Beste Serim Erbak: Özbekistan – Tarihi İpek Yolu – Kokand

Özbekistan / Tarihi İpek Yolu / Kokand
Tarixiy Ipak yo’li
O’zbekiston

Bugün günlerden 10 Temmuz, Çarşamba ve biz Özbekistan’ın yeşil vadisi Fergana’ya gitmek için yola koyulduk. Trenin örtü kaplı masası olan VİP kompartımanında, bir Özbek doktor hanım ve sevimli küçük kızıyla birlikte seyahat ediyoruz. Devamlı bir servis. Çay ve oldukça iri çiğdem. Güzel bir sohbet.

Doktor Hanım çantasından Nan eşliğinde kurabiyeler çıkarıyor. Bir ikram furyasıdır gidiyor. Fergana vadisinin köyünde oturan ailesinin yanına gidiyorlarmış. Tüm bilgileri alıyoruz. Ne yemeliyiz ne yapmalıyız. Yolculuğun nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Dört buçuk saat su gibi akıp gidiyor. Tren Alay Sıradağlarını aşıyor, uzun tüneller, küçük istasyonlar görüyoruz.

Kokand tarihte bir hanlıkmış. Özbekistan’ı biz Mâverâünnehir ismiyle tarih kitaplarından hatırlıyoruz. Bu coğrafyada yerleşim binlerce yıl öncesine dayanıyor. Özbekistan bir Türk Devleti. İki büyük nehir bu toprakları suluyor. Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya).Bu bölge Özbekistan’ın en doğusu ve beş büyük şehri barındırıyor. Fergana, Mergilan, Endican, Namengan ve Kokand.
Biz Kokand’a varmadan Doktor Hanım ve kızı iniyor. Kokand tren istasyonu inşaat halinde. Şehir 1710 -1876 tarihleri arasında Fergana havzasında kurulmuş.
Tarihi açıdan çok zengin bir bölge. Otelimize ulaşmak için taksiye biniyoruz.Burası Taşkent’ten sonra küçük bir şehir.

Otelimiz ana caddede yeni açılmış bir işletme. Çok düzgün. Ayrıca güler yüzlü personel bizi dışarlarda karşılıyor. Odamız geniş ve temiz. Türk olduğumuzu duyunca daha da çok itibar ediyorlar. Kokand’a gezmek için gelmiş olmamıza şaşırıyorlar. Genelde buraya gelen Türklerin amacı iş kurmakmış. Caddeler Ruslardan kalma, çok geniş. Ayrıca yine onlar zamanında yapılmış evler halen kullanılıyor. İki katlı apartman şeklindeler. Birkaç apartmanın ortak bir avlusu bulunuyor. Binalar çok eski. Her yerde olduğu gibi doğal gaz boruları dışarlarda. Kocaman vanaları ile dikkat çekiyor.
Öğle vakti. Karnımız acıktı. Sultan Restoranı önerdiler. Biraz yürüyünce ulaştık. Mor rengin ağırlıklı olduğu dekoru ile temiz bir yer. Yemeklerde güzeldi.
Ama biz meşhur Özbek pilavını yemek isteyince o hemen olmaz dediler. Önceden sipariş vermek gerekiyormuş.
Tekrar otele döndük ve bir taksi çağırarak Kokand’ı görmek üzere yola koyulduk. Şoförümüz Şükür, bizi önce Khudoyar Han Sarayına götürdü. Büyük bir parkın içinde bulunan bu saray gerçekten mükemmel.1863-1870 yılları arasında yapılmış. İlk yapıldığında 7 avlusu ve 119 odası varmış.Ama daha sonra Ruslar zamanında yıpranmış şimdi iki avlu ve 19 odadan oluşuyor. Saray duvarları çinilerle bezeli. Muhteşem bir görünümü var. İçerde bol bol tarihi eşyalar sergileniyor. Tahta işlemelerle süslenmiş tavanlar görülmeye değer.

Khudoyar Han’ın sarayını yaklaşık iki saatte geziyoruz. Nereye baksak ince ince işlemeler. Nasıl bir emek harcanmış. Giriş kapısında restorasyon çalışmaları devam ediyor. Özbek bir hanım benimle resim çektirmek istiyor. Seyahatimiz sırasında bu tür istekle bolca karşılaştık. Ana kapı çok büyük ve heybetli belli bir saatte kapatılıyor. Üç beş kuruş kazanmak isteyen bir genç elinde fotoğraf makinası ile resim çekiyor. Biz de kırmıyoruz.

Buradan ayrılmak zor. Büyülü sanki. Parkta yürüyoruz. Özbekistan’da sıkça rastladığımız Güzellik Salonlarının birinden bir gelin çıkıyor. Genç güzel bir kız. Gelinlik pek yakışmış. Birlikte poz veriyoruz. Şükür bizi Jami Camiine (Cuma Camii) götürüyor. Kokand şehrinde bir dönem kısa zamanda 200 camii inşa edilmiş. Bizim camilerimiz minarelerini içlerinde barındırır. Oysa burada minareler camiden ayrı inşa ediliyor. Avlunun ortasındaki minare 22m.yüksekliğinde ve çok zarif.

98 Adet bir tür Karaağaçtan yapılmış sütunlar ve muhteşem süslü tavanlar.1805’te Kokand Hükümdarı tarafından yaptırılmış. Yapımında 200 usta çalışmış. Kokandlılar bu yapıyla ne kadar övünse azdır.
Yolumuz XVIII. yüzyılda yapılan Norbut Bıy Medresesine doğru. Kubbeleri muhteşem mavi renkleriyle hemen fark ediliyor. Medresenin arkasında yerleşim yerleri ve kabristan bulunuyor. Benim en çok ilgimi mezar taşları çekiyor. Mezarlar bizim gibi toprak kaplı değil. Kapalı tuğla örülmüş. Hatta bazılarında cam pencereler var. Müslüman Mezarlığı.

Yavaş yavaş gece çöküyor. Biraz da şehrin dar sokaklarında dolaşıyoruz. Birbirinden güzel tarihi tahta kapılara hayran olmamak elde değil. Tek katlı olan evlerin birkaçının ortak bir kapısı var. O da büyük bir avluya açılıyor. Or’da adlı restoranda güzel bir akşam yemeği yiyor ve otelimize dönüyoruz. Tantanalar Sarayı ilgimizi çekiyor. Düğün salonuymuş.
Biz yemek yerken gelin damat alayı arabalarının kornasına basa basa geliyor. Polis gürültüye müdahale edince biraz tatsızlık oluyor ama kısa zamanda olay yatışıyor.
Ertesi gün Fergana vadisinde dolaşıyoruz. Şoförümüz ve aynı zamanda rehberimiz uygun bir plan yaptı. İlk ziyaret edilecek yer Rishtan ( Riştah). Pamuk, meyve ağaçları, ay çiçeği tarlalarının içinden kıvrıla kıvrıla giden yolda ilerliyoruz. Yol fena değil. Richtan seramikleri ile ünlü. Her boyutta çeşitli figürlerde Özbek dedeleri, tabaklar, piyaleler, çaydanlıklar. Oldukça ucuz fiyatlarda satılan hediyelik eşyalar.

Ünlü seramik sanatçısı Rüstem Usmanov‘un Seramik Atölyesi de burada. Gittiğimizde atölyenin genişletilmesi için inşaat yapılıyordu. Atölyeyi gezerken bize eşlik eden rehber önce ham seramik yapımını gösteriyor. Daha sonra ince ince işlenen karolar ve en sonunda pişmiş seramikler. Çok güzeller. Mavi ve yeşil tonları hâkim. Rüstem Bey bizimle sohbet ediyor. Tüm Dünyanın kendisini tanıdığını birçok ödül aldığını anlattı. Hele özel bir oda var ki orada en değerli seramikleri görebiliyor ve satın alabiliyorsunuz. Turlar mutlaka buraya uğruyormuş. Allahtan biz gittiğimizde böyle bir kalabalık yoktu. Rahat rahat gezdik ortamın güzelliğini içimize sindirdik.

Margilan’da bulunan Yodgorlik İpek Fabrikasına doğru yola çıktık. Malum buraları Siriderya’nın suladığı bereketli topraklar. Ve tarihi İpek yolunun geçtiği önemli merkezler. Uzun yıllar buralardan Dünyanın çeşitli yerlerine ipekler taşınmış. Hanımlar ipek elbiseler, şallar ile süslenmişler. Fabrika oldukça sade. Çeşitli bölümlerden oluşuyor. Kozalardan ipek elde edilişini ve ipek serüvenini anlatan bayan en son olarak halının dokunmasını gösteriyor. Turunuzu tamamladığınızda satış yerlerine geçiyorsunuz. Özbek desenli elbiseler, şallar, şapkalar dolar üzerinden satılıyor.

Öğlen olduğu için karnımız acıktı. Özbek mantısı yedik. Kocaman hamurlar, oldukça leziz. Özbekler yemek yemeği seviyorlar. Uzun uzun sohbet ederek yemenin keyfine varıyorlar. Yemeğe bir görevi yerine getirmek olarak bakmıyorlar.
Yemekten hemen sonra Khonakhan Camii’ne gidiyoruz. Bol bol işlemelerin olduğu cami muhteşem görünüyor. Caminin içinde halılar kırmızı desenleriyle dışarıdaki şaşasına uymuşlar. Tarihi minare tüm heybetiyle yükseliyor. Camide inşaat devam ediyor. Şükür bu camii ile pek övünüyor. Margilan’ın dar sokaklarına girerek, ünlü Özbek Bayan Şair Jahon Otin Uvaysıy’ın ( 1779-1845)müze evine varıyoruz.

18.yüzyılın sonu ile 19.yüzyılın başı arasında yaşamış olan Uvaysıy lirik şiirin önde gelen isimlerinden. Özbekistan’da fazla sayıda bayan şair varmış. Ev güzel bir bahçenin içinde. Arka bahçede kabirler bulunuyor. Görevli bayanlar bize müzeyi gezdiriyorlar. Çok duygulandım. Bahçedeki ağaçta üzeri örtülü bir kuş şakıyor Bir türlü hangi kuş olduğunu çözemedik ama sonradan Bitanem adlı kuşun Bıldırcın olduğunu anladık. Özbekler bu kuşu pek seviyorlar. Birçok yerde rastladık.
Buradan çıktıktan sonra güneş tepemizde Pir Sıddık Medresesine vardık. Efsaneye göre kâfirlerden kaçan Pir Sıddık burada bir mağaraya gizlenmiş. Oraya gelen güvercinler yuvalarını buraya taşımışlar. Onu aramak için gelenler yuvaları görünce burada olamaz demişler. Böylece Pir Sıddık kurtulmuş. Onun için buranın bir başka adı da “Kaptarlık” yani güvercinmiş.

Yapıda camii, minare, mezar, avlu dervişane bulunuyor. Ayrıca Pir Sıddık’ın da kabrinin burada olduğu söyleniyor. Kutsal bir mekân. Her yer güvercin kaynıyor. Çıkışta bir ambulans bekliyor. Sıcaktan bayılanlar, fenalık geçirenler için olmalı diyorum.
Suların aktığı bir yerde çay içmek isteyince Şükür bizi dere kenarına götürüyor. Tahtadan yapılmış yerden yüksek platformlarda oturuyoruz. Çok sinek var ve temiz değil. Yandaki platformda erkekler atletleriyle oturmuş içki içip muhabbet ediyorlar. Velhasıl güzel bir yer değil.
Otele döndükten sonra Kokand’a yaşayan ve bizim otelimizde kalan Levent Bey ile sohbet ediyoruz. Bizi Büyük İskender zamanından beri yenen Özbek pilavı yemeğe götürüyor. Onunla güzel bir dostluk kuruyoruz. Yine burada çalışan bir arkadaşıyla beraber hoş bir gece geçiriyoruz. Sultan Restoranda iki bayan yanımıza geliyor. Türk olduğumuzu anlayınca sohbet ediyorlar. İstanbul’da çalışıyorlarmış. Özbekistan’da böyle bir olaya rastlamak her an mümkün. Bu arada Özbek pilavının üzerine “Kazı” denilen at eti serpiştirilmiş. Bu pahalı bir şeymiş ama ben pek sevmedim.

Ertesi gün Temmuzun 12’ si ve biz Taşkent’e geri döneceğiz. Trenimiz öğleden sonra. Sabahımızı değerlendirip Kokant’ın pazarına gideceğiz. Şükür, sabahtan geldi. Kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Gideceğimiz yer çok uzak değil..
Kokant’a ilk geldiğimiz gün yolda sigara ve ufak tefek şeyler satan yaşlı bir teyzeye rastlamıştık. Onunla sohbet ederken bir anne, kız yanımıza yaklaşıp “Türkçe mi konuşuyorsunuz?” diye sormuşlardı. İstanbul’da çalışmışlar ve bizi kesinlikle evlerinde ağırlamak istediklerini söylediler. Ben de bir gece önce onları aradım. Meğer otelin hemen yanında oturuyorlarmış. Bugün öğlen yemeğini onlarda yiyeceğiz.

Pazar muhteşem. Her türlü sebze meyve doğal. Bizdeki gibi birbiri ile eşit boyda renkte değil. O kadar özlemişim ki çocukluğum aklıma geldi. Seyretmeye doyamadım. Nasıl zehirlendiğimizi düşünmekten kendimi alamadım.
Özbekler kurutulmuş meyve ve sebze hatta peynir yiyorlar. Çok düzenli tezgâhlar ve fiyat her yerde aynı. Belli bir düzen içinde alışveriş yapılıyor. Nüfus fazla olmadığı için öyle üstünüze doğru gelen insanlar yok. En hevesli olduğum konu doğal tohumları alıp götürmek. Ve başardım.
Ayrıca emaye tencereler, tavalar ilgimi çekiyor. Küçük bir tas buradan benimle birlikte geldi. Ivır zıvır her şey var. Pazardan otele dönüyoruz. Anne kız bizi gelip aldılar. Otelin yanında Ruslardan kalma üç katlı eski bir apartmanın ikinci katında oturuyorlar. Nasıl sağlam bir yapıysa o yıllardan beri hala ayakta. Evin arka bahçesinde çocuklar oynuyor. Eski İstanbul evlerine benziyor. Tavanlar yüksek ve büyük bir doğal gaz kazanı ortada. Kışın sıcak yazın klima olarak kullanılıyormuş.
Hemen bize mantı yapmaya başladılar. Hamurlar açıldı, özel bir tencerede buharda pişiriliyor. Böyle bir misafirperverlik uzun zamandır görmedik. Her şey eskiden kalma.
Ve nefis lezzet. Ayrıca giderken hediye de verdiler. Bizim adetlerimizin nereden geldiği belli.
Sanki yıllardır bizleri tanıyorlar. Çok mutlu olduk. Otelde hep birlikte bizleri geçirdiler. Ayrılmak zor oldu.

Otel yetkilisi bayan da o kadar içtendi ki.
Şükür bizi tren garına kadar geçirdi. Çok güzel bir gar.Trende yine dört kişilik bir kompartımanda Taşkent’e geri döndük. Artık taksi konusunda tecrübeliyiz. Yarın Urgenç’e uçacağız. En batıya.