Beste Serim Erbak: İzmir – Yağcılar Köyü

İzmir – Yağcılar Köyü 2014

İzmir, kendisinde olduğu kadar çevresinde de birçok gezilecek görülecek yeri barındırıyor. “Bunca zamandır nasıl oldu da buraları görmemişim” diye şaşırmak doğal bu güzel yörede.

23 Nisan 2014 sabahı Çeşme otobanı Karaburun çıkışı ile Yağcılar Köyü’ne gitmeyi hedefledik. Otobandan çıktıktan yaklaşık bir kilometre sonra karşınıza çıkan yuvarlak bir yol dönemecinden sola dönerseniz Yağcılar diye ufak bir tabela ile karşılaşıyorsunuz. Eğer düz gider yolu takip ederseniz Karaburun’a varıyorsunuz.

Aniden karşınıza çıkıveren bu ayırıma dikkat etmek gerekiyor. Ormanın içinden ilerleyen dar ve virajlı yol sizi hiç sapmadan köye ulaştırıyor.
Köy göçmen köyü olarak biliniyor. Bir zamanlar Rum köyüymüş. Köyün meydanına geldiğinizde tek bir bakkal göze çarpıyor. Binalar tipik yunan mimarisi. Taş,küçük pencereli evler.
İnek, keçi seslerinden anlaşıldığı üzere köy halkının ahırları evlerine yakın. Hayvancılık ve bağcılık ile geçimlerini sağlıyorlarmış.
Köyde arkeolojik sit alanlarının çok olduğu söyleniyor. Yunanlıların buraları terk ederken evlerinin bir köşesine gizledikleri altınları bulmak amacıyla hala gelen kişiler oluyormuş.
Köylüler aydın. Doğaya zarar vereceği için, köylerine yapılması düşünülen taş ocağı projesi için dava açıp kazanmışlar. Gözümüze çarpan otobüs durakları ulaşım konusunun çözüldüğünü gösteriyor.

İki yıl önce mimar Serhat Akbay tarafından yapılan Urla Bağevi Butik Otel Yağcılar Köyü’ne başka bir anlam kazandırmış.
Taş ve tahta malzemenin kullanıldığı bu harika yapı, birçok sanat sempozyumunun da yapıldığı yer. Her taşın dikkatle ve özenle yerleştirildiği yapı etrafındaki her şeye ve her yere ışık saçıyor. Burada toplanan ve resimlerini yapan, dünyanın çeşitli yörelerinden gelen sanatçılar eserlerini köy meydanında sergileyip, köylülerin sanat ile kucaklaşmasına fırsat sağlıyorlar.

Bir tepe üzerine kurulmuş olan yapının yapılış aşamalarını gösteren fotoğraflar hemen girişte yer alıyor. Serhat Bey’in moda desinatörü eşi Sema Hanım’ın söylediğine göre bina yapılırken buradan çıkan yaprak ya da hayvan fosilleri toplanarak camekânlı bir alana yerleştirilmiş. Yapıda plastik malzeme hiç kullanılmamış. Altı odalı bu yapının oldukça geniş bir yemek alanı bulunuyor.

Tavanda sanatçıların yaptıkları tablolar sergileniyor. Bahçede özenle dikilmiş bir zeytin ağacı buranın en çok hoşuma giden ögesi. Alabildiğine uzanan bağlar. Şarapçılık bu yörenin simgesi.
Buradan giden ince bir yol sizi Marika Plajına ulaştırıyor. Harika bir kumsalın olduğu plaj,huzur veriyor. Eğer yolu takip ederseniz Urla’ya varabiliyorsunuz. İzmir’den yaklaşık yarım saatte ulaştığımız köy ve bu yapı bizi tekrar buralara getirecek şüphesiz…
Televizyonun olmadığı bu yer yorgun kafaların ihtiyacı olan sessizliği sunuyor.