GÜZEL ANADOLU
Bayburt 2021
Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi muhteşem doğası, farklı kültürleri ve zengin tarihi ile bizi bekliyor. Uzun süredir Dünya’yı tehdit eden virüs nedeniyle seyahatlerimize ara vermek zorunda kalmıştık. Nihayet gayet mutlu bir şekilde SunExpress Havayollarının İzmir’den Erzurum’a aktarmasız uçuşu ile 22 Eylül günü 12.10’da ben ve eşim uçağa bindik. Küresel Pandemi nedeniyle uçuş boyunca maske takma zorunluluğu getirilmiş. Bu çok sıkıcı ama gezme uğruna katlanmalıyız. Fakat pek çözemediğim getirilen yiyeceklerden alırsanız maskenizi çıkartıyorsunuz. Ve sonra yeniden takıyorsunuz. Sanki virüs bir şeyler yerken içerken size uğramıyor. Ayrıca dip dibe oturduğunuz için uçakta mesafeyi koruma ilkesi de pek geçerli olmuyor. Herkes tedirgin. Seyahatimiz iki saat sürdü. Erzurum küçük bir havalimanına sahip. Bavulumuzu aldıktan sonra, araba kiralama şirketine gittik. Gayet güler yüzlü çalışanlar, rezervasyonunu önceden yaptığımız arabayı teslim ettiler.14.10’da indik ve tüm bu işlemler dâhil 14.55’te, Bayburt’a gitmek üzere yola düştük.
Hafif hafif yağmur çiseliyor. İzmir’in o sıcak havasından sonra çok iyi geldi. Bayburt’tan sonra Erzurum’a tekrar dönmeyi planlıyoruz. Yolda “Meşhur Haşlamacı Turan Usta” Levhasını görünce hemen yanaştık. Karnımız açıktı. Tabelada Turan Usta’nın bir de resmi görülüyor. İçeriye girdiğimizde kendini de görüyoruz. Çok hoşumuza gitti. Sohbet ediyoruz. Hakikaten leziz mi leziz haşlama kuzu etini tadıyoruz. Anadolu’da etler bir başka güzel. Tekrar yol bizi bekliyor. Yollar gayet iyi ve geniş. Rahat rahat gidiyoruz. Çok fazla araç yok. Daha ziyade kamyonlar görülüyor. Yağmur şiddetini arttırıyor. Artık bardaktan boşanırcasına yağıyor. Silecekleri takip etmek zor. Erzurum Bayburt arası bir buçuk saat sürüyor. Çok uzak değil ama yağmur bu süreyi biraz daha arttırıyor.Kop dağlarını aşıyoruz.Bayburt rakım açısından Erzurum’dan biraz daha alçakta. Saat 18.00’de Bayburt’tayız. Ana caddede bulunan otelimize yerleşiyoruz. “Büyük Bayburt Otel”. Bavullarımızı bıraktıktan sonra gezmeye, Bayburt’u gece görmeye çıkıyoruz.
Ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin 1600’lü yıllarda ziyaret ettiği Bayburt’un tarihi M.Ö 3000’lü yıllara kadar uzanıyor. Öncelerde Erzurum’a bağlı olan Bayburt daha sonra Gümüşhane’ye bağlanmış ve 1989’da il olmuş. Tarihi İpek Yolunda bulunan Bayburt alçak dağlarla çevrili Erzurum’u Trabzon’a bağlayan yol üzerine yerleşmiş. Çoruh nehrinin geçtiği şehir, eskiden Çam ormanlarıyla çevriliymiş. Bayburt ve çevresinin Türkmenlerin ilk yerleşim yerlerinden olduğu söyleniyor.
Şehir ışıklar içinde. Saat kulesi ve ünlü kalesi gece pırıl pırıl parlıyor. Şehrin ortasından akan Çoruh nehrinin üzerinde köprüler ve her iki yakaya yerleşmiş küçük parklar, kafeler göze çarpıyor. Ana cadde öyle büyük bir cadde değil ama yoğun bir trafik var. Caddenin sonunda saat kulesinin olduğu yerde Zafer lokantasında mantılı döner yiyoruz. Hava serin. Otelimizin karşısında bir kafede kahve keyfi yapıyoruz. Genç bir bayan hizmet ediyor. Konuşmamız sırasında Üniversitede okuduğunu söylüyor. Bayburt Üniversitesinde tıp dışında tüm bölümler varmış. Gençlerin olması şehre canlılık getirmiş.
Hava o kadar temiz ki ertesi günçok dinç bir şekilde sabah erkenden kalktık. Bugün Bayburt ve çevresini gezeceğiz.Otelin teras katı tüm şehri görüyor. Yöresel lezzetleri tattığımız bir kahvaltının ardından otel görevlileri ile sohbet ettik. Bayburt hakkında daha önceden edindiğim bilgilere göre buradaki kadın dernekleri ve onların ürettikleri ürünlerden bahsedince oradaki bey durun bu konuyu en iyi bilen benim yengem deyip bizi ona götürmeyi teklif etti. Hemen kabul ettik. Ne iyi yapmışız. Yengesi Leyla Karabulut 2002 yılında “Bayburtlu Kadınlar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kurucusu. Bizi güler yüzü ile karşıladı. Bayburt halkının ataerkil olduğundan söz etti. Kooperatif olarak çalışıyorlarmış. Ev hanımları el emeklerini ortaya koyup para kazanıp üretime katkıda bulunuyorlar. Altı Avrupa Birliği Projesi yapmışlar. “Hedef kadının hem sosyal hem de kültürel alanda gelişmesini sağlamak” diyor Leyla Hanım. Seramik, dokuma, resim, ebru ve yöresel yemekler yapıyorlar. Kadınların para kazanması sağlanmış. Kadının gücüyle güçlenmişler.Dernekte Leyla Hanımın sağ kolu, başkan yardımcısı Neşe Yılmaz el sanatları usta öğreticisi.
Bayburt şehri 10 coğrafi işarete sahip. Lor Dolması, Tatlı Çorbası, Ehramı, Taşı, Kavut Çorbası, Ketesi, Balı, Ekşi Lahana, Kara Pancar Yemeği, Süt Böreği.
Lor Dolması derneğin başvurusu neticesinde tescil almış. Üzerinde tereyağı gezdirdikleri lor dolmasından nerdeyse bir tepsi yiyecektik. Enfes bir tat.
Leyla Hanım bir üst kattaki Bayburt Ehramı dokuma tezgâhlarını gezdirdi. Bu sanatın tarihi çok eskilere dayanıyor. Koyun yününden dokunan Ehram şimdilerde çanta, şal, örtü, yelek ve heybe olmuş. Dokumanın üzerindeki küçük desenlerin değişik adları var.Uçan kuşlar, Elifler, Reyhan Dalı, Gorda, Mercimekler, Kar tanesi ve daha birçokları. Bazılarının hikâyelerini anlatıyorlar. “Elma Şeleği” Elmanın çekirdeği anlamına geliyormuş ve çok güzel bir desen. Efsaneye göre gökyüzünde bir kuş sadece elma kokusu ile besleniyormuş. Kadınlar da bu desen ile sevdiklerine kokuyu gönderiyorlarmış. Ehram kadınların örtünmek için kullandıkları yerel bir giysi. Ama şimdi ancak bazı köylerde tek tük rastlıyorsunuz. Aslında Bayburt’a kışlar çok soğuk geçtiği için bir nevi palto vazifesi görüyor. Aldığım şalda bunu denedim. Gerçekten çok ısıtıyor. Tüm ürünlerini tanıtmak istiyorlar. Kadınların başarısı gururlandırıyor. Dolaşa dolaşa tekrar otele dönüyoruz. Bayburt’un ünlü balını soruyoruz ama bu sene çok az olduğu için kalmamış.
Çarşıda bir antikacı dükkânına giriyoruz. Sahibi Hafizettin abisi ile beraber çalışıyormuş. Kendini işine adamış güler yüzlü genç biri değerli objelerin olduğu dükkânını pek güzel işletiyor. Biz de 50’li yıllardan kalma bir Alman radyosu alıyoruz. İzmir’e yollayacaklar. Gözüm eski bir fotoğrafa takılıyor. Bu eski fotoğraflar bana daima hüzün verir. Bir zamanların değerleri şimdi bir antikacıda yeni sahibine gitmeyi bekliyor. Ayrılırken benim fotoğrafa dikkatle baktığımı fark eden Hafizettin Çelik “Siz çok beğenerek baktınız” deyip fotoğrafı bana hediye ediyor. 50’li yıllarda bir Rus aileymiş.Çok duygulandım kim bilir kimlerin fotoğrafı.
Çarşıda tarihi dükkânların bulunduğu “Yıldız Garaj” denilen yere doğru ilerliyoruz. Taş işçiliğinin mükemmel kullanıldığı dar alanda Türkler ile Ermenilerin karşılıklı, giriş kapılarının üzerinde ay ve haç işaretlerinin bulunduğu dükkânlar görülmeye değer ama ne yazık ki hiç bakım yapılmamış.
Şehrin merkezindeki saat Kulesinin yapımına 1923’te başlanmış ve 29 Ekim 1924 tarihinde bitirilmiş. Türk ustaların yaptığı kulede 4 adet saat bulunuyor. Yüksekliği 21 metre veçok güzel bir eser.
Tekrar arabamıza binerek Beşpınar köyünde bulunan Açık Hava Kenan Yavuz Etnografya Müzesine gitmek üzere yola çıkıyoruz.47 km sonra köyün karşı tarafında yer alan müzeye varıyoruz. Buraya gelmeden önce yetkili Aleyna Hanım ile yazışmıştık. Geleceğimizi haber verdik. İş adamı Kenan Yavuz 2013 yılında doğup büyüdüğü Beşpınar köyünün aynısını burada yapmak istemiş. İstemiş ki köydeki tüm yaşantı gezilerek görülebilsin. Müze her yıl düzenlenen Avrupa Yılın Müzesi Ödülleri yarışmasında 2021 Silletto Ödülünü almış. Baba evinin aynısını inşa etmiş. Köydeki dükkânlar, kapılar, aletler, kitaplık. Kendisi ve ailesinin yaşadığı ev de burada. Ayrıca “Loru Han” adında bir de konuk evi yapmış. Eğer konaklarsanız çeşitli aktiviteler yapıyorsunuz. At ile dolaşmak, ürün toplamak gibi. Kenan Bey, doğup büyüdüğü topraklara vefa borcunu böyle ödemiş. Kendi deyimiyle “Taşların Konuştuğu Mekân”ı canlandırmış. Kenan Bey ve eşi Serpil Hanım ile sohbet etme fırsatını yakaladık. Bir kuzinenin başında çay içerek öyküsünü dinlemek güzeldi. Çıktıktan sonra Demirözü Barajı tesislerinde alabalık yemek keyifli oldu. Bu yörede bulunan ve çok kullanılan Tarhun Otu (Bayburt deyişiyle Darhun Otu) konusunda bilgi aldık. Epeyce zor elde ediliyormuş.Artık yolumuz Baksı Müzesine doğru. Akşam orada kalacağız.
Demirözü barajından, Bayraktar Köyü sırtlarındaki Çoruh Vadisine bakan tepelerden birinde kurulmuş Baksı Müzesine ulaşmak bir saatten fazla sürüyor. Bayburt şehri iki büyük müzeye sahip ve halk onlarla gurur duyuyor, övgüyle bahsediyor. Müze Ressam Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ve ekibi tarafından kurulmuş. Güzel bir de öyküsü var.
Eski adı “Baksı” olan Bayraktar Köyü Hoca’nın köyüymüş.(Halk onu bu adla çağırıyor.) Baksı Şamanlarda “Kâhin” anlamına gelmekteymiş. Babası onun için ayrı bir değer taşıyormuş. Kendisinin eğitimi olmadığı halde çocuklarının iyi yerlere gelebilmesi için gurbet ellerde uzun yıllar çalışmış. Resme yeteneği olan Hüsamettin Bey babasının özellikle bu konuda ona verdiği destekten övgüyle bahsediyor.
Köyde eskiden âşıkların atıştığı bir merkez bulunuyormuş. Köy halkı akşamları orada toplanırmış. Ama sonraları bunun yerini televizyon dizileri almış. Ve o toprakların zengin kültürü yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmuş. Mükemmel Coğrafyanın hazineleri birer birer ortadan yok olmaya başlamış. Güzel Sanatlar mezunu olan ve yıllarca birçok başarıya imza atan Hüsamettin Koçan artık köyüne dönme vakti geldiğini, Anadolu Kültürünü Dünya’ya tanıtması için bu kayboluşun onu harekete geçirmesi gerektiğini fark etmiş. Babasına olan vefa borcunu ödemeli, Dünya’ya köyünden seslenerek Anadolu’nun hazinelerini evrene bildirmeliymiş. Öyle de yapmış. Köyün dağlarından birine 2000 yılında ilk kazmayı vurmuş. 2005 yılında Baksı Kültür Sanat Vakfı kurulmuş ve 2010 yılında müze kapılarını açmış. Başta sanatçılar olmak üzere çok sayıda gönüllünün katkısıyla yıllar içinde gerçek bir toplumsal projeye dönüşmüş. Devletten hiçbir destek alınmamış. Okulun bile olmadığı Bayraktar Köyü tüm Dünya’nın ilgiyle izlediği çağdaş bir müzeye kavuşmuş. Aslında bu onun masalıymış. Kendi deyimiyle bu “İnsanoğlunun Müzesiymiş.
Müzenin mimarisi çok ilginç. Doğada hiçbir şey 90 derece değildir ilkesiyle hareket edilerek yuvarlak hatlar kullanılmış. Yapının üstü çinko kaplı ve gri tonunda. Böylece yapı bulunduğu doğa ile tam bir uyum sağlamış. Müze yapılırken köyün eski evlerinden esinlenilmiş. Toprak damlı evler tepeden ışık alırmış. Yüksek tavanlı müzeye gün ışığının aynı o şekilde yukardan süzülerek girmesi planlanmış.
Müze 2014 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından verilen “Avrupa Konseyi Müze Ödülü ”nü almış.
Tabii bu güzel yeri görebilmek için acele ediyoruz. Yol çok kıvrımlı ve dar. Yağmur yağıyor, hava soğuk. Karanlık çökmek üzere. Zor ilerliyoruz. Bayraktar köyünde ehram giymiş birkaç hanıma rastlıyoruz. Köyden Yaklaşık 5 km sonra dağ yolunda tepede bir kıvrımı dönünce adeta bir uzay istasyonuna benzer müze karşımıza çıkıveriyor. Bu gece burada konaklamayı çok iyi düşünmüşüz. Zira yarın rahat rahat müzeyi gezebileceğiz.
Hüsamettin Bey’in asistanı Elif Hanım bizi merak etmiş. Genç Mimar Hanım çok güler yüzlü ve içten. Konuk Evine (Kıraç eve) yerleştik. Taş ve tahta malzemenin bolca kullanıldığı yapı vadiyi ve Çoruh Nehrini görüyor. Çok güzel bir bina. Oda ince bir zevkle döşenmiş. Her detayda sanatı fark etmek mümkün. Oda ile yemek yiyeceğimiz yer arası çok uzak değil. On beş yirmi adım dışarda yürüyünce diğer binaya varıyoruz. Vadi muhteşem gözüküyor. Hava soğuk. İçerde bir soba harıl harıl yanıyor. Cam penceresinden gözüken alevler bu soğukta çok etkileyici. Elif Hanım ve Hüsamettin Bey’in genç yeğeni Asya ile sohbet ediyoruz. Yöresel tatlardan oluşan güzel bir yemekten sonra çay içip konuşuyoruz. Aslında Hoca ile tanışmayı çok istemiştim ama dün İstanbul’a gitmek zorunda kalmış. Bu sefer kısmet olmadı. Ertesi gün 9.00’da kahvaltı için sözleştikten sonra ayrılıyoruz.
Sabah biraz telaşla kalkıyorum. Hava limoni. Kahvaltı için acele ediyorum. Güzel bir kahvaltının ardından yağmura yakalanmadan kıraç tepedeki eserleri görmek üzere müzenin yan tarafındaki yoldan aşağıya doğru Elif ve Asya ile birlikte yürüyoruz. Helikopter pisti dikkatimi çekiyor. Doğru düşünülmüş. Hüsamettin Hoca’nın evi ve her türlü sebze ve meyvelerin bulunduğu bahçesinin önünden geçerek müze alanından çıkıp aşağıya doğru oldukça dik inen toprak bir yolu takip ediyoruz. Çeşitli etkinliklerin yapıldığını öğrendiğim bir amfi tiyatro göze çarpıyor. Tertemiz ama soğuk bir hava. ”Kıraç’ta Heykel” sergisi başlıyor. Vadi, dağlar, Çoruh nehri eşliğinde farklı kuşaklardan dokuz sanatçının eserlerinden oluşan Açıkhava sergisini gezmek biraz zorlu da olsa tarifi imkânsız bir keyif. Sanatçılar Erdal Duman, Günnur Özsoy, Hüsamettin Koçan, İbrahim Koç, Kemal Tufan, Mike Berg, Nermin Er, Osman Dinç ve Yunus Tonkuş’un yapıtlarının yer aldığı bu sergi sanatın her yerde var olabileceğinin bir göstergesi. Paslanmaya yüz tutmuş bir denizaltı, pembe ızgaralı bir füze başlığı, devasa sivrisinek heykeli, dev bir makas, balıklar… En son olarak mini minnacık bir ev. İnanılmaz etkilendim. Buradan görünen bir tepede Hoca’nın anne ve babasının yattığı Aile Kabristanı gözüküyor. Çıkış iniş kadar kolay olmasa da insana mutlu geçirdiği bir andan sonra gelen inanılmaz enerji, bir solukta müzeye varmamı sağlıyor. Artık dünden beri gördüğümüz yapıya girme vakti.
Eylül ayı Bayburt için, serin daha doğrusu soğuk bir ay. Bir hafta sonra kış gelir diyorlar. Yüksek dağların üzeri kar ile kaplanmış bile. Müzede Denizli’de doğan, şimdilerde sanat çalışmalarını Almanya’da sürdüren Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü mezunu Ressam Şakir Gökçebağ’ın “Aşina ”isimli sergisini geziyoruz. Ayrıca çağımızın güncel sorununu Pandemi nedeniyle taktığımız maskeleri ele alan “Maske/ Çağrışımlar” sergisi oldukça ilginç. Bir konferans salonu ve kütüphane ile müzeyi tamamlıyoruz. Buradan çıktıktan sonra ayrı bir yapı olarak düzenlenmiş Depo-Müze’yi geziyoruz. Baksı Kültür Sanat Vakfı tarafından sanata yetenekli çocuklara burs veriliyor. Baksı’da birçok iyi şey yapılıyor. Esas güzel olan tarafı ise sesini bütün Dünya’ya duyurabilmiş olması. Ayrılma vakti.
Yolumuz Aydıntepe Yeraltı şehrine doğru. Hep böyle şehirler merkezden uzak olur ama bu tam da Aydıntepe ilçesinin merkezinde. Şaşırdık. Hatta girişe park ve kahve yapmışlar, halk vakit geçiriyor. Ama içerde göçük olduğu için gezemedik. Korgan tarihi köprüyü görebilmek için harcadığımız çaba ise felaketti. Tabelalar bir türlü doğruyu göstermiyor. Sürekli yanlış yollara girdik. En sonunda bir sürücü kendi yolunu değiştirip bize yardım etti, ulaşabildik. Köprü bakımlı değil. Çevresine yapılmış bir piknik alanı naylon şişe atıklarıyla dolu. Tarihi köprüden araba ile geçiyorlar. Yazık olmuş. Yeniden Bayburt’a geri döndük. Bu şehirden bir türlü ayrılamıyoruz. Araba parkı problem. Uzun aramalar sonunda başardık. Bayburt Lokantasında yemek yedikten sonra taksi ile kaleye çıktık. Şehrin içinden karışık dar sokaklardan geçerek vardık. Yalçın kayaların üzerine yapılmış kale aynı zamanda “Çinimaçin Kalesi” olarak da adlandırılıyor. Sebebi kalenin bir zamanlar çini ile kaplı olmasıymış. Ne yazık ki çok tahrip olduğu için hiçbiri kalmamış. Restorasyon sırasında örnek olarak yer yer çiniler ilave edilmiş ama hiç güzel olmamış. Kalenin içi perişan durumda. Sanırım düzeltmeye çalışıyorlar. Umarım başarırlar. Işıklandırması pek güzel olmuş. Gece harika gözüküyor.
Kalenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Bayburt’un simgesi. Yeniden arabamıza binip Erzurum’a doğru yola çıkıyoruz. Bu gece orada kalacağız. Ama önce Sırakayalar şelalelerine gitmek istedik. Sırakayalar köyünden sonra kötü bir yola girdik. Halkın mesire yeri olarak kullandığı şelaleler bu kadar yolu gelmeğe değer değil. Belki yaz aylarında olsa daha iyi olur. Yolda Kop Dağı Geçidinde duruyoruz. Hava çok soğuk. Tepeye çıkan merdivenler zorluyor. Zirvede Güzel bir Atatürk heykeli ve “Kop Şehitleri Abidesi” bulunuyor. Rakım 2409. Doğu Anadolu ile Karadeniz Bölgesini ayıran bir geçit. Abide I. Dünya Savaşında şehit olan askerlerin anısına 1963 yılında dikilmiş. Kop direnişi tarihimiz için ayrı bir önem taşıyor. Erzurum’a gece giriyoruz. Yer ayırttığımız otele gidiyoruz ama bizim odayı başkasına vermişler. Otel siz şurada yemek yiyin biz ayarlayacağız diyor. Ama öyle olmuyor. Başka yerlere götürüyorlar. Erzurum bizi iyi karşılamadı. Sonradan çok özür dilediler ama ne çare. Kendi çabamızla gecenin o saatinde Palandöken Dedeman otelde yer buluyoruz. Epeyce üzüldük. Yarın ki programımız yoğun. Erzurum çevresini gezeceğiz.