Beste Serim Erbak: Kamboçya-Angkor Wat 2.Bölüm

KAMBOÇYA KRALLIĞI កម្ពុជា – DÜNYANIN 8.HARİKASI -ANGKOR WAT- (2013) Bölüm 2

Kamboçya son derece yoksul bir ülke. Gittiğim yerlerin tarihini bilmemin, oraları iyice özümseyerek, halkını önceden tanıyabilmem açısından çok gerekli olduğuna inanıyorum. Bu nedenle ülkeye gelmeden yaptığım araştırmalar ve ziyaretim sonrası öğrendiklerim beni çok etkiledi.

Ülkenin tarihi MS 6.yüzyıla kadar dayanıyor. O zamanlar buradaki Khamer halkının imparatorluğu altın çağını yaşıyormuş. Halkın dili Asya’da konuşulan Sanskritçe ’den çok etkilenmiş. Kamboçya, Sanskritçe’ de “Altın toprak” ya da “Barış ve refah ülkesi” demekmiş. Yani ülke adını bu özelliğinden almış. 13. yüzyılda imparatorluk gücünün ve zenginliğinin doruğuna ulaşmış. 16. ve 19.yüzyıllar arasında bir çöküş dönemi yaşanmış.1863’te kral Norodom’un ülkesini Fransa’nın koruması altına almak istemesiyle Fransız koloni dönemi başlamış. İkinci Dünya Savaşı sonrası, milliyetçiliğin artması ve Fransızların Çinhindi’ndeki yenilgisinin etkisiyle Kamboçya 1954’te bağımsızlığına kavuşmuş.1970 yılına kadar, Kral Sihanouk’un yönetiminde nispeten sakin bir dönem geçirmiş, ama 1970 yılında bir Amerikan müttefiki olan General Lon Nol ülkeyi kaotik bir ortama sürüklemiş. Bundan sonra Kamboçya halkı için üzüntüler acılarla dolu trajik bir dönem başlamış. Diktatör ve kanlı Kızıl Kmer rejimi. Pol Pot, asıl adı ile Saloth Sar, Kızıl Kmerler adlı komünist gerilla teşkilatının kurucusu, Fransa’daki eğitimini tamamlayıp, ülkeye dönmüş ve yönetimi ele geçirmiş. Kral, Çin’e sürülmüş. Halka, özellikle aydınlara, etnik azınlıklara ve Vietnamlılara düşman olan bu Mao yanlısı hükümet (Angkar) muazzam bir soykırım gerçekleştirmiş. O kadar ki gözlükleri olan kişiler bile, okumuş olabilir düşüncesiyle işkenceye maruz kalmış. Ülkenin dış dünya ile tüm bağlantıları kesilmiş. Dört yılda yaklaşık üç milyon kişi çeşitli işkencelerle öldürülmüş. Ülke perişan duruma düşmüş. Kamboçya iç savaşa sürüklenmiş. O zamanlar ben daha çocuktum ama televizyonda, radyoda Kamboçya ile ilgili korkutucu ve insanlık dışı haberleri hala hatırlıyorum.

1979’da Vietnam birliklerinin ülkeyi işkâl etmesiyle birlikte soykırım durdurularak düzen sağlanmış. 1990’ların başında Vietnamlılar geri çekilmiş ülkeyi Birleşmiş Milletler Geçici yönetimine teslim etmiş. 1993 yılında “Kamboçya Krallığı” adını alan ülke, o tarihten bu yana meşruti monarşi ile yönetiliyormuş. Kral Norodom Sihamoni, 2004 yılında tahta çıkmış. Biz oradayken Kamboçya halkı 2012’de Çin’de sürgündeyken ölen krallarının matemini tutuyordu. Bir nevi tarihe tanıklık ettik diyebilirim.
Bugün günlerden 31 Ocak, benim doğum günüm. Otelin bahçesinde keyifli bir kahvaltının ardından tuk-tukumuza bindik. Unesco Dünya Mirasları koruması altında olan bölgenin yolları oldukça bakımlı. Tuk- tuk ormanın içine dalıyor. Dev ağaçlar arasında ilerliyoruz.
Yolumuz Angkor Wat’a doğru. Heyecanlıyım zira yaş günümde bu olağanüstü yapıtı görmek kısmet olacak.
1992 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine alınan Angkor Tapınağının bulunduğu alan, Güneydoğu Asya’nın en önemli arkeolojik yerlerinden biri sayılıyor. Angkor şehir, Wat tapınak demek olduğu için burası Tapınaklar şehri anlamına geliyor.90 farklı tapınağın yer aldığı alanda bulunan Angkor Dünyanın 8.harikası ve en büyük dini yapısı olarak kabul ediliyor. 12.yüzyılda inşa edilmiş, ormanın ortasında uzun yıllar keşfedilmeyi beklemiş, gizli kalmış bir cennet Angkor Wat.

630 yıl boyunca bu topraklarda hüküm süren Khamer halkının 400 km² lik bir alana yayılan yerleşimlerinin merkezine yaptıkları şaheserler… Dört yüz yıl boyunca ağaçların arasında kalmış dallar, ağaç kökleri ile sarıp sarmalanmış, taşlarla doğanın bütünleştiği sıra dışı bir yer.
1113-1150 yılları arasında dönemin kralı II. Suryavarman tarafından yaptırılmış devasa tapınağın adı Angkor. Muhteşem alanın bu isimle anılmasının nedeni de ortada. Hindu tanrısı Vishnu (Vişnu) adına yaptırılan tapınak sonraları Budistler tarafından da kullanılmış. Kamboçya Milli Bayrağında Angkor Wat’ın resmi bulunuyor. Tapınağın yapımında üç yüz binden fazla işçinin çalıştığı söyleniyor.

Bilet almak için girişten farklı bir yerde bulunan gişelere gidiyoruz. Giriş ücreti kişi başı bir gün için 20$.Aslında tüm tapınakları ancak üç günde gezebiliyorsunuz. Bu durumda 60$ vermeniz gerekiyor. Biz ancak bir gün gezebileceğiz. Ne yazık ki zamanımız yeterli değil.
Bilet alırken resminizi çekip, biletin üzerine basıyorlar. Çok hoş bir anı kalıyor. Girişteki panoda burada yapılan çeşitli etkinliklerin fotoğrafları asılmış. Balonla tur çok ilginç gözüküyor. Kapadokya misali. Burası Khamer Krallığının merkezi. Yerel halkın Angkor’u olağanüstü güçlere sahip bir yer olarak kabul etmesi nedeniyle uzun yıllar kimse buralara yaklaşmamış, tapınakların görünen bazı kısımlarının tanrılar tarafından kutsandığı düşünülmüş. Ormanla bütünleşen tapınaklar, 1863’te kelebek avına çıkan doğa bilimci Fransız Henri Mouhot’nun keşfiyle dünyaya tanıtılmış. Daha o zamanlarda buralara gelmek, ormanın gizemli dünyasında tüm insanlığa mal olacak eserleri ortaya çıkarmak… Şoförümüz bir günde ancak en tanınmış olan tapınakları gezebileceğimizi söylüyor.

İnanılmaz büyülü, gizemli Angkor Wat’ın bulunduğu tapınaklar bölgesine gelince duruyoruz. 1000 yıllık bir köprüden geçmişle birlikte yürüyerek Kralların girdiği ana kapıdan tapınağın bahçesine giriyoruz. Tüm tapınakların bulunduğu kare şeklindeki alan içi su dolu çok büyük oldukça derin bir hendek ile çevrelenmiş. Hindu ve Budist tapınakları çevreleyen bu büyük su kitleleri engin okyanusları simgeliyormuş. Aynı zamanda bu hendek tapınakların uzun yıllar ayakta kalabilmesi için planlanmış. İlk olarak bahçede birbirine bakan, birbirinin aynı iki büyük yapı göze çarpıyor. Bunlar tapınağa gelenlerin nasıl dua etmeleri gerektiğini öğrendikleri yerler. Bir başka deyişle dua eğitim evleri. Tüm yapılar taş işleme sanatının muhteşem örneklerini sunuyor. Bahçede şimdi sadece yeri belli olan ama eskiden burada bulunan büyük havuzun izleri var. Yıkanıp arınmak amacıyla yapılmış. İyiliği ve kötülüğü simgeleyen birçok heykel insanı hayran bırakıyor. Tamamen devasa taşlar kullanılmış. Daha önce de söz ettiğim gibi tapınak Kamboçya’nın simgesi. Burada alacağınız her şeyin üzerinde resmini görmek mümkün. Yapımı uzun yıllar süren tapınak için tek bir sözcük var: harika. Mimari ve mühendislik açıdan inanılmaz, hala çözülemeyen formüller kullanılmış.

Çeşitli ülkelerden gelen bilim insanları bu sırları çözmek için uğraşıyor. Uzun uzun seyretmekten fotoğraf çekmekten kendimizi alamıyoruz. Taş işlemeli pencere parmaklıkları, devasa duvar taşları, yükselen kuleleriyle, bana Mısır Piramitlerinden daha görkemli geliyor. Angkor Wat’ın en yükseği tam ortada olmak üzere beş kulesi bulunuyor. Devasa taşlar birbirinin üzerine o kadar düzenli bir şekilde yerleşmiş ki anlaşılır gibi değil. Kulelere çıkmak için ikinci ve üçüncü katı tırmanıyorsunuz. İnsanın aklı almıyor. Üst kata bir hayli dar ve dik bir merdivenden tek sıra halinde çıkabiliyorsunuz. Gemi merdiveni gibi. Tarihi merdivenin yanına bir gidiş bir dönüş için tahtadan merdiven yapılmış. Aşağıdaki kalabalık ve manzara olağanüstü. Duvar işçiliği, oyma heykeller, resimler, duvara oyulmuş Apsara motifleri. (Apsaralar Budist ve Hindu mitolojisinde suda ya da bulutlarda yaşadığına inanılan dişi periler anlamına geliyormuş. Genelde dans ederken resmediliyorlarmış.) Nasıl oluyor da o zamanlarda bunlar yapılabilmiş bu denli hesaplamalar kullanılabilmiş. Sütun aralarında rahiplerin bulunduğu alanlar var. Buralarda rahipler ufak bir ücret karşılığı dua ederek bileğinize size şans getirmesini dileyerek bir ip bağlıyorlar.

İçerde dört ana elementi simgeleyen dört havuz bulunuyor.
Buda heykelleri, turuncu renkli kumaşlarla süslenmiş. Bir saatten fazla sadece 2.katı gezebiliyorsunuz. Aşağıda üzerinde pembe nilüferlerin bulunduğu büyük bir su birikintisi göze çarpıyor. Tapınakların gölgesi suya düşünce ortamın büyüsü bir başka oluyor. Sabah geldiğimizde açılmışlardı. Öğleden sonra kapandılar.
Etrafında dükkânlar ve restoranlar var. Her şeyin fiyatı dolar ile. Aslında kendi paralarının değeri yok ama iş dolara dönüşünce fiyatlar hatırı sayılır hale geliyor. Kamboçya’nın Tayland’dan çok daha ucuz olduğunu düşünmüştüm ama yanılmışım. En azından turistik yerler için bu geçerli.
Satıcıların çok ısrarcı olduklarını söyleyemem. Dikkatimi çeken bir başka şey de pek pazarlık yapılamaması. Belli bir ücrette duruyorlar. Asla daha aşağıya düşmüyorlar.

Tekrar çıkışa yöneldiğimizde bize doğru gelen bir düğün alayına rastlıyoruz. Düğünü yapılanların bu kutsal tapınakta fotoğraf çektirmesi gelenekmiş. Bizler de onların fotoğrafını çekiyoruz.

Tam hiç Türk turist ile karşılaşmadık derken bir Türk aileye rastlayınca onlar da biz de mutlu oluyoruz. İstanbullu aile önce Vietnam’ı gezmiş daha sonra buraya gelmiş. Aslında biz de Vietnam’a gitmek istedik ama vize almak zor olduğu ve bir hayli vakit aldığı için vazgeçtik. Onlar Vietnam’ı çok beğendiklerini söylüyorlar. Bir daha ki sefere diyoruz.

Buradan Zafer Kapısına doğru ilerliyoruz. Kapıya geniş bir taş köprü ile ulaşılıyor. Bu köprünün sağında ve solunda oturmuş insan heykelleri ürkütücü. Kocaman suratlar. Sayıları elliden fazlaymış. İyi insanları simgeleyenler güler yüzlü, kötü insanları simgeleyenler ise asık suratlı. Aşağıda, ise bayağı geniş bir nehir akıyor. Korkunç oldukları kadar bir o kadar da inanılmazlar. Her suratın ifadesi farklı. Belli ki ayrı ayrı insan yüzleri işlenmiş. Sanki bir anda taşlaşmış insan siluetleri.

Tapınaklar zincirine devam ediyoruz. Sıradaki Ta Prohm Tapınağı. Ağaçlar devasa kökleriyle yapılara karışmış, onları yılanlar gibi sarmış. Muhteşem bir görüntü. İnanılmaz. Özellikle restorasyon çalışmaları yapılırken bu ağaç köklerinin ve gövdelerinin zedelenmemesine çok dikkat ediyorlarmış.
Burası Budistlerin ibadet yeri. Amerikalı oyuncu Angelina Jolie’nin 2001 yılında çevirdiği, Lara Croft karakterini canlandırdığı Tomb Raider filmi burada çekilmiş. Oğlum küçükken bu filme çok meraklı olduğu için ben de birçok kez izlemiştim. Dolaşırken filmden sahneler gözümün önüne geldi. O zamanlar bu çekimlerin stüdyoda yapıldığını düşünmüştüm ama gerçeğini görünce bir tuhaf oldum.

Kamboçya halkı bu oyuncuyu çok seviyor. Angelina Jolie Kamboçya vatandaşı olmuş. Kamboçyalı bir erkek çocuğunu evlat edinmiş. Ayrıca bir vakıf kurarak Kamboçya’nın kalkınması için kocasıyla birlikte çalışıyormuş.
Bir hayli fotoğraf çektik. Bu tapınağı güneşin batışında seyretmek gerekirmiş. Ama o kadar vaktimiz olmadı. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. İlk bakışta taş yığını gibi gözüken bu yapılar dikkat edildiğinde o kadar çok şey ifade ediyorlar ki… Onca yolu gelmek sadece bu görüntüyü görmek bu havayı solumak için bile değer.
Buradan Bayon Tapınağına geçiyoruz. Hava son derece sıcak. İnsan nefes almakta zorlanıyor. Diğer tapınaklar gibi burası da önce bir taş yığını olarak göze çarpıyor. Yığın bir dağı andırıyor.
Tapınak üç katlı ve 40 m den fazla bir yüksekliği var. Yapı bilmece gibi. Tam bir labirent. Nerden nereye çıkıyorsunuz çözmek zor. Tapınağın iç kısımları Hindu ve Budist inancını yansıtıyor. En sondaki kat ise Buda’ya adanmış. Bayon Tapınağındaki rölyefler oldukça fazla. İnsan figürleri, Apsaralar, savaş sahneleri, günlük yaşamdan kesitler.

Sayıları yüzden fazla kayalara oyulmuş kocaman gülen suratlarla karşılaşıyorsunuz. Esrarengiz. Tapınakta otuzdan fazla kule var. Tapınak duvarlarında kabarmalar ise mükemmel.
Birçok tema işlenmiş. Savaş, doğum, dövüş… Tabii diğer tapınaklarda olduğu gibi burada da dua eden rahipler sütunların dibine oturmuşlar. Taşlar, orman ve sessizlik… Size bakan devasa yüzler. Akıl almaz bir ortam. Labirent koridorlarda gezerken iki Budist çocuk rahip bize gülümsüyor. Fotoğraf çekmek istiyoruz. Değmeden resim çektirmeyi kabul ediyorlar.
Hakikaten buraları hakkıyla gezmek istiyorsanız en az üç gün ayırmak gerekli. Akıl almaz yapılar, sırlarla dolu taşlar, inanılmaz heykeller, muhteşem manzaralar, suyun ve ormanın büyüsü ..Dünya mirası Angkor Wat’ı anlatmaya yetmez kelimeler.

Yavaş yavaş dönüş yolunu tutuyoruz. Alan belli bir saatte kadar açık. Tuk tukcuya rica ediyoruz. Bize şöyle bir şehir turu yaptırıyor. Siem Reap’a yerleşmiş Avrupalı ya da Amerikalı zenginlerin yaşadığı bölgeyi geziyoruz. Şehrin içinden geçen Siem Reap nehri üzerindeki minik yaya köprüleri hoş gözüküyor. Çarşıda dolaşmak istedik. Çarşı buranın merkezi. Cıvıl cıvıl. Gündüz Angkor Tapınaklarında gördüğümüz, mayın tarlalarında kolunu bacağını kaybetmiş kişilerden oluşan topluluk şimdi burada müzik yapıyor. Bir teneke kutuya para atıyorsunuz. Daha sonradan anladığımıza göre kralın ölümü nedeniyle sadece bu topluluğun çalmasına izin veriliyormuş. Matem dolayısıyla hiçbir restoranda veya eğlence yerinde müzik çalınmıyor.

Zaman zaman öğrenciler, bir takım kuruluşlar ve halktan oluşan krala dua ederek yürüyüşler yapan topluluklara rastlıyorsunuz. En ilginci de ellerinde cep telefonlarıyla Budist rahipler.
Zaten birçok yerde Kralın resmiyle birlikte Budist inançlarına göre düzenlenmiş küçük köşeler görüyorsunuz. Halk oraya gelip dua ediyor. Bütün bu geçmişten sonra halk hala bu kralı neden bu kadar çok severmiş orasını pek anlayamadım.
Ama tabii ki sevindirici bir şey de yok değil. Kral 2004 yılında görevi bırakınca onun yerini oğlu Norodom Silhamoni almış. Kral Avrupa’da Kültür elçisi ve klasik dans eğitmeni olarak tanınıyormuş. Halkını seven bir kişiymiş. Öyle olduğunu birçok Kamboçyalıdan duydum. Umarım bu halkı düzgün bir seviyeye getirir. Kendisi evli değil. Bu ülkede cinsel tercihler konusunda oldukça büyük bir özgürlük var. Bu kişiler her alanda rahatlıkla çalışıyorlar.

Akşamın çökmesiyle birlikte şehir merkezindeki çarşı PUB Street canlanıyor. Işıl ışıl,cıvıl cıvıl. Yaş günümü kutlamak için Golden Temple Villa’nın restoranına oturuyoruz.
Kamboçya’nın yerel yemeklerinden tatmak istiyoruz. En ünlü yemeği Amok. Aslında Çin yemeklerine benziyor.20 $ vererek nefis bir yemek yiyoruz. Ucuz doğrusu.
Yemekten sonra tahta eşyaların bulunduğu yerlere bakıyoruz. Çok değişik şeyler var. Her yerde masaj yapılıyor. Saati 1 $ ayak masajı. Bizim restoranlardaki çığırtkanlar burada masaj yapabilmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Hatta bir yerde bir ayak masajı alana yanında bir bira bedava bile veriliyor. Ayrıca ayaklarınızı soktuğunuz, balıkların bulunduğu akvaryumlar. Balık terapi. Sıra sıra uzanılacak koltuklar ve orada masaj yapılırken uyuya kalan insanlar. Sokakta bu manzaraya sıkça rastlanıyor. Gençler bu işi yaparak para kazanmaya çalışıyorlar. Tabii biz de masaj yaptırmadan ayrılmadık. Ertesi gün Tonlé Sap gölüne gideceğiz. Mekong vadisinin altın suyu ve üzerindeki yaşamı merak ediyoruz.