Beste Serim Erbak: Macaristan – Budapeşte VI.Bölüm

Macaristan- VI.Bölüm
Budapeşte

Pécs’tenayrılmak zor. Tren saatine kadar biraz daha dolaşmak isteyinceZsofia bize eşlik etti. “ Minaret Restoran” duvarda bir tur şirketinin İstanbul turu ilanı meydandaki “Duna Döner” Türklerin Macaristan izleri. Yürüyüş sırasında gördüğümüz yapıların tarihleri ve ne oldukları hakkında bilgi veren Zsofia, Galatasaray üniversitesinde bir eğitim programına katılmış. Türkleri ve İstanbul’u çok seviyor. Széchenyi Meydanında pembe boyasıyla, ilk yapıldığında iki katlı ev olan Nádor otelin binası 1845’te inşa edilmiş. 1891 yılında, Pécsli mimar ImreSchlauch’un erken eklektik tarzda yaptığı iki katlı köşe bina Pécs Şehir Mahkemesi. Ünlü Macar mimar SándorDévényi tarafından 1980’lerin başında inşa edilen otelin mimarisi oldukça değişik.Zsolnay Müze binası ilk olarak 1476 yılında il halk kütüphanesi olarak kullanılmış 1928’de ise müze haline dönüştürülmüş. VilmosZsolnay’ın Mısır ve İran’dan topladığı ve kendi fabrikasında imal ettiği seramikler burada sergileniyor. Heykeltıraş AmerigoTot (ImreTóth, 1909-1984) ile Macar heykeltıraş, oyuncu, Pierre Székely (PéterSzékely, 1923-2001) tarafından yapılan taş heykellerin bulunduğu Modern Macar Sanat Galerisi bahçesiyle o kadar güzel ki…

1887’de Beyaz Rusya’da doğan ünlü ressam, matbaacı ve tasarımcı MarcChagall’ın Taş Baskıları ve Eskizleri sergisine rastlama şansını yakalamamız bir başka güzel anı..Heykeltıraş İmreVarga’nın eseri, Büyük Macar besteci LisztFerenc / Franz Liszt’in heykeli, Başpiskoposluk Sarayı’nın balkonu olduğu düşünülen yapay bir balkondan aşağıya doğru sarkıyor. SzentIstván Meydanı’nda GyörgyKlimó’ adına bir anma plaketi çakılmış.GyörgyKlimó, Pécs’te çağdaş bilim ve edebiyatın hamisi olarak bilinen bir Roma Katolik piskoposu. Pecs Katedralinin arka tarafındaki apsistengeçiyoruz. En son olarak Bishot kalesi duvar sistemine ait dairesel bir yapı, Barican’ı görüyoruz. XV. Yüzyılda,Osmanlı’ya direnmek amacıyla yapılmış. Kule hendek kalıntıları ile çevrili. Eski bir asma köprü üzerinden geçerek ana kapıya varılıyor.

Tren vakti geldi.
Budapeşte’ye rahat bir yolculuk ve güzel anılarla döndük. Artık otelimizi bulmakta zorlanmıyoruz. Yollara alıştık. Apartmanın giriş katında yerel ürünleri satan bir pazar kurulmuş. Yiyecek, örtü ve benzeri şeyler sergilenip satılıyor. Kendi ürünlerini satan Romenler çoğunlukta. El emeği göz nuru eşyalar. Benim ilgimi en çok yaşlı bir Macar Hanımının çocuklar için yaptığı oyuncaklar çekiyor. Hanımın zarafeti ve yaptıkları mükemmel. Bunun yanında Macar salam ve peynirleri hem ucuz hem de pek güzel. Bugün meşhur Kahramanlar Meydanına gitmeyi hedefliyoruz.
Metronun en eski hattını kullanacağız. Gerçekten oldukça değişik. Tavan basık. Eski fayanslarla eski trenle tam bir nostalji. Metrodan çıktığınızda büyükçe bir caddeyi geçerek meydana varıyorsunuz.
Sağ tarafta devasa sütunlarıyla (SzepmüveszetiMuzeum) Güzel Sanatlar Müzesi yükseliyor. Macaristan’ın en zengin sanat koleksiyonlarına sahip. Burada her zaman bir sergi açılışı oluyormuş. Muazzam bir yapı. Biz oradayken XIV.yy’da Macaristan Krallığının güneyine yerleşen fresk ressamı ve mimarı olan “AquilaJanos”un sergi açılışı vardı.

Sanatçının gerçek adı ve uyruğu bilinmiyormuş. Kökenini ve yaşamını sadece Fresklerde yazan “JohannesAquila” yazısından anlamaya çalışılıyorlarmış. Alman asıllı olabileceği varsayılmakta.
Ve tam karşıda Kahramanlar Meydanı. Macarca adıyla “Hösök Tere”. Metro istasyonu da adını meydandan almış. Buraya gelen metro aynı zamanda Orta Avrupa’nın en eski metrosuymuş. Kahramanlar Meydanı Budapeşte’nin en büyük caddesi Andrassy’nin sonunda bulunuyor. Bu caddenin her iki yakasına konsolosluk binaları sıralanmış.
Türk Konsolosluğu da burada. İki kilometreden fazla uzunlukta, çok geniş, ağaçlarla dolu güzel bir bulvar. Bitiminde Deak Meydanına bağlanıyor.

Kahramanlar Meydanı Karpatlardan buralara gelen Macarların 1000.yılı anısına yapılmış ve UNESCO koruması altında. Yarım ay şeklinde sütunlar ve heykellerden oluşuyor. Heykeltıraş GyörgyZala ve Mimar Albert Schickedanz tarafından 1896’da yapılmış. Tam ortada 36 metre yüksekliğinde bir sütun ve üzerinde Cebrail’in heykeli bulunuyor. Sütunların arasında Macar krallarının heykelleri ve her heykelin altında onların hayatlarını gösteren rölyefler çok harika gözüküyor. Ayrıca yerler tüm bu yapılara uygun şekilde döşenmiş, siyah, beyaz taşlar ile kaplı. İnsan bu devasa yapının güzelliği karşısında büyüleniyor. Meydanda turistik bir atraksiyon olarak pedalla işleyen ve içine on kadar kişi alabilen ortasında masa olan, hem bira içilen hem de müzik çalan arabalar yapmışlar. Bunları kiralayan gruplar önünüzden neşe içinde geçiyorlar. Daha önce şehirde park etmiş halde gördüğüm bu arabaların ne olduğunu pek anlayamamıştım ama şimdi çok hoşuma gitti.

Meydanın sağ tarafından arkaya doğru yürüdüğünüzde parkın içinde bir masal şatosu ile karşılaşıyorsunuz. Vajdahunyad Şatosu. Gölün ortasındaki adacıkta yer alıyor. Bir köprü ile geçiyorsunuz. Gölde araba şeklinde rengârenk kayıklar yapmışlar. O kadar güzel bir görüntü ki sözcükler tarife yetmiyor.
Dingin, sakin, huzur dolu bir ortam. Kışın burası donunca buz pateni sahasına dönüşüyormuş. Şehrin nefes alması için düşünülmüş muhteşem bir yer. Şatonun her kulesi başka bir sanat akımını yansıtıyor. Girişteki iki kulenin önünde bir fotoğraf çektirmek için hazırlanıyoruz. Zira iki ayrı mimaride yapılmış kuleler oldukça farklı bir kare oluşturuyorlar. Şato Varosliget parkında yer alıyor. Halk buraya “Şehir Ormanı” diyor.
Kapıdan içeri girdiğinizde bahçedeki ağaçlarla bütünleşen yapılar olağanüstü gözüküyor. Nerenin fotoğrafını çekeceğinizi şaşırıyorsunuz. Gizemli bir görünüşü var. Avrupa’nın en büyük tarım müzesi de burada. Yapı Kahramanlar Meydanı ile aynı zamanda yapılmış. Bahçede bulunan bir heykel tüm ziyaretçilerin ilgi odağı. Benim de çok ilgimi çekti. MiclosLigeti’nin eseri Anonymus.(1903).( tarih yazarı)

Ortaçağda Kral III. Béla’nın vakanüvisinin heykeli olduğu söyleniyor. Başındaki kapüşon karanlığı, elindeki tuttuğu altın renkli kalem de tarihe ışık tutan değerli notları simgeliyormuş. Alttaki Latince yazıda “Muhteşem Kral Béla’nın Noteri” diye yazıyor. Meraklı grubundan sıyrılıp yanına yanaşarak fotoğraf çektirebilmek mucize. Mutlaka kenarından kıyısından biri daha kareye girmeyi başarıyor.
Heykellerdeki kumaş kıvrımları inanılmaz. Kitaplarını koymuş, okumaya hazırlanan beyefendi her an ayağa fırlatıp size bir şeyler söyleyecek gibi. Bu kadar sanat akımını bir arada görünce insan hangi birini incelesin bilemiyor. Sanat bombardımanı altında kaldık. Bazı yapıların boyaları dökülmüş ama bu sanki özellikle yapılmış gibi ortama esrarengiz bir hava yüklemiş. Ürkütücü.

Parkta dolaşırken rastladığımız iki Türk genci ile sohbet ediyoruz. Üniversitede okuyan gençler değişim projesiyle Budapeşte’ye gelip bir yıl kalmışlar. Şimdi dönüyorlarmış. Erasmus projesiyle bu ülkeye gelen epeyce Türk üniversite öğrencisi gençlerimiz var. Aynı şekilde Polonya’da karşılaşmıştık. Parkın çimlerinde oturan çocuklu aileler buranın keyfini çıkarıyor. Bu arada fotoğraf çekme sevdasıyla suya düşen bir turist de bize hoş anlar yaşatıyor. Parktan çıktığımızda çevrede dolaşan faytonlardan birindeki turist kadının çantasını kapıp kaçmaya çalışan biri ve onu yakalamak için aniden yerinden fırlayıp koşturan kahraman faytoncu bizi çok heyecanlandırdı. Ama arkadaki kamerayı fark edince bir film çekimi yapıldığını anladık. Rahatladık.

Meydandan Andrassy caddesine doğru yürüdük. Caddeye girerken Kafe Kara büyük bir Türk kafesi. Baktık çaylar, nargileler. Oldukça kalabalık. Anlaşılan buralarda Türk izleri devam ediyor. Biz de biraz oturup soluklanıyoruz.
Cadde boyunca oldukça değişik ve güzel yapılar var. Ağaçlarla nefes alan cadde insanın içini ferahlatıyor. Bu şehrin en büyük caddesi.
Bir gün daha bitiyor. Güzel Budapeşte’ye doyulmuyor. Yarın bir yolculuk daha yapacağız. Macar arkadaşımız Visegrad’ı görmeden bu ülkeden gitmeyin deyince biz de onun sözünü dinleyip sabah erkenden yollara düşeceğiz.