Delhi İndra Gandhi Uluslararası Havalimanından Nepal’in başkenti Katmandu’ya gidecek olan uçağımızın kalkış saati 19.35 varış saati ise 20.35. Bir saatlik sürecek bir uçuş. Nepal saati Türkiye’den iki saat kırk beş dakika ilerde Yerel hava yolu JET AİRWAYS ile uçuyoruz. Delhi ile Katmandu arasında ise saat bakımından sadece on beş dakikalık bir fark var.
2000 yıllık bir geçmişe sahip Katmandu’nun deniz seviyesinden yüksekliği 1400m. UNESCO tarafından koruma altına alınmış birçok yapıtı ve yeri barındırıyor. Ayrıca Dünyanın en yüksek tepesi Everest de burada. Uçak, dağların arasından süzülüyor. Sanki yere çok yakın uçuyoruz. Sonradan öğrendiğime göre bu uçuş en tehlikeli uçuşlardan biriymiş. Bir uçak dolusu turist Katmandu’yu görmek için sabırsızlanıyor. Yanımıza oturan Amerikalı kız, sabahtan beri uçuyormuş. Ayrıca uçakta Dubai’ye çalışmaya gidip dönen, çoluk çocuk seyahat eden Nepalliler de var. Birçok televizyon gibi elektronik aleti evlerine taşıyorlarmış. Koca koca paketler, koliler gördük.
Nepal 1951 yılına kadar dış dünyaya kapalıymış. Yıllar önce “Katmandu” diye bir kitap okumuştum. Beni bir hayli etkilemişti. Altmışlı yılların “Çiçek çocukları” hippilerin uğrak yeriydi Katmandu. İlk durak İstanbul, ikinci durak Katmandu. Kafamda bu şehri bir yerlere oturtmuştum ama gördüklerim ve yaşadıklarım tamamen farklı oldu. Büyüleyici. Gece karanlığında indik: Tribhuvan Havaalanı. Nepal halkı kısa boylu. Hintlilere benzemiyorlar.
İner inmez kâğıt doldurma işlemleri başladı. Kaç gün, nerede kalacağız, pasaport numarası falan gibi birçok soru. Sonra polise gidip Nepal vizesi aldık.25 dolar kişi başı 15 günlük vize. Bir de fotoğraf gerekiyor. Geleni gideni iyi kontrol ediyorlar. Oldukça kötü ve küçük bir havalimanı. Çok kalabalık. Girer girmez Himalaya Sıradağlarının resmi göze çarpıyor. Hava soğuk. Delhi’den sonra dondurucu. Kapıda bizi daha önceden yer ayırttığımız Katmandu Guest House’tan iki kişi karşıladı. Küçük bir minibüse bindik. Diğer inenleri bekledik. Yolcular tamamlanınca hareket ettik. Şehrin merkezine yarım saatten fazla bir zamanda gittik. Uzak değil ama yol virajlı ve çok kötü. Otele gece karanlığında girdik. Bize sadece küçük bir elektrikli ısıtıcı verdiler. Gürültüsü çok fazla olduğu için kapadık. Oda küçük. Üşümeye devam ettik. Pek beğenmedik ama uyumaktan başka çare yok. Otelin içi ağaç oymalarla dolu. O kadar ki kapı anahtarı bile ağaç işleme. Oteli internetten seçerken fotoğrafları pek güzeldi. Bazen sitelerdeki resimler ile gerçek uyuşmuyor. Hava sıcak olsa idare edilebilir ama ben oteli kimseye önermem. Ertesi sabah kahvaltıyı bahçede yaptık. Fena değil. Aslında almak istediğimiz turlar var ama bunu otelden yapmak istemedik. Biraz soruşturalım dedik. Otel çarşının içinde. O kadar güzel şeyler var ki bakmaktan bir arpa boyu ilerleyemedik. Her şey el emeği göz nuru. Nereye bakacağımı şaşırdım. Burada da pazarlık yapabiliyorsunuz. Özellikle örgü işleri, dokumalar, kaşmir ve yak yününden yapılma kazaklar, bereler. Rengârenk. Renk cümbüşü… Hindistan’dan daha fazla renk… Hayran oldum. Bir tur şirketi ile konuşup fiyat aldık. Gezmek istediğimiz yerlerin listesini yapmıştık. Sonra da yürümeye devam ettik. Güzel bir otel görünce de fiyat almak için içeri girdik: Otel Manang. Bizi yine ufak tefek bir adam karşıladı. Kendisi otelin müdürüymüş. Gösterdiği oda oldukça geniş. Öbür otelle de fiyat farkı olmadığı için buraya geçmeye karar verdik. Öğlen yemeğini otelin restoranında yedik. Nepal kadınlarının önü önlüklü millî giysileri var. Buraya daha önce gelen arkadaşım “ “Momo” dedikleri bir çeşit mantıları var. Sakın yeme! Zira içine yak eti koyuyorlar mideyi bozuyor “demişti. Ama ben ne yedim dersiniz: “Momo” Sonuç korkunç midem altüst oldu. Epeyce sıkıntı çektim.
Öğleden sonra tuttuğumuz bir araba ile şehri dolaşmaya başlıyoruz. Tabii Delhi’den sonra buranın trafiği az geliyor, ama o karmaşadan eksilen bir şey yok. Sokaklar dar, yollar kötü ve genelde yokuş.
Katmandu Nepal’in diğer şehirlere göre büyük olanı. Ara yollardan geçtiğimiz için halkın yaşamını görme fırsatımız oldu. Nepal, Hindistan’dan farklı. Çok daha yoksul olduğu da kesin. Ama tüm seyahatlerimde fakirliğin olduğu yerde insanların çok daha güler yüzlü ve içten olduğuna şahit oldum. Nepal halkı da bunların arasında. Evlerin ve yolların her tarafından elektrik kabloları geçiyor
İlk durağımız merdivenlerle tırmandığımız küçük bir tepe üzerinde bulunan Swayambhunath Tapınağı’nın batı tarafı. Katmandu’yu kuşbakışı seyrediyoruz. Manzara harika. Güzel bir giriş kapısının ardından “Dünya Barış Havuzu” adlı küçük bir havuz. Ortasında Lotus çiçeği üzerinde duran Buda’nın pirinç heykeli ve çevre duvarlarında İngilizce ve Nepalce yazılmış “Dünyada Barış Başlasın” yazısı. Daha sonra başka bir girişten ana tapınağa ulaşıyoruz.
Budist Tapınağı SWAYAMBHUNATH STUPA (Maymunlar Tapınağı) Katmandu vadisini seyrediyor. Bu tapınak UNESCO Dünya Miras Listesinde. Dünyanın en büyük Stupası (Budist Tapınağı). Tapınağın iki bin yıllık olduğu sanılıyor. Budistler tarafından haç yeri olarak kabul ediliyor. 1955 yılında Çin’in Tibet’e saldırması sonucunda kaçan ve tapınağa sığınan Tibetliler yaşamlarına burada devam etmişler. Dükkân açıp, geçimlerini sağlamışlar. Tapınakta yaşayan maymunlar kutsal olarak kabul ediliyor. Tapınak oldukça geniş bir alana yayılmış. Bir hayli merdiven var. Çık çık bitmedi ama her çıkışta yeni bir Katmandu manzarası ile karşılaşıyoruz. Merdivenlerden çıkarken sağlı sollu ısrarcı satıcılar yolunuzu kesiyor. Merdivenin sonu gerçekten güzel, tapınak topluluğu sizi karşılıyor.
Nereye bakacağımızı, nerenin fotoğrafını çekeceğimizi şaşırıyoruz. Buda’nın öğretilerinin yazıldığı rengârenk “Dua Bayrakları” denen kumaş parçaları. Mavi, beyaz, kırmızı, yeşil ve sarı. İnanışa göre Mavi renk uzayı, beyaz havayı, kırmızı ateşi, yeşil suyu ve sarı toprağı temsil ediyor. Ve üzerinde yine Buda’nın öğretilerinin yazıldığı dua tekerlekleri her tapınakta olduğu gibi burada da var. Bu kumaş parçaları dalgalandıkça, bu tekerlekler döndükçe dünyanın her tarafına Buda’nın öğretileri yayılıyormuş. Geçen herkes tekerleklere sağ el ile saat yönünde dokunarak onların devamlı dönmesini sağlıyor. Annesine sarılmış, birbirini temizleyen, kıvrılmış uyuyan bir sürü maymun tapınağın her tarafında atlayıp, zıplıyor. Bir Türk turist kafilesine rastladık. Bizim iki kişi seyahat ettiğimizi duyunca şaşırdılar. Sanırım cesaretimiz onlara tuhaf geldi. Dükkânlar çok fazla. Özellikle demirden eşyalar, maskeler, tavus kuşu tüyünden yelpazeler daha neler neler… Büyük bir beyaz kare yapının dört bir tarafında yer alan gözler, tanrının her yeri gördüğünü simgeliyor. Tüm tapınakta olduğu gibi burada da dilek mumlarından yakmayı ihmal etmiyorum. Ayrılmak zor geliyor ama başka yerleri de görebilme çabası ile tekrar yola koyuluyoruz.
Artık biraz acele etmeli. Hava yavaş yavaş kararıyor. Eski bir kraliyet şehri olan PATAN (LALİTPUR)’a geliyoruz. Bir zamanlar Nepal’in başkentiymiş. Bağımsız bir şehir devleti Lalitpur bir sanat merkezi olarak kabul ediliyor. Patan, MÖ 3. Yüzyılda kurulmuş. Budist ve Hindu kültürünün kalbi .Burası da BHAKTAPUR’a benziyor. Girişte kişi başı 200 Nepal Rupisi (NPR) ödüyorsunuz. Büyük boyutlarda aslan heykelleri var. Bu arada bir süt taşıyan biri ilginç geliyor. Sanki bu işi yüzyıllardır yapıyor. Girişte yakamıza bir kâğıt yapıştırıyorlar, ücreti ödediğimize dair. İlgimi çeken başka bir şey de her yerde turist tuvaletlerinin oluşu. Hem de temiz. Merkezdeki Durbar Meydanında, saraylar, pagodalar, Hindu ve Budist heykeller, bronz oymalar, heykeller, müze muhteşem yapılar. Nepal’in tahta oymalı, kapıları, pencereleri, balkonları inanılmaz güzel. Yıllardır süregelen bir sanat bu. Ve halen sürdürüyorlar. Hayran olmamak mümkün değil.
Yolumuz PASHUPATİNATH Tapınağına doğru. Nepal’deki Lord Shiva’ya adanmış en büyük tapınak kompleksi.Burası Asya’daki en önemli dört dini bölgeden biri.5.yüzyılda inşa edilmiş. Hindular tarafından kutsal kabul edilen Bagmati nehrinin her iki yakasına yayılmış. Bu nehirde ölü yakma ritüelleri yapılıyor. Yaşayan kültürel bir miras bu tapınak. Her gün ,günün her saatinde aktif ritüellerin gerçekleştiği kutsal bir alan.. Giriş kişi başı 500 NPR. UNESCO dünya mirasları listesinde. Alacakaranlıkta yürüyoruz. Bu arada genç bir çocuk yanımıza yanaşıyor. Gelen Türk kafileden biri 250 TL vermiş yardım olsun diye parayı dolara çevirip veriyoruz. Anlaşıncaya kadar epey zaman kaybediyoruz. Ama çocuk çok seviniyor. Şanslıymış. Bu arada keskin bir koku etrafa yayılıyor. Belli ki ölü yakma ritüelleri başlamış. Karanlık olduğu için fazla kalamıyoruz. Zaten eşim bu manzarayı görmekten pek hoşlanmıyor. Dönüş yolunda yine bir bando takımı görüyoruz: bir düğün alayı… Akşam çarşıda yemek yiyip yatıyoruz. Yürürken biri yanımıza yanaşıp marihuana isteyip istemediğimizi soruyor.
Ertesi gün erkenden HİMALAYALAR bizi bekliyor.