorsunuz. Çantamızı emanete bıraktıktan sonra yürüyoruz. Burada daha önce Havana’da rastladığımız Türk grupla karşılaştık. Che’nin ve arkadaşlarının gömülü olduğu yer son derece duygusal. Fidel Castro tarafından yakılan ve hiç sönmeyen minik bir Devrim ateşi içeriyi az da olsa aydınlatıyor. Fısıltı ile bile konuşulmuyor. Duvarlarda onunla birlikte savaşan ve öldürülen arkadaşlarının isimleri çekmecelerin üzerinde yazıyor. Alman Tanja (Tamara Bunke). Bolivya’da Che ile birlikte savaşıp öldürülen tek kadın gerilla. Che’nin mezarına yıldız şeklinde bir ışık huzmesi düşüyor. Çıkışta görevliye rica ettim. Che’nin fotoğrafı ile resmimi çekti. Hemen yan taraftaki müzede tarihi belgeler ve Che’nin yaşamını anlatan devrimcinin kişisel eşyaları bulunuyor. Che’nin Castro’ya yazdığı veda mektubu, Fidel ve kardeşi Raúl Castro ile çekilmiş fotoğrafları, beresi, tabancası, puro takımları, kitapları, kol saati, Che’nin astım hastası olması nedeniyle kullandığı aparat, diploması ve daha birçok belge. Müze öyle şaşalı değil. Onun felsefesine uygun basit ve sade.
Che’nin cenazesi halkın katıldığı bir törenle buraya nakledilmiş. Fidel Castro’nun konuşma yaptığı törene vatandaşı Kasım 2020’de ölen ünlü futbolcu Arjantinli Diego Maradona da katılmış.
Çantalarımızı bıraktığımız yerde camekân içinde savaşı gösteren bir maket var. Çok etkileyici bir yer. Uzun uzun Devrim Meydanında kalıyoruz. Sonra ağaçların arasından yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. Bir bahçenin içinde 1898 yılı Aralık ayında ölen General José de Jesús Monteagudo’nun heykeli göze çarpıyor. Mini etekleriyle motosiklete binen bayanlar, okula giden çocuklar, eski arabaların geçtiği sokaklar, taxi olarak hizmet veren kamyonlar, renkli cepheleriyle eski evler. Ve Şehrin içinden geçen Bélico nehri. Oldukça kirli gözüküyor. Temizlenmesi için çalışmalar yapılıyormuş. Küçük bir köprüden karşı tarafa geçiyoruz. Mavi beyaz bir binanın duvarında 1850 yılında Santa Clara’da doğan ve ölen Doktor Rafael Trista’nın plaketi gözüküyor. Kendisi bir zamanlar Santa Clara belediye başkanlığı da yapmış. Merkeze doğru ilerleyince Leoncio Vidal parkına varıyoruz. Dün gece buranın biraz keyfini çıkarmıştık ama bugün detaylı bir şekilde gezeceğiz. Casa de la cultura, Teatro de la Caridad, Palacio Provincial, Museo de Artes Decorativas, Hotel Central (1929)’ın çevrelediği parkın ortasında oldukça büyük bir gazebo dikkati çekiyor. Hatta parkta verilen konserlerde orkestra buraya yerleşiyormuş. Çevresinde neoklasik, kolonyal, eklektik mimaride yapılmış binaların ve farklı dönemlere ait anıtların bulunduğu park 1998 yılında Ulusal Anıt olarak kabul edilmiş. Herkes burada toplanıyor. Demir banklarda oturanlar, müzik dinleyenler, turistler, uzaktan gelen müzik sesleri, ulu palmiyeler, yemyeşil çimenler. Parque Vidal’ın bir diğer özelliği de burada internetin çekmesi. Herkes elinde cep telefonu ile bundan faydalanıyor. Meydana bakan Santa Clara Libre adında büyük, modern ve çok katlı, yeşile boyalı otel eski Santa Clara Hilton oteliymiş. Bence buradaki binaların tüm büyüsünü bozmuş. Otelin dış cephesinde Devrim mücadelesi sırasında aldığı kurşun delikleri hala duruyor. Genelde turist grupları burada kalıyor. Şehrin cömert bir hayırseveri olan ve zenginliğinin büyük bir bölümünü bakımevleri, okullar, dispanserler ve diğer kamu binalarının inşasına adayan Bayan Marta Abreu’yu (1924) temsil eden bronz bir heykel var. Bu heykelin garip öyküsünden bahsediliyor. İçine yerleştirilmiş bir zaman kapsülünde önemli tarihi, önemli evraklar bulunuyormuş. Küçük bir havuzun ortasında bronzdan yapılmış “El niño de la bota” “Çizmeli çocuk” heykelinde bir kolunu havaya kaldıran çocuğun tuttuğu botundan sular akıyor. Beni çok etkiledi. Juan Martín de Conyedo (1687-1761)ve Francisco Antonia Hurtado de Mendoza Veitia’nın adına dikilmiş etrafı süslü dökme demir ve bronz korkulukla çevrili bir dikilitaş oldu. Parkın en yüksek eseri. 18.yüzyılda yaşamış olan Rahip Conyedo ve Francisco çok hayırsever iki din adamlarıymış. Kölelere özgürlük vermeleri, eğitime yaptıkları katkılarla tanınırlarmış. 1886’da Philadelphia’da yapılan ve buraya getirilen monolitin Santa Clara’nın en eski eserlerinden olduğu söyleniyor.
Şehrin 330. Kuruluş yıldönümünü kutlamak adına parkın çeşitli yerlerine demir tabelalar üzerine yerleştirilmiş, fotoğraf sanatçısı Gabriel Davalos tarafından çekilmiş ‘Vivir y Bailar’ Yaşa, dans et” adlı sergide dans aracılığıyla siyah beyaz karelerle şehri tanıtan fotoğraflara bayıldım. Diğer bir tarafta Rahip Alberto Chao’nun bir kaide üzerinde yükselen mermer büstü dikkat çekiyor. 1928’de, şehrin kuruluşunun 239. yıldönümünde büst açılmış. Chao tüm varlığını ihtiyaç sahipleriyle bölüşmüş hümanist ileri görüşlü, kısaca vizyon sahibi, şehir halkının çok sevdiği bir rahipmiş. Anlaşılan Santa Clara değerli din adamlarının yaşadığı bir yer olmuş. Halk da onlara atıfta bulunmak adına bu güzel eserleri ortaya çıkarmış. Bir köşede Kültür bakanlığı tarafından dikilen modern bir heykel klasik çalışmalara eşlik ediyor.
Parka adını veren Küba Kurtuluş savaşında önemli rolü olan Devrimci Albay Leoncio Vidal Caro’nun mermer büstü bir başka kaidenin üzerinde. Parkın çevresinde bir inşaat, yenileme çalışmaları var. Lise binasının hemen yanında üzerine asılmış bezden anlaşılanlara göre burası Hotel Florida’nın inşaatı. Marta Abreu’nün heykelinin hemen arkasından geçen yolun karşı tarafında mavi beyaz boyalı kolonyal döneme ait bina ‘Osvaldo Herrera’ Lisesi.
Eyalet Sarayı ve José Marti İl Kütüphanesi yine çok güzel bir binada yer alıyor. Biz önce görkemli Kolonyal mimarinin değerli eseri,100 yılı aşkın bir süredir hizmet veren Caridad(Sadaka)Tiyatrosundan gezmeye başlayalım istedik. Tiyatro benim en sevdiğim ilgi alanım ve burası gördüğüm en güzel sahnelerden biri. Küba’daki sanatsal çalışmaların önemli bir merkezi. 1885 yılında açılmış. Buradaki birçok eser gibi bu tiyatro da hayırsever Bayan Marta Abreu de Estévez tarafından yaptırılmış. Buradan elde edilen gelirler hayır kurumlarına verilmiş. Tiyatro birçok ünlü sanatçıyı ve toplulukları ağırlamış. İtalyan Tenor Enrico Caruso, Küba Devlet Balesi, İspanyol dansçı Lola Flores gibi. Bizi bilet kesen bayan görevli gezdiriyor. Bizim gezimiz bitmeden diğer ziyaretçileri içeri almıyorlar Salonun tavan freskleri, melek resimleri ünlü sanatçı Camilio Zalaya tarafından yapılmış. Tek kelime ile muhteşem. Buranın özelliği halen 1800’lerde yapılan haliyle kalmış olması. İzmir’deki tarihi Elhamra sinemasının sahnesine benziyor. Balkonlar, localar, ikinci kat ve üçüncü kat, pencereler, kapı kolları, orijinal koltuklar ve tabii akustik. Büyük ve yüksek sahnesinden etkilenmemek elde değil.
Çıkışta ilk geldiğimiz gün gözümüze kestirdiğimiz meydanın hemen yanında “Casa Del Chocolate” adlı kafeye oturduk. Daha çok yerel halk tarafından tercih edilen bir yer. Fiyatlar çok ucuz ve yediğimiz her şey enfes. Kendileri tarafından organik malzemeden yapılmış aynı şekilde dondurma ve diğer tatlar. Burada masamıza kuaför bir anne oğul oturuyor. Sohbet ediyoruz.
Onlara Türkiye’den getirdiğimiz nazar boncuklarından hediye ediyoruz. Çok memnun oluyorlar. Hatta ısmarladıkları yiyeceklerden bize ikram ediyorlar. İçten insanlar. Vedalaştıktan sonra yine Vidal parkta biraz dinlendikten sonra gene parkın çevresinde yer alan ve 1867 yılında inşa edilen binada yer alan eskiden Marta Abreu de Estévez ‘in evi olan Hükümet Binası ve Martí İl Halk Kütüphanesi’ne doğru yöneldik. Ama hüsran. Kütüphane kapalı. Yine de devasa kapıyı açık bulunca içeri girdik. Görevliye Türkiye’den geldiğimizi ve burayı çok gezmek istediğimizi söyleyince şu an kapalı ama mademki o kadar uzak yollardan geldiniz mutlaka görmelisiniz diyerek bize tüm binayı gezdirdi. Bu benim yaş günü hediyem olsa gerek.Küba’da birçok binada olduğu gibi burada da yer karoları harika. Görevli önce Caturla Salonunu gezdiriyor. Tüm performanslar burada sergileniyormuş. Ama esas önemli olan Ernesto Che Guevara’nın cenazesinin mozoleden önce ilk olarak buraya getirilip iki gün boyunca halkın ona saygılarını sunması için bekletilmesiymiş. Böylece yapı değerine değer katmış. Görevli heyecanla bu olayı anlatıyor. Plastik ressam Zaida del Río’nun okuma salonunda bir duvara, memleketine minnettarlık göstergesi olarak yaptığı yağlı boya duvar resmi çok ilginç. Fazla sayıda raflar eski antika kitapları barındırıyor. Koridorlardan geçiyoruz. Eğitime gelenlerin çalışmalarını görüyoruz. Görevli girdiğimiz alanın ışığını açıyor ve çıkarken kapatıyor. Burada eğitim verilen sınıflardaki sıralar eskiden kalma. Binanın güzel bir avlusu var. Yüksek merdivenlerden ikinci kata çıkıyoruz. Buradan park çok güzel gözüküyor. Koridorda 1965 yılında yapılmış Che’nin yağlıboya bir tablosu dikkatimi çekiyor. Bu resmi daha önce görmemiştim. Teşekkür edip ayrılıyoruz. Sanırım az turiste nasip olan bu güzel yeri biz de görmüş olduk.
Artık yavaş yavaş akşam karanlığı çöküyor. Yine meydana yakın eski bir kolonyal evde açılmış olan modern bir sergi geziyoruz. Çok hoş.
Artık akşam yemeği vakti.1884’te yapılmış binada Santa Rosalía restoran yerel tatlar sunuyor. Çok yüksek tavanları olan yapı eski mobilyalarıyla harika gözüküyor. İçerde Fransız turistler var. Güzel bir yemek yiyerek yeni yaşımı kutluyoruz. Çıktıktan sonra Central Otelin barında Park Vidal’i seyrederek bir şeyler içiyoruz. Artık dönmeliyiz. Yarın sabah erkenden otobüs ile Havana’ya doğru yola çıkacağız. Akşam da Türkiye’ye uçuşumuz var. Santa Clara’yı çok sevdim. Burası büyülü bir yer. Halkı, binaları, doğası burada başka bir şeyler var.
Artık Şubat ayındayız. Ve ne yazık ki bu güzel ülkeden ayrılmak zorundayız. Havana’ya gidecek olan otobüsümüz 08.45’te kalkıyor. Hesaplarımıza göre otobüs 12.50’de Havana’da olacak.19.30’da da Türkiye uçağımız var. Yani bugün zor bir etap. Evinde kaldığımız Bayan Carmita bize güzel bir kahvaltı hazırlamış. Burası şimdiye kadar kalmış olduğumuz evler içinde en dağınık olanı. Üst katta Carmita’nın kızı ve ailesi kalıyor. Doğrusu oda da pek temiz değil. Ama Carmita çok neşeli. Bize sağlığımız için bir vitamin almak istiyor fakat mümkün olmuyor. Daha önceden ayarladığımız taksi ile otobüs garına gidiyoruz.
Burada bizi başka bir sürpriz bekliyor. Bavulları tartarken iki genç bayanın Türkçe konuştuğunu duyunca hemen laf atıyorum. Onlar da çok seviniyorlar. Genelde Türklerin Küba’yı ziyareti gruplar halinde. Sohbet başlıyor. Bu iki genç kız doktor ve ihtisaslarını yapıyorlarmış. Böyle güzel vizyonu olan gençler beni heyecanlandırıyor. Onlar da bize benzer bir rota çizmişler. Ne kadar güzel. Yol boyunca ahbaplığımız sürüyor.
Yolda Matanzas civarında otobüs yeşillikler içinde “Para Ti” adlı bir restoran kafede mola veriyor. Hediyelik eşyaların satıldığı, su kaplumbağalarının bulunduğu yer oldukça kalabalık.
Havana’ya girerken tanıdık bir yere gelmenin huzurunu yaşıyoruz.