Paris 2017
Sabah erkenden toparlandık. Köprünün yakınında yer alan tren garına (SNCF)geldik. Tüm festival boyunca grubumuzla ilgilenen Eve Marie her konuda çok yardımcı oldu. Bazı bavulları arabasına alarak rahatça gara ulaşmamızı sağladı.
Garın önünde bir hatıra fotoğrafı çektikten sonra trene gittik. Güzel şehir La Roche-sur-Yon’a veda ettik. Saat 9’da hareket edip Paris’te Montparnasse garında iniyoruz. Tren gelir gelmez atladık. İki kişinin geç kalması ve treni son anda yakalamaları oldukça heyecan yarattı. Ama sonuçta çok keyifli bir yolculuk yaptık. Tren oldukça konforlu ve rahat.
Üç saat sonra, öğlen vakti Paris’e vardık. Montparnasse garının bir bölümünde tur otobüsleri park edebiliyor. Biz de otobüsümüze bindik ve otelimize doğru hareket ettik.
“Lesİnvalides”, “L’arc de Triomphe”, I. François Meydanı Paris’in eski binaları eşliğinde ilerliyoruz. Yolculuk Courcelles sokağındaki “HôtelduCollectionneur”’de son buluyor.
Otel Paris’in ünlü caddesi “Champs-Elysées” ye çok yakın. Güzel bir otel ama oda anahtarlarını alabilmek için bizi o kadar çok beklettiler ki bir hayli sıkıldık ve yorulduk. Yerleştikten sonra sokağın köşesinde bulunan “Le Courcelles” adlı restorana gidiyoruz.
Dışarıda bulunan minik yuvarlak masaları tipik tenteleri ve antika avizeleri ile 1884 yılından beri hizmet veren tam bir Paris restoranı. Meşhur soğan çorbasını enfes yapıyorlar. Aslında tüm yemekler oldukça leziz. Restoran metro durağına üç adım mesafede.
Önce Eyfel Kulesini ziyaret etmeye karar verdik ve metroya bindik. “Hakeim “durağında indik. Aslında Eyfel, Paris’in birçok yerinden görülebiliyor. Son yıllarda çoğalan terör saldırıları Fransızların da önlem almasına neden olmuş. Eyfel’in ayaklarının bulunduğu meydan tümüyle çevrilmiş. Çantalar aranıyor. Belli ki korkuyorlar. Kuleye merdivenle çıkış için ayrı, asansörle çıkış için ayrı bilet alıyorsunuz. Yalnız biz 3.kata çıkacağımız için farklı ücret ödedik. Burası her zaman açık olmuyor. Şansımıza açıktı. Hava soğuk ve kuyruk uzun. İki saate yakın bekledik. Yavaş yavaş etraf kararıyor. Beklerken zamanı değerlendirip bol bol fotoğraf çekiyoruz.
Kule Fransız Devriminin 100.yıl kutlamaları adına 1889’da Paris Fuarı için giriş kapısı olarak tasarlanmış. Aslında başlangıçta ömrü 20 yıl olarak planlanmış daha sonra sökülecekmiş ama kulenin Paris’e büyük bir turist kitlesi çekmesi nedeniyle bu anlaşmayı değiştirmek üzere en üst bölüme bir radyo anteni eklenmiş ve esere radyofonik değer kazandırılmış. Böylece yıkımı engellenmiş. Önceleri bir demir yığını olduğu düşünenler tarafından hiç istenmemiş. Paris’in tarihi yapısı düşünüldüğünde bu fikrin yanlış olmadığı açık. Kuleyi mühendis Gustave Eiffel yapmış. Kendisi aynı zamanda Amerika’daki Hürriyet Heykelinin de mimarı. Eyfel’in yapımına 1887’de başlanmış. En üste çıkabilmek için 1665 basamak tırmanmak gerekiyor. Bir keresinde bunu denemiştim. O da ayrı bir zevk. Kule 324 m yüksekliğinde. Yükseklik korkusu olanların üçüncü kata çıkması zor olabilir. İkinci katta binilen ayrı bir asansör ile üçüncü kata çıkıyorsunuz. Eyfel çeşitli etkinliklere ve Dünyadaki olaylara göre ışıklandırılıyor. Bu yüzden Eyfel’ i gece görmek bir başka güzel.
Işıklar yanmaya başladı. Görünüm harika.3.katta Eiffel’e ait bir ofiste kızı Claire’in, onu ziyaret eden Thomas Edison’un ve kendisinin mumya heykelleri bulunuyor. Eiffel zamanında burada çalışırmış.
Kızı da ona yardımcı olurmuş. Ayrıca ikinci kattaki “Jules Verne” restoranın ünlü şefi AlainDucasse tarafından hazırlanan şampanyanın sunulduğu bir bar var.”Le Bar à Champaigne ”Ee Paris’e gelinir,Eyfel kulesinin 3.katına çıkılır, Paris kuşbakışı seyredilir de üçken bardaklarda sunulan bu şampanyadan içilmez mi? Ayrıca katta Paris’in özgürlüğü için yazılmış bir plaket fark ediliyor. Bir de Dünyanın çeşitli başkentlerine olan uzaklıklar belirtilmiş.
Ankara 2607 km.Manzara muhteşem, büyülü bir atmosfer. İndikten sonra Trocadéro Meydanına yöneliyoruz. Kuleyi elimizle tutmaktan tutun her türlü fotoğraflıyoruz. Seyyar satıcılar küçük Eyfel kuleleri başta olmak üzere birçok Paris hatırası satıyorlar. Geç vakte kadar Paris sokaklarında yürüyor ve otele dönüyoruz.
Ertesi gün yine Courcelles’de yapılan bir kahvaltının ardından “Grévin”müzesine gitmek için tekrar metroya biniyoruz. Müzenin tarihi 135 yıla dayanıyor. XIX. Yüzyılın sonunda “Le Gaulois”gazetesinin kurucusu Arthur Meyer bu müzeyi tasarlıyor. O zamanlar fotoğraflar sadece gazetelerde yer alıyor. Bu projeyi geliştirmek için AlfredGrévin’ i çağırıyor. Müze Haziran 1882’de açılıyor.
1883’te Gabriel Thomas müzenin kurulması için finansal bir destekte bulunuyor. Müzenin benzerleri Montréal, Prague ve Séoul’de yer alıyor.
Montmartre ‘da bulunan bu büyülü müzede muhteşem bir ışık ve ses gösterisi var. O kadar güzel ki bizi çok başka dünyalara götürdü. Ünlü kişilerin balmumu heykelleri gerçeğe çok yakın. Dekorlar aynalarla beslenince boyutlar harika olmuş. Bir bakıyorsunuz bir sinema salonunda Charles Aznavour oturuyor, Louis de Funes, StTropez’de, İngiltere Kraliçesi size bir şeyler anlatıyor. Günümüzün şarkıcıları, sporcuları politikacıları, edebiyatçıları yerlerini almış.
Müzeden çıktıktan sonra Paris’in ünlü pasajlarından biri “Jouffroy” pasajına giriyoruz.
“La CureGourmande”Şekerleme ve çikolata satıcısının dükkânı harika. Çeşit çeşit şekerler ve Paskalya olması dolayısıyla hazırlanmış yumurta çikolatalar pek güzel. Antikacılar, kitap satıcıları… Muhteşem dükkânlar. Pasajdan çıkınca Montmartre tepesine varmak için yokuş tırmanıyoruz.
Ünlü ressamlar tepesine ulaşmak füniküler’le daha kolay. Tepeye yürüyerek çıkmak hem zaman alıyor hem de çok yorucu. Tepede “Sacré-Cœur Bazilikası”beyaz renkte yükseliyor. Kilise Paris’in ünlü yapıtlarından.
Merdivenlerine oturup Paris’i seyretmek ayrı bir zevk.v“Kutsal Kalp” anlamına geliyor. Yapımına 1875’te başlanmış ancak tam manasıyla 1923’te bitebilmiş. Kilisenin hemen arka tarafına yürüyerek ressamların bulunduğu bölgeye geliyoruz. Burası çok güzel. Tuvalini koymuş resim yapan çok sayıda ressam tablolarını sergiliyor. Sanki başka bir dünya. Yeteneklerin sergilendiği yer. Ressamlara poz verirseniz kısa sürede mükemmel bir portreye sahip olabilirsiniz.
Burada bir restorana giriyoruz.”AuClair de la Lune”. Yemekler fena değil.
Paris’in bir başka güzelliği de her köşede hünerlerini sergileyen birilerinin olması. Aşağıya indikten sonra ChampsElysées caddesinde yürüyerek gecenin keyfini çıkarıyoruz. Ertesi gün ülkemize döneceğiz. Hava çok soğuk ama biz gezmekte kararlıyız. İki günlük Paris gezimiz gece geç vakit son buluyor. Yeniden gelmeyi dileyerek “Aurevoir!”diyoruz.