Beste Serim Erbak: POLONYA – Gdańsk – Sopot- Malbork II. Bölüm

POLONYA II. Bölüm
Gdańsk – Sopot- Malbork (Temmuz-2014)

Gdańsk
Tam adını yazmak istersek lehçede “n”harfinin üzerinde sağa doğru bir aksan var. Gdansk ticaret merkezi ve zengin bir şehir olarak tanınıyor. Baltık Denizi kıyısında tarihi bir liman kenti olan Gdansk, uzun yıllar Almanya’da mı kalsın, yoksa Polonya’da mı diye tartışılan bir yer. Ancak II. Dünya Savaşının sonunda, Polonya’ya bağlanmış. Beş yılı aşkın bir sürede 55 milyondan fazla kişinin yaşamına mal olan 2. Dünya Savaşı(1 Eylül 1939- 2 Eylül 1945), Gdansk limana demirlemiş olan Alman savaş gemisi açılan ateşle başlıyor.

Sabah erkenden Varşova’da kaldığımız yerden yola çıktık. Acil bir taksi bularak Merkez Tren Garına gitmeliyiz. Daha önce de söz ettiğim gibi eğer biletlerimizi internetten almış olsaydık çok daha uygun bir saatte gidebilirdik.( 3 kişi 201zł )Bunu bile zar zor bulduk. Fiyatlar da ucuz değil.

Tren kalkış saati 07.55.(PKP Intercity) varış 14.01.Neyse yetiştik. Tren Tatra Dağlarındaki kasaba Zakopane’den, Polonya’nın en güneyden geliyor. Eski ve koridorlar çok dar. O kadar ki; bir kişi yürüyorsa karşı taraftan geleni beklemek zorunda. Büyük bir gürültü ile yol alıyor.
Karşımıza aksi bir Polonyalı Hanım oturdu. Epeyce huzursuz olduk. Polonya’da genelde turiste güler yüzlü davranılıyor ama arada da olsa bu tür kişiler çıkabiliyor. İngilizce konuşursanız anlıyorlar ama dil bilen de pek yok. Ara istasyonlar öyle bakımlı değil. Ama sürekli bir çalışma göze çarpıyor.

Demirperde Ülkesi olduğu zamanlardan kalma epeyce apartman görülüyor. Kutu kutu daireler. Sosyal konut diye geçiyor. Alabildiğine yeşil bir doğası var bu toprakların. Ağaçlar arasında tipik evler göze çarpıyor. Genelde inşaat halindeler.
Torun’dan geçiyoruz. Burayı da gezmek istedik ama vakit yetmedi. Genç ressama verdiğimiz sözü tutamadık. İki şehir arasındaki mesafe bir hayli fazla.
Karayollarında da sürekli tamirat olduğu için araba kiralamak pek akılcı değil. Ayrıca otomatik araba bulmak bir hayli zor. Ve kesinlikle bunu da önceden internetten yapmak gerekiyor. Yoksa çok pahalı.
Gdansk’a varır varmaz bir taksiye atladık ve şehir merkezinden pek fazla uzak olmayan evimize gittik. “Villa Zosienka” adlı villanın çatı katı. Ağaçların arasında bir orman evi. İşletenlerde 1.katta kalıyorlar. Neyse burada anahtarı başka bir yerden almaya gerek kalmadı. Güler yüzlü insanlar. Anne baba ve genç kızları. Baba birkaç kez İstanbul’a gelmiş ama evinde kalan ilk Türk olduğumuzu söyledi. Ev tahta malzeme kullanılarak yapılmış. En aşağıda sauna var. Pek hoş. Her şeyden önce tertemiz.

Biraz dinlendikten sonra şehre indik. Buradan tramvayla beş dakika. Eski şehri gezmeye gidiyoruz.
Şehrin kapısından girerken heyecanlanıyorum. Her taraf o kadar güzel ki… Girer girmez kılıç ve benzeri oyuncaklar satan satıcılara rastlıyorsunuz. Gdansk Baltık Denizi kıyısında. Plajlar tam bu merkezde değil ama çok da uzak sayılmaz.

Eski şehrin ana kapısı (Wyzynna) 1612-1614 yılları arasında yapılmış. Długa Sokağı’nın başlangıcı. Buraya Kraliyet Yolu da deniliyormuş. Taşıt trafiğine kapalı.

Daha girer girmez birkaç adım sonra Türk Kebapçısı görünce hemen içeri giriyoruz. Tabii Türk misafirperverliği, çaylar ikram ediliyor. Hikâyesini dinledik.(Turkish Kebap Cafe) Yasin Bektaş’ın eşi Polonyalıymış. Antalya’ya tatile geldiğinde tanışmışlar ve evlenip buraya yerleşmiş. Bu arada dikkatimi çeken Polonyalıların çoğunun Türkiye’ye seyahat etmiş olması. Hatta bunu konuştuğumuz bir Polonyalı bize “siz buraya biz oraya taşınıp duruyoruz” dedi. Ana caddede ilerliyoruz. Tam o sırada bir Bayan “Aa ne güzel Türkçe mi duyuyorum?” diyerek yanımıza yaklaştı. Biz ona “merhaba” derken arkasındaki genç “Onlar benim arkadaşlarım ”demez mi! Bir de baktık genç ressamımız Burak. Tesadüfün bu kadarı olmaz dersiniz ama oluyor. Torun Resim Bienali için Polonya’ya gelen ressamları Gdansk’a gezmeye getirmişler. Aynı anda aynı yerde yürümek olur şey değil. Ne hoş…

Gdansk Amberin (Kehribar) çıkarıldığı şehir. Aslında bu taştan yapılmış çeşitli süs eşyaları her yerde satılıyor ama en iyisi ve ucuzu buradaymış. Amber bir çam türünün fosilleşmiş reçinesiymiş. Baltık denizinden çıkarılıyormuş. Bazen taşın içinde çeşitli hayvanlara rastlamak mümkün. Genellikle gümüş kullanarak süs eşyası yapılıyor.
Yavaş yavaş ilerliyoruz. Hedef kıyıya varmak. MotławaNehri.En çok ta tarihi tahta vinçi görmek hedefimiz. Arnavut kaldırımlı caddede neler neler var. Binaların ince işlemeleri, renkleri, kafelerin zarifliği… Hayran olmamak elde değil. Ortaçağdan kalma evler,saraylar…

Neptün Çeşmesi. 1603 yılında, o zamanki belediye başkanı şehirde akılda kalıcı bir anıtın inşa edilmesini istemiş ve Roma mitolojisinde Deniz Tanrısı olan Neptün heykelinin dikilmesine karar verilmiş. Restorasyon çalışması yapılıyor. İşlemelerle dolu DworArtusaOddzial müzesinin önünde. Beyaz bina bir zamanlar tüccarların gelip buluştuğu, sosyal hayatın aktığı bir mekânmış. Şimdi Gdansk Tarih Müzesi.

Oldukça büyük ve mimari yönden görkemli St Mary Bazilikası tuğladan inşa edilmiş ( 1343 -1502 )bir Roma Katolik kilisesi.Dünyadaki en büyük tuğla kilise olduğuna inanılıyor. 25.000 kişilik bir kapasiteye sahip. Polonya’nın ilk ve en eski kilisesi.400 basamaklı dönen dar bir merdivenden yukarı çıkarak tepeden tüm şehir görebiliyorsunuz. Minareye benzer yapılarının da olması ayrıca bana ilginç geldi.

Şimdi güzel bir Polonya yemeği zamanı.Nihayet nehir kıyısına geldik. Polonya’nın en uzun nehri olan Vistül’ün kolu Motlawa Nehri,VistulaLagünü’üne, doğruca Baltık Denizi’nin Gdansk Koyu’na akıyor.

Kıyıda hemen dikkatimi tarihi vinç (Zurow) çekti. 27 metre yüksekliğindeki ahşap vinç 1442 yılında tamamen yanmış, bugün görülen vinç daha sonradan inşa edilmiş. Tahta ve tuğlalardan yapılmış. Çok değişik bir yapı. İki ton kaldırabiliyor. Vinç Ortaçağda nehirden gelen gemilerin yüklerini boşaltmak için kullanılırmış. En büyük özelliği ise insan gücüyle çalışması. Büyük ahşap tekerlekler üzerinde yürüyen insanlar vinci çalıştırıyorlarmış. Vincin iki tarafında kuleler bulunuyor. Şimdi Polonya Denizcilik müzesi olarak hizmet veriyor.

Bu arada kıyıda bir korsan gemisi turist gezdiriyor. Tabii hemen binmek için koşturduk. Çok keyifli.“CzarnaPerla” ve “GaleonLew” adlı korsan gemileri.Hem dolaşıyoruz hem de anlatılanları dinliyoruz. Bu sırada korsan şarkıları söyleyen biri de var. İlerde büyük bir tersane görülüyor. Yakınımızdan geçen bir başka korsan gemisi top atışlarıyla bizi selamlıyor.
Eski çağları yaşatıyorlar. Bu sırada yeni bitmiş bir gemi harekete geçeceğinden ne yazık ki turumuz yarım kaldı. Baltık Denizine çıkamadık. Dönmek zorunda kaldık. Tersane oldukça büyük. Yavaş yavaş akşam oluyor. Eve dönme zamanı. Yarın Sopot’a gideceğiz.

Sopot
Sabah evin birinci katında nefis bir kahvaltı yaptıktan sonra tramvay durağına gittik.(1 kişi 3.60zł)Şehrin merkezine inerek Sopot için tren bileti aldık. “Sopot” İsimli şehir bir de Bulgaristan’da bulunuyor. Gdansk tren istasyonunda bir heykel kümesi dikkatimi çekiyor. Kindertransport Anıtları.(Çocuk kurtarma operasyonu)Bavullu bir grup çocuğun bronz heykelleri. Ana kaidenin üzerinde Almanya şehirlerinin adları yazılı.

Gdansk’ta Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Heykeltıraş Frank Meisler, II. Dünya Savaşı sırasında, ailesini arkada bırakarak birkaç çocukla birlikte Kindertransportoperasyonu ile İngiltere’ye götürülmüş. Bunun travmasını hayatı boyunca taşıyan sanatçı, Londra Liverpool Tren İstasyonu’na, bu zorlu süreci simgeleyen “Kindertransport” anıtını yerleştirmiş. Daha sonra aynı heykelin benzerlerini Amsterdam, Berlin, Hamburg ve Gdansk garları için de yapmış. Bu eserler sanatçının, bütün “survivor”lar (kurtulanlar) gibi dünyaya bir haykırışı olmuş. “Bir daha asla.” diyor.

Sopot Gdansk arası 12 km.Polonya’nın ünlü tatil şehri. Deniz kıyısında. Yamuk mimarisiyle meşhur yapıyı görmek için heyecanlanıyoruz. Yanımıza oturan Polonyalı ile sohbet ettik. Bize bu yöre ve Polonya hakkında bilgiler verdi. İstasyondan çıkınca bir parkın içinde pazarda yöresel ürünler ve çeşitli yiyecekler satılıyor. Bizdeki organik pazarlardan. Yiyecek ve içeceklerini alanlar çimenlerin üzerinde piknik yapıyorlar.

Cadde boyunca ağaçlıklı yolda yürüdük. Sonra da şehrin popüler caddesine geçtik. Güzel evler, binalar. “Sopot Film Festivali” Afişlerini gördük. Ve nihayet yamuk binayı (KrzywyDomek). Ne kadar orijinal. Dünyanın en garip 50 binası içinde birinci sırada. Bina 2004’te Szotynscy& Zaleski firması tarafından peri masalları ve Jan Szancer’in çizimlerinden ilham alınarak yapılmış. Masallarda geçen evlerden esinlenmişler. Bir alışveriş merkezine bağlı olarak hizmet veren ilginç binayı görmek için gelen turistlerin sayısı oldukça fazla.

Yollarda sokak ressamları,manavlar,hediyelik eşya satıcıları kafeler,mağazalar…
Çok zarif bir şehir.Canlı, cıvılcıvıl. Denizin kokusu her yere sinmiş.Burada daha fazla zaman geçirmek isterdik ama otobüse yetişip Malbork’agideceğiz. Ne yazık ki zamanımız yok. Acele etmek gerekiyor.

Malbork
Oğlumla birlikte trene bindik. Eşim arkada kaldı. Tam bir yer bulup oturmuştuk ki eşimin bağırışıyla tekrar geri döndük. Aynı olay Çekya’dada başımıza gelmişti. Eşim trene binerken merdivenden çıktığı an yukarıda iki adam yolunu kesiyor. Biri önüne geçerken diğeri cüzdanını alıyor. Eşim fark edip, adamı tutup “Polis, polis!” diye bağırınca öbürü “Cüzdanınız buraya düşmüş!” deyip uzağa fırlattığı cüzdanı alarak eşime vermiş. Nasılsa korkmuş. Hiç kimse ne müdahale ediyor ne de bir polis var. Başınızın çaresine bakıyorsunuz. Canımız sıkıldı. Neyse geri alabildik. Yoksa başımıza epeyce iş açılacaktı. Trene ya da metroya iniş binişlerde çok dikkat etmek gerekiyor. Yankesiciler bu esnada çalışıyorlar.

Malbork’a otobüsle gideceğiz.
MalborkNogat Nehri kıyısında küçük bir şehir.Ortaçağ şövalyelerinden kalma, tamamı II. Dünya Savaşında yıkılmış, daha sonra aslına uygun olarak restore edilmiş, tuğladan yapılmış binalar, UNESCO Dünya Mirası olarak kabul edilen bir şato barındırıyor. Önce tren istasyonuna gidip dönüş bileti alıyoruz. Gdansk Malbork arası 50 km ama otobüs ile bir saat gidiyorsunuz. Bu arada istasyon binası çok güzel.

Buradan şehir merkezi çok yakın olduğu için yürüyoruz. Ana caddede, antik pazar kurulmuş. Pek güzel.
Malbork Şatosu ve Kalesi Ortaçağ Töton Şövalyelerinin nehir kıyısına inşa ettikleri 1200’lü yıllardan kalma bir yapı.Malbork uzun yıllar Töton Şövalyelerinin yönetiminde kalmış. Kırmızı küçük tuğlalardan yapılmış Dünyanın en büyük kalesi. Burası filmlerde gördüğümüz tam bir Ortaçağ kalesi. Girişte suyun üzerinde açılıp kapanan bir asma köprü var. Biz buralarda su görmedik ama belki de kışın doluyordur. İçeride Ortaçağdan kalma Şövalyeler gibi giyinmiş iki kişi isteyenlerle fotoğraf çektiriyor. Kalenin içini gezebilmek için ayrı ücret ödüyorsunuz. Bu arada çok şanslıyız. Hava günlük güneşlik. Bir Ortaçağ havası yaşamak istiyorsanız mutlaka burayı gezmelisiniz. II. Dünya Savaşında Alman toplarıyla yerle bir olan kale daha sonra Unesco Dünya Mirasları Listesine girince restore edilmiş.
Ortaçağı simgeleyen birçok eşya satılıyor. Oğlum da çok istediği kılıcına burada kavuştu. Ama bu kılıcı gümrükten geçirme macerası bizi bir hayli meşgul etti. Daha sonra anlatacağım.
Hem içeride hem dışarıda yeri olan bir restorana oturuyoruz. Aslında içerinin atmosferi çok hoş ama hava çok güzel. İçerisi daha serin.

Ortaçağdan esinlenerek getirilen et tabağı(Şövalye Tabağı) enfes. Yemekler oldukça ucuz. Polonya seramikleri ile de ünlü.
Dolaşırken tren şekline bir gezi arabası görüp hemen bilet alıyoruz. Treni beklerken şatonun yağlıboya resimlerini satan dükkândan bir Malbork tablosunu alıyoruz. Satıcı bayan bu tabloları eşinin yaptığını söyleyip arkasına adını yazıyor ve ilk defa bir Türk’e tablo sattığını söylüyor. O sırada tezgâhın üzerinde uyuyan bir kedi dikkatimi çekince bayan kedinin çok yaşlı olduğunu ve hep böyle uyukladığını söylüyor. Ne hoş. Trene biniyoruz. Çok fazla sarstığı için biraz pişman oluyoruz ama tüm kalenin etrafını dolaştıktan sonra bizi şehir merkezine kadar götürüyor.Tren aynı zamanda ormanın içinde çocuklar için düzenlenmiş bir parka gidiyor.

Malbork çok güzel bir şehir. Temiz sakin ve ucuz. Gezginlere burada bir gün geçirmelerini öneririm. Akşam oluyor tren ile Gdansk’a dönüyoruz. Aslında gezi planı yaparken bir gün Gdansk için, bir gün Sopot için ve bir gün de Malbork için zaman ayırmalı. Zira bize vakit yetmedi. Artık rotamız Wroclaw’a doğru…