Beste Serim Erbak: “Hakkari’de Hayat Var..Bölüm I

Doğu Anadolu Günlükleri 2022
Kadim Şehir Hakkâri’ye Doğru…Bölüm I
“Hakkari’de Hayat Var”

Havaalanından kiraladığımız arabayı sabah otele getirdiler. Yolculuğumuzun bundan sonraki etabını araba ile yapacağımız için rahatız. Anadolu’muzun çok bilinmeyen yörelerini keşfedeceğiz.

Van -Hakkâri yolunun 25.km’sinde Gürpınar ovasında tepeye kurulmuş tarihi Çavuştepe Urartu Kalesini görmek için sabırsızlanıyorum. Yol gayet güzel, geniş. Gelmeden önce durduğumuz benzin istasyonunda, biraz sohbet edip buralar hakkında bilgi aldık. Tabii her yerde olduğu gibi burada da benzinliğin sahibi çay içmeden bizi bırakmadı. Henüz Van ilinin sınırları içindeyiz. Çok sıcak bir gün. Güneş bütün kuvvetiyle tepeyi yakıyor. Ören yerinin bir kapısı yok. Hafif rampa bir yoldan çıkıp, arabayı park ettik. Bir düzlükte aşağıdaki muhteşem manzarayı doyasıya seyredebilmek için tahtadan banklar yapılmış. Urartuların kullandığı tuvalet ve kanalizasyon sistemleri şaşırtıcı düzeyde iyi. Burası yiyecek ambarı olarak kullanıldığı için o yıllardan kalan buğdaylar bulunmuş ama ne yazık ki kömürleşmişler. Tepeden bakıldığında aşağıda görülebilen Urartular tarafından yapılmış su kanallarının, bazı kesimlerinin halen kullanılıyor olmasına şaşırıyoruz. Özellikle günümüzde, çok kısa zamanda harap olabilen yapılar, yollar, inşaatlar düşünüldüğünde…

Minua, halkın deyişiyle Şamram Su Kanalı, Gürpınar Ovası’ndan Urartu Krallığı başkentinin bulunduğu Van Ovasına su getirmek, geçtiği yerlerdeki tarla, bağ ve bahçelerin su ihtiyacını karşılamak amacıyla inşa edilmiş. Yaklaşık 5000 hektardan fazla arazi tarihler boyunca bu kanalın taşıdığı suyla sulanıp, ekilip biçilmiş. Kanalın birçok noktasında bulunan yazıtlarda Urartuların en büyük tanrısı Haldi’nin gücü ile bu kanalların Kral Minua tarafından yapıldığı belirtilmekte.

Çavuştepe, M.Ö 764-735 yılları arası Urartu kralı I.Sardur tarafından iki tepeye kurulmuş bir kale şehri. Aslında bir eyalet merkezi. Buraları Mehmet Kuşman’dan soruluyor. Mehmet Bey’in güzel bir hikâyesi var.1940 yılında Gürpınar’da doğmuş,20 yaşındayken Çavuştepe ören yeri kazılarında bekçi olarak çalışmaya başlamış. Tapınakta yapılan kazılar sırasında üzerinde Urartu dilinde bir kitabeye rastlanan bir duvar bulununca, Kuşman bu yazıya çok ilgi duymuş. Acaba ben bu yazıyı çözer, okuyabilir ve yazabilir miyim diye kazı ekibindekilere sorduğunda kendisine ilkokul diploması ile bunun hayal bile edilemeyecek kadar zor olduğu söylenmiş.Zira günümüzde bile, Dünyada bu yazıyı okuyabilen bilim adamı sayısı 40’ı bulmuyor. Ama Mehmet Kuşman hiç yılmamış. Hatta bütün hayatını buna adamış. Nerede bir Urartu yazısı var oraya gitmiş. Urartular hakkında bulduğu tüm kitapları okumuş. Urartuların yerleştiği topraklardaki tüm yazıtları incelemiş hatta komşu ülkelerdekilere bile gitmiş. Böylece Dünyada Urartu dilinde yazabilen tek kişi olmayı başarmış. Kuşman, artık çok yaşlandığı için bu görevi bırakmak istiyor. Gelenlere Ören yerini gezdirip bilgiler veriyor ama en güzel şey de öğrenmek isteyenlere Urartu’ca öğretiyor. Hem yazmayı, hem de okumayı. Urartu yazısı ile işlediği yerel taşları satarak, dilin yaşaması için çaba harcıyor. Takdir etmemek elde değil. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor.
Zernek Baraj gölü muhteşem manzarası ile bizi büyülüyor.

Yola devam diyerek, Urartuların bir başka şaheseri, Hoşap kalesine, adım adım yaklaşıyoruz. Güzelsu mahallesindeyiz. Kale kartal yuvası gibi, büyük bir kaya kütlesinin üzerinde doğa ile uyum içinde yükseliyor. Sanki bir Ortaçağ şatosu. Ana yoldan ayrılıp, kalenin arkasına doğru kötü bir toprak yoldan kapıya ulaşmaya çalışıyoruz. Bereket ki fazla sürmüyor. Kalın duvarlar en alt kısımlarından, aşağı yukarı 2 m. yüksekliğe kadar, taş, sonra ise yöre halkının “bat” dediği bir çeşit kerpiç malzemeyle döşenmiş. Çok yüksek. Kayalar arasına gizlenmiş ihtişamlı kale, küçük kapısı ile tam bir tezat oluşturuyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde,1650 yılında Hoşap kalesine geldiğinden bahsediyor. İzlenimlerini anlatırken Osmanlıda genelde kale kapıların ağaç üzerine demir kapılar olduğunu, ateş edildiğinde ağacın yandığını ve demirlerin döküldüğünü,oysaki bu özelliklerin Hoşap kalesi için söz konusu olmadığını, zira kale kapısının her kanadının üç yüz kantar Nahcivan demirinden yapıldığını, ağaç malzemenin ise hiç kullanılmadığını belirtiyor.

Kale giriş kapısı üzerindeki kitabede 1052 (1642) yılında Mahmûdî Beyi Sarı Süleyman tarafından yaptırıldığı yazılı.Engebeli bir araziyi çeviren dış kale surları içerisinde halen 30 kadar köy evinde yaşam sürüyor.Harika bir eser.
Başkale ilçesi yakınlarındaki virajlı bir bölgeyi geçmek zorundayız. Burası Halk arasında “32 viraj” diye biliniyor. Yol özellikle kışın sürücülerin korkulu rüyasıymış.
Başkale’ye ana yoldan ayrılarak giriyoruz. Öğle yemeğimizi burada yiyeceğiz. Çok lezzetli bir kuru fasulye yanında enfes bir salata, sıcacık ekmek. Sonra da lokantanın önüne oturup çay içerek etrafımızı saran grupla,gitmeyi düşündüğümüz yerler hakkında sohbet ediyoruz. Fazla turistin uğramadığı Başkale’de halk bizi meraklı gözlerle izliyor. Herkes konuşabilmek için birbiriyle yarışıyor.

Öğleden sonra saat dört gibi Hakkâri’ye varıyoruz. Çok geç değil. Şehre Zap suyu eşliğinde giriyoruz.Yüksek bir yere konumlanmış şehrin ana caddesine varabilmek için sanki hiç sonlanmayacakmış gibi görünen bir yokuşu tırmanıyoruz.Bu konuda şehir Tunceli’ye benziyor. Şenler oteli sora sora bulduk. Hakkâri çok görmek istediğimiz ama bunca yıldır Anadolu’nun hemen hemen her yerini dolaşmamıza rağmen bir türlü göremediğimiz bir şehir. Her anı iyi değerlendirip, havasını solumak istiyoruz.
Gezi hazırlıkları yaparken, her zamanki gibi bu bölgeye gelen gezginlerin yazılarını okudum. Hakkâri dağları deyince adı geçen bir isim dikkatimi çekti. Hacı Tansu. Hemen mail adresini bulup, kendisinden yöre hakkında bilgi istedim. Adeta bir sınav niteliğindeki sorularımı detaylı bir şekilde, sabırla yanıtladı. Bölgeyi tanımadığımız için, bilen biriyle gezmenin çok daha iyi olacağını düşündüm ki; bu fikrimde hiç yanılmamışım. Şenler otel, güzel, tipik, temiz bir Anadolu oteli.Hakkâri’ye gelen turlar da bu otelde konaklıyor.Güler yüzle “Hoş geldiniz!” diyen görevliler, hemen otelin arkasındaki otoparka arabayı bırakmamızı istediler. Cadde oldukça dar olduğu için, kısa bir süreliğine bile olsa durmak zor oluyor. İçeriye girdikten çok az bir süre sonra Tansu Hoca bizimle buluşmaya geldi. Bir saat içinde otelin yanındaki kafede oturmak, sohbet etmek için sözleştik.Kendisi gibi eşi Safiye Hanım da hoş sohbet biri.

1972 yılında, Hakkâri’de doğup büyüyen Tansu Hoca, halen Hakkâri Cilo Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü Başkanı.Şehrine ve onun doğasına sevdalı. Etrafı yüksek dağlarla çevrili Hakkâri’de geçen çocukluk ve gençlik yılları,yaylalara, yamaçlara, kayalara, dağlara tırmanarak geçmiş. Hala da tırmanmaya devam ediyor. Dağcılık sporunu bilmeden, dağcılığa başlamış. Fotoğrafçılık konusunda da bir hayli ilerleme kaydederek, çektiği doğa fotoğraflarıyla birçok kişisel sergi açmış, sergilere katılmış. Dağlar hakkında kitaplar yazmış. Ülkenin en güzel, en görkemli, en muhteşem dağlarının Hakkâri’de olduğundan bahsediyor. Onlardan söz ederken gözlerinin içi parlıyor. Herkesin, Hakkâri’nin bakir ve doğal coğrafyasını görmesi, gezmesi,tanıması onun en büyük arzusu. Bölgenin Sarp kayalıklarının, derin vadilerinin, milyon yıllık buzullarının, buzul göllerinin, endemik bitki örtüsünü ve tarihi dokusunun gelen herkesi büyüleyeceğini söylüyor. Kitaplarında, Hakkâri, Cilo, Sat, Geverok, Çarçelan dağları, Zap vadisi ve diğer vadileri anlatıyor. “Hakkâri Dağları ve Doğa Sporları Rotaları” adlı kitabında ise yıllarca gidilemeyen, dağların tırmanış rotalarını ayrıntılı bir biçimde çiziyor.

İlki 1900 yılında olmak üzere, bu güne kadar aşılmış rota bilgileri ayrıca günübirlik ve kamplı doğa yürüyüş rotaları, Kano, rafting, dağ bisikleti gibi sporların ayrıntılı rotaları kitapta yer alıyor. Tanıdığım değerli insanlardan biri Hacı Tansu.

Bugün 4 Ağustos, eşimin doğum günü. Tansu Hoca ile ona bir sürpriz yapmayı planladık. Akşama doğru bizi otelden almaya gelen Tansu çifti ile yemek yiyeceğimiz yere doğru yürüyoruz. Hakkâri’nin ters açan lale simgelerinin yer aldığı duvarın önünden geçerek, Hakkâri evi Cafe / Restoran’a geliyoruz. Dağlara bakan bahçede bizim için ayrılmış masaya oturuyoruz. Buralarda Tansu hocayı tanımayan kimse yok. Hemen yanımıza gelen restoran sahibi ile sohbet ediyoruz. Bize yöre düğünlerinin ana yemeği “Doğaba”hazırlamışlar. Enfes doğrusu. Hava hafif serin. Pek güzel bir yer. Çoluğu çocuğuyla gelen halk, masalara oturmuş sohbet edip bir şeyler yiyor ve tabii ki çay içiyorlar. Çay, Doğu Anadolu’nun vazgeçilmezi. Yemek bitiminde gelen yaş günü pastası, eşimi çok şaşırtıyor ve inanılmaz mutlu oluyor. Nefis yapılmış. Güzel bir gecede, yeni dostlarla sohbet. Otele yürüyerek dönüyoruz. Yarın çevre gezilerimiz başlıyor. Sabah kahvaltıda buluşmak üzere sözleşip ayrılıyoruz.